Dickens ve Kendiliğinden Tutuşma Üzerine Yapılan Bilimsel Tartışma

0
Can people burst into flames spontaneously? No, but it sounds cool. Pixabay

Charles Dickens’ın kendiliğinden tutuşmaya duyduğu inanç, Viktorya Londra’sı kitabı (Yazan: Liza Picard – İlk Yayınlanma Tarihi: 25 Ağustos 2005) hakkında çok sıcak bir tartışma yapılmasına neden oldu.

Kitap Tanıtımı: Caesar’s Last Breath (Sezar’ın Son Nefesi).

İnsanlar kendi kendine alev alıp yanar mı? Hayır, ama kulağa hoş geliyor. Fotoğraf: Pixabay

Aşağıdaki yazı, Sam Kean’in yazmış olduğu, CAESAR’S LAST BREATH: Decoding the Secrets of the Air Around Us (Sezar’ın Son Nefesi: Etrafımızdaki Havanın Sırlarını Çözmek) kitabından bir alıntıdır.

Sonunda gece yarısı oldu ve merdivenlerden indiler. Bay Krook’un dükkanının önünden geçtiler. Burası; paçavra, şişe, kemik ve diğer çöplerle dolu, gündüzleri bile sevimsiz olan bir yerdi. Bu gece oradayken, çok şeytani bir şey hissettiler. Dükkanın arkasından, Krook’un yatak odasının dışından, bir kara kedi fırladı ve tısladı. İçeride ise, yatak odasının duvarları ve tavanı, boyanmış gibi yağ lekeleri ile kaplıydı. Bir sandalyede Krook’un paltosu ve şapkası, masada da bir şişe cin vardı. Ancak, tek hayat belirtisi hala tıslayan kediydi. Fenerlerini sallayarak etrafta Krook’u aradılar.

Sonunda yerde bir kül yığını buldular. Dönüp koşmadan önce bir süre, aptalca gözlerini dikip baktılar. Sokağa fırladılar ve bağırdılar, yardım edin, yardım edin!..  Ama çok geçti. Yaşlı Krook ölmüştü, kendiliğinden yanma kurbanı olmuştu.

 Kasvetli Ev – Charles Dickens

Charles Dickens, Aralık 1852’de romanı Kasvetli Ev’den bir alıntı olan bu sahneyi yayınladığında, çoğu okuyucu bunu tamamen yutmuştu. Sonuçta, Dickens gerçekçi hikayeler yazan biriydi, çiçek hastalığı enfeksiyonları ve beyin hasarı gibi bilimsel konuları tasvir etmek için büyük sıkıntılara katlanmış biriydi. Böylece Krook, kurgusal olmasına rağmen, halk Dickens’in kendiliğinden tutuşup yanmayı doğru bir şekilde tasvir ettiğine inandı.

Fakat halkın küçük bir kısmı, Krook’un ölümünü okurken kendileri de öfkeden tutuştular. O sırada bilim insanları, altıncı his, büyü ve insanların bazen nedensiz yere kendi kendilerine yanmaları gibi eski saçmalıkları çürütmek için emek harcıyorlardı. İki hafta içinde şüpheciler Dickens’ı, edebi tarihin en garip tartışmalarından biri olan insan metabolizmasında oksijenin rolü üzerine yazılı olarak tartışmaya zorlamaya başladılar.

Dickens’a karşı çıkanların lideri, daima batıl inançlara karşı savaşan George Lewes’ti, (Viktorya döneminin Richard Dawkins’i).

Lewes, genç bir adamken fizyoloji okudu, böylece vücudu anladı. Edebi dünyaya, eleştirmen, oyun yazarı ve George Eliot’un uzatmalı sevgilisi olarak adım atmıştı. Dickens’ı arkadaş olarak görüyordu. Ama, Lewes’in Kasvetli Ev’e verdiği tepkiden bu hiç anlaşılmıyordu. Sanatçıların, bazen gerçeği birazcık değiştirme hakkına sahip olabileceklerine inanıyordu; ancak, romancıların fizik yasalarını görmezden gelmemeleri gerektiğini düşünüyordu. “Durum, kabul edilebilir kurgu sınırının ötesinde,” diye yazdı. Ayrıca, Dickens’a karşı, ucuz sansasyon yapmak ve kaba bir hataya imkan verme suçlamalarında bulundu.

Dickens, geri adım attı. Kasvetli Ev’i aylık bölümler halinde yayınlıyordu, bu yüzden Ocak ayı sayısının içine bir reddiye sokuşturdu. Krook’un ölümüyle ilgili soruşturma başlattı ve Dickens, kendiliğinden yanmayı eleştirenleri, gözünün önündeki kanıtları göremeyen aydın kılığına sokarak, onlarla alay etti: “Bu otoritelerden bazıları (elbette en akıllıları) durup. . .  merhumun tuhaf şekilde ölmesinin mümkün olmadığını söylediler,” diye yazdı Dickens. Ancak sağduyu, en sonunda zafere ulaştı ve hikayedeki yargıç, “bunlar, açıklanamaz gizemlerdir,” dedi.

Sezar’ın Son Nefesi: Etrafımızdaki Havanın Sırlarını Çözmek. Yazan: Sam Kean Yayıncı: Little, Brown and Company

Dickens, Lewes’e gönderdiği özel mektuplarla , tarih boyunca meydana gelen pek çok kendiliğinden yanma olayını anlatarak kampanyasına devam etti. 1731’de yanan İtalyan bir kontes vakasına, özellikle yoğun bir şekilde eğildi. Bildirildiğine göre, kendisi cildini yumuşatmak için brendi ile banyo yapardı, böyle banyo yaptığı bir gecenin sabahında, hizmetçisi odasına girdi ve yatağı bozulmamış olarak buldu. Bay Krook’ta olduğu gibi kurum ve yağdan sarı bir buğu havada asılı kalmıştı. Hizmetçi, kontesin bacaklarını – sadece bacaklarını – yatağından birkaç adım ötede ayakta durur şekilde bulmuştu. Aralarında bir kül yığını ve kontesin kavrulmuş iskeleti vardı. Yanında duran iki erimiş mum dışında, görünürde başka ters bir şey yoktu. Bu hikayeyi bir rahip kaydettiği için, Dickens olayı güvenilir olarak değerlendirmişti.

Kendiliğinden yanmaya inanan tek yazar O değildi. Mark Twain, Herman Melville ve Washington Irving’in de patlayan karakterleri vardı. “Kurgu olmayan” işlerde olduğu gibi, bu sahnelerin çoğunda yaşlı, uyuşuk alkolikler işin içindeydi. Onların bedenleri daima kül haline gelirken, elleri ve ayakları sıklıkla sağlam kalıyordu. En ürkütücü olansa, zaman zaman zeminde rastlanan yanık izini saymazsak, alevlerin kurbanın vücudundan başka bir şey tüketmemesiydi.

İster inanın ister inanmayın, Dickens ve bahsedilen diğer yazarların arkasında onları destekleyen bir miktar bilim de bulunuyordu. Dickens, gerçekten kendiliğinden patlayabilen bir patlayıcı yağ olan nitrogliserinin keşfinden sonraki on yılda Kasvetli Ev’i yazdı. Daha da önemlisi kendiliğinden yanma, görünüşte birbirlerinden ayrı olaylar olan yanma, nefes alma ve kan dolaşımı olaylarını birbirine bağlayan tıp tarihindeki en önemli keşiflerden biriyle ilgilendirilmiş gibi görünüyordu.

