Kısırlığa çare bulmada yardımcı olabilir.
Uzun zamandır, beyin ve testis dokuları da dahil olmak üzere vücudumuzun bazı bölümlerinin, bağışıklık sistemimizden tamamen gizlendiği düşünülüyor.
Bilim insanları 2016 yılında, görünmeyen bir grup kanalın, beyin ve bağışıklık sistemi arasındaki bağlantıyı sağladığını ortaya koyarak inanılmaz bir keşfe imza atmışlardı; fakat 2017 yılında yapılan başka bir keşif, bağışıklık sistemi ve testisler arasındaki ilişkiyi bir daha düşünmemiz gerektiğini gösteriyor. Bu buluş, bazı erkeklerin neden kısır olduğunu ve bazı kanser aşılarının bağışıklık sağlama bakımından neden başarısız olduğunu gösteriyor olabilir.
Virginia Üniversitesi Tıp Fakültesi’ndeki araştırmacılar geçen yıl ‘çok küçük bir kapı’ keşfetmişler ve bu kapı; testislerin kendi antijonlerinden bazılarını bağışıklık sistemine göstermesine ve bu sırada bağışıklık sisteminin içeri girmesini önlemeye olanak sağlıyormuş.
Testislerin, geçtiğimiz kırk yıl boyunca ‘bağışıklık imtiyazına’ sahip olduğu düşünülüyordu; bu durum onların, bağışıklık sisteminin yabancı olarak niteleyebileceği bir maddeye karşı cevap vermedikleri anlamına geliyor.
Beyin, göz ve plasenta ile birlikte, vücudun bu bölgelerinde oluşan bir iltihap ciddi sorunlara yol açabilir. Bu durum; söz konusu bölgelerin, bizi enfeksiyondan koruyan beyaz kan hücrelerinden ve antikorlardan neden fiziksel veya kimyasal olarak gizlendiklerini açıklayabilir.
Bu ‘bağışıklığa karşı bağışıklık’ durumu, testislerin dışından gelen herhangi bir spermin otoimmün tepki oluşturacağı anlamına geliyor ve vücudun kendi spermini yabancı olarak görebileceğini kanıtlıyor.
En azından mevcut düşünce bu halde; ayrıca bu yeni araştırma doğrulanabilirse, bahsi geçen düşüncenin değiştirilmesi gerekebilir.
Testisteki sperm üreten hücreleri kan damarlarından ayıran doku katmanı, Sertoli hücresi olarak adlandırılıyor ve sperm üretmeye yardımcı olan hemşire bir hücre olarak düşünülüyor.
Sertoli hücreleri, ‘kan-testis engelini’ en etkili şekilde oluşturabilecek şekilde birbirlerine kenetlenmiş durumdalar. Bu sayede kandaki T hücrelerinin, gelişmekte olan spermi ortaya çıkarmasını önlüyorlarmış.
Sistem düzgün çalışıyor gibi görünüyor fakat %12’ye varan kısır erkek oranını düşünürsek, dört dörtlük olmadığını söyleyebiliriz. Üstelik bu vakalardaki bağışıklık sistemi, sperm hücrelerinin yüzeyinde yer alan ve mayotik üreme hücresi antijeni (MGCA) olarak adlandırılan bir kimyasalı algılıyor ve bu durum, ikisinin daha önceden karşılaştığını ve bağışıklık sisteminin, bu antijeni vücuda özgü bir şey olarak düşünmeyip ona tolerans göstermediği anlamına geliyor.
Bağışıklık sistemