Yasal düzenlemeler değişiyor.
Düşük yağ içerikli dana eti? Yumurtası kanserle savaşan tavuklar? Bilim insanlarının yeni ve yaratıcı yöntemlerle hayvanları nasıl değiştireceklerini çözdüklerini duymak, artık şaşırtıcı bir şey değil; genetik mühendisliği işte bu kadar kesin hale geldi.
Fakat, bu tür haberlerin genelde laboratuvarın ötesine pek gitmediğini de fark etmiş olabilirsiniz. An itibariyle, yemek tabağına kadar ulaşan ve genetiği değiştirilen sadece bir tane hayvan var (Kanada’daki bir somon balığı).
ABD’de Gıda ve İlaç Dairesinin (FDA) sahip olduğu karmaşık yasal düzenleme süreci, genetiği değiştirilmiş (GD) çiftlik hayvanlarını piyasaya sürmek isteyenlere engel oluyordu.
Ancak endüstri yetkilileri istediklerini elde ederse, durum artık böyle olmayabilir.
MIT Technology Review internet sitesinin haberine göre, gen düzenleme şirketleri ve biyoteknoloji lobicileri Trump yönetimini ikna ederek, GD hayvan düzenlemesinin ABD Tarım Bakanlığına (USDA) aktarılmasını istiyor.
Eğer bu gerçekleşirse, genetiği değiştirilmiş etler yakın zaman sonra marketlerde satılmaya başlanabilir.
Peki bu tür bir etin yenilmesi için sistemin neden değişmesi gerekiyor? Ayrıca, sistemin değişmesini istemeli miyiz?
Bugün Federal Gıda, İlaç ve Kozmetik (FD&C) Yasası olarak adlandırılan bir kanun, genetiği değiştirilmiş tüm hayvanları düzenleme yetkisi sunuyor. Daire bunu, ilaçların gerektirdiği aynı belgelendirme süreçlerini kullanarak yapıyor.
FDA sözcüsü Juli Putnam şöyle söylüyor: “Son hayvanın vücut yapısını veya işlevini etkilemek amacıyla genomik DNA’nın değiştirilmesi, ilaçların tanımıyla uyuşuyor.”
FDA kuralları, gen aktarımlı düzenlemeden gen düzenlemeye kadar bütün düzenleme süreçlerini kapsıyor. (Gen aktarımlı düzenlemede, bir canlıdaki genler başka bir canlıya aktarılıyor. Gen düzenlemede ise, DNA bölümlerinin sadece “kesilerek” belirli bir özelliğin kaldırıldığı, taşındığı veya kopyalandığı CRISPR gibi daha hassas düzenleme yöntemleri yer alıyor.)
Birçok genetikçi, bugün hayvanlar üzerinde yapılan gen düzenlemesinin çok gelişmiş olduğunu ve bu yöntemle elde edilen sonuçların, çiftçilerin yüzyıllardır belirli özelliklere sahip hayvanları üretmesini sağlayan hedefli eşleştirme yönteminden farklı olmadığını iddia ediyor.
Ancak bazı bilim insanları, bu hayvanları kapsayan yasal düzenlemelerin 1980’lerin başından beri değişmediğini ve yöntemin o zamanlar bu kadar hassas olmadığını ve iyi bilinmediğini belirtiyorlar.
İşlevsel olarak bu düzenlemeler, genetiği değiştirilmiş hayvan geliştiren araştırmacıların hayvanlarının ve bu hayvanlardan gelen ürünlerin (süt veya yumurta gibi) insan tüketimi için güvenli olduğunu göstermek amacıyla sıkı şekilde teste tabi tutulması gerektiği anlamına geliyor.
Hayvan genetikçilerinin söylediğine göre hayvanlar canlı organizmalar oldukları için, vücudu, bir kimyasal kadar tahmin edilebilir şekilde etkilemiyorlar. Üstelik, çoğu araştırma tesisinin bu farka rağmen güvenli olduklarını kanıtlayacak sermayesi bulunmuyor.
O halde FDA sisteminden şimdiye kadar sadece bir tane hayvanın (AquaBounty somonu) geçmesine şaşırmamak gerekiyor. Üstelik bu balık ABD’de mevcut bile değil çünkü meclis, onu nasıl etiketleyeceği konusunda anlaşamıyor.
Diğer taraftan USDA, GD bitkileri kapsayan yasal düzenlemeyi ele alıyor. Bunu çok dikkatli şekilde yapıyorlar ve gen aktarımlı bitki ile gen düzenlemesi yapılan bitki gereksinimlerini birbirinden ayırıyorlar. Ayrıca söz konusu kurallar, genetiği değiştirilmiş ekinlerin satışı ve kullanımını pek engellemiyor.
Biyoteknoloji şirketleri, eğer genetiği düzenlenmiş hayvanların sorumluluğu USDA’dan alınırsa, kurumun genetiği düzenlenmiş hayvanlara da benzer şekilde bakabileceğini umuyorlar.
Tech Review sitesi, eğer durum böyle olursa, Gıda Güvenliği Merkezi gibi GDO’ların satışına karşı çıkan eylemci grupların bununla mücadeleye hazır olduklarını bildiriyor.
Gıdanın geleceği
GD hayvanlara GD bitkilerle aynı gözle bakılması muhtemelen mümkün değil.
Bilim, GD besinleri yemenin güvenli olduğunu öne sürse de, piyasaya hayvan sunanların, yaptıkları gen değişiminin son canlıda beklenmeyen bir etki oluşturmadığını kanıtlaması gerekiyor. Sonuçta hayvanlar bitkilere göre çok çok daha karmaşıklar.
Düzenleyicilerin de biyolojik çeşitlilik konusunda düşünmesi gerekiyor; özellikle suda veya suya yakın yerlerde yetişen su hayvanları için. İnsanların değiştirdiği hayvanların kaçıp yerli hayvanlarla eşleşmemesini sağlamak için özel önlemlerin alınması gerekiyor.
Yine de, insanların et isteğini karşılamak için neden hayvanların genetiğini değiştirmemiz gerektiği konusunda zorlayıcı iddialar var.
Genetik düzenlemeler, hayvanların iklim değişikliğinin yoğun ısısıyla başa çıkmasını kolaylaştırabilir, onlara hastalıklara karşı direnç sağlayarak gereksiz yere ölmelerinin önüne geçebilir ve genelde bir çiftlikte eziyetli şekilde çıkarılan vücut özelliklerini (ineklerin boynuzları veya domuzların kuyrukları gibi) gidererek hayvanların dertlerini azaltabilir.
O halde gen düzenlemesi, eti daha sürdürülebilir hale getirmenin yanında, onu daha ahlâki hale de getirebilir.
Dünyanın büyük bir bölümü, ABD’nin yeni alanlarda ilk sıçramaları gerçekleştirmesini beklediğinden, bunların yapılmasıyla birlikte, genetiği değiştirilmiş hayvanlar dünyada en çok ihtiyaç duyulan yerlerde üretilmeye başlanabilir.
Futurism