1628 yılında William Harvey, kanın vücut içerisinde kapalı bir devre halinde dolaştığına ve kalbin pompa vazifesi gördüğüne dair ilk gerçek kanıtı elde etti. (Bundan önce insanlar, karaciğerin gıdayı kana dönüştürdüğünü ve organlarımızın bitkilerin su içtiği gibi “kan içtiğini” varsaymaktaydı.) Harvey, hava gibi diğer akışkanların dolaşımı hakkında bazı şüpheli tahminlerde bulundu. Hem kan hem de havanın akciğerlerden geçtiğini biliyordu, ancak iki akışkanın orada karışmadığı konusunda ısrarcıydı. Bunun yerine, akciğerlerin aynen çorbanın soğutmak için karıştırıldığı gibi, çırparak kanı soğuttuğunu savundu. Diğer bir deyişle, akciğerlerin mekanik bir rolü vardır ancak kanı kimyasal olarak değiştirmez – yalnızca kalp bunu yapabilir.

1660’larda, Royal Society adında bir  ”yeni bilimci erkek kulübü” üyelerinden Robert Hooke ve Robert Lower, nihayet Harvey’in teorisindeki akciğerin bir başına kanı soğuttuğu tezini çürüttüler. Bunu bir köpek üzerinde uyguladıkları, bir dizi kan dondurucu deney yardımıyla yaptılar. En kötü ayrıntıları vermeksizin anlatmak gerekirse, köpeğin akciğerlerinde makasla küçük delikler açarak buralardan havanın geçmesine izin verdiler ve bir körüğün hortum başını nefes borusunun içine doğru ittiler. Körüğün tekrarlayan pompalama işlemi, aynen bir hortumun fırtınada yaptığı gibi, akciğerlerin şiş kalmasını sağladı. Sonuç olarak, akciğerler dakikalarca sabit bir durumda kaldılar, ne genişlediler ne de daraldılar.

Köpeğin kalbi ve diğer organları, hareketsiz olmalarına rağmen hava akciğerlerden akmaya devam ettiği sürece, düzgün bir biçimde çalışmaya devam ettiler. Harvey’in tezinin aksine akciğerin tek başına hareketi hiç bir şey ifade etmemekteydi. İkili ayrıca, köpeğin kanının akciğerlerinden geçerken hüzünlü Picasso mavisinden koyu bir Matisse kırmızısına doğru renk değiştirmekte olduğunu da farkettiler. Bütün bunlar akciğerlerin, ya içini bir madde ile doldurarak ya da atık gazları ortadan kaldırarak, gerçekten kanda kimyasal bir değişimi tetiklediği konusundaki teorilerinin büyük destek görmesini sağladı.

Sonuçta, her ikisi de olduğu ortaya çıktı. Bilindiği gibi, 1700’lü yılların sonlarında kimyagerler akciğerlerin oksijen alıp karbondioksit verdiklerini belirtmişlerdi. (Renk açısından olaya bakarsak, oksijen kırmızı kan hücrelerine girdiğinde oradaki hemoglobin moleküllerine kilitlenir. Hemoglobin demir atomları içermektedir, bunlar hazır bir biçimde oksijene bağlanırlar, oksijenin ilave olması hemoglobinin şeklini değiştirir. Bu da sonuç olarak, rengini mavimsiden parlak kırmızıya döndürür.) Oksijeni nefes alma ile ilişkilendirmelerinin yanı sıra, bu kimyagerler oksijeni tutuşma, yanma ile de bağlantılandırmışlardı. Kanın hücrelerimize oksijen taşıdığını farkettikleri zaman, oksijenin içimizde yavaş bir tür yanma olayına (kendi vücutlarımızın yakıt gibi davrandığı, sabit bir yanma) giriyor olması gerektiğini açıkladılar.

Ve eğer içimizde sürekli yavaş ateşler yanmaktaysa, özellikle organlarından cin ve rom damlayan alkoliklerde, neden bazı durumlarda alev alamasınlar? Böyle düşünüldüğü zaman, kendiliğinden yanma o kadar da komik gözükmüyordu. (Bunun üzerine o kadar iyi olmasa da, bir nokta daha ilave etmemiz gerekirse, hepimiz her gün pek çok defalar yanıcı gazlar çıkarıyoruz.) Yanmanın ortaya çıkmasına neden olan şeyse, mesela ateşimizin yükselmesi olabilir ya da öfkelenerek çok kızmak. Kendiliğinden yanmayı savunarak Dickens, için için yanan bilimsel bir tartışmanın üzerine benzin atıyordu.

Lewes’in ise elinde hiç böyle şeyler bulunmuyordu. Dickens’in geçmiş hesaplarını okuyor, çoğunun yüzyıldan daha eski olduğunu belirtiyor, ”komik ve ikna edicilikten uzaklar” diyerek reddediyordu. Ünlü ve aynı zamanda frenoloji dalında da eğitimli bir doktorun onayını referans göstermesi de Dickens’a yarar sağlamadı. Lewes ayrıca, ”gerçekçi” olaylardan hiç birinin görgü tanıkları tarafından yazılmamış olduğunu belirtti. Yazarlar daima hikayeyi, örneğin kuzeninin bir arkadaşı ya da mülk sahibinin kayın biraderi gibi, başkalarından duymuş oluyorlardı.

Hepsinden daha önemlisi, Lewes’in modern fizyoloji bilgisi daha iyiydi. Karaciğerin alkolü sonrasında yok etmek üzere ayrıştırarak metabolize ettiğini gösteren çalışmaya işaret etti, yani ağız kokularının aksine, alkoliklerin organları içki emmiş durumda değildi. Öyle olsalar bile, kabaca vücudun dörtte üçü sudur, yani yine de ateş alamazlar. Ve bundan sonra doktorlar, ateşin hiç bir şeyi tutuşturmanın yanından geçecek kadar bile sıcak yanmadığını öğrendiler.

Elbette ki, Dickens’ın da bunu incelemesi şaşırtıcı değildir. Bilimle her zaman çelişkili bir ilişki içinde olmuştur. Bilimin yazdığı harikaları inkar edemez, ama temelde bir romantiktir ve bilimin hayal gücünü öldürdüğüne inanmaktadır. Sanatsal olarak ta, Krook’lu sahneyi romanının merkezi olarak düşünmüştür (bu bölümün içerisinde, karışan herkesin hayatlarını ve geleceklerini tüketen yıkıcı bir mahkeme davası da bulunuyor) ve bu bölüm olmaksızın romanı ayakta tutamaz. Dickens ne kadar savunmacı bir hale gelirse, Lewes te o kadar tiksinmiş hissetmekteydi. On ay boyunca atıştılar, sonra da Kasvetli Ev’in son bölümü Eylül 1853’te çıktığında, karşılıklı olarak anlaşarak konuyu kapattılar.

Tarih burada elbette ki Lewes’i kazanan olarak kabul etti: Franklin, Kuzey Karolayna baskıları dışında hiç bir insan asla kendiliğinden yanmadı. Fakat kendiliğinden yanma fikri de o zamanlar Lewes’in iddia ettiği kadar kaba ve komik bulunmadı; bir tıbbi metin 1928 tarihinde bile vakalar tartışmıştı. Buna ilaveten, Dickens’in kesinlikle haklı olduğu bir şey var: İnsan aktivitelerinde, kendiliğinden yanma meydana gelebilir. Dickes ve Lewes nihayetinde aralarındaki anlaşmazlığı giderdiler, ama 1853 yılındaki bu on ay için Londra’da alevler inanılmaz sıcaktı. Eğer söyleyebilselerdi size, arkadaşlık ve ünün aniden tutuşup kül ve duman haline gelebileceğini söylerlerdi.

Sam Kean tarafından yazılarak Temmuz 2017’de Little, Brown and Company tarafından basılan CAESAR’S LAST BREATH: Decoding the Secrets of the Air Around Us  isimli kitaptan alıntıdır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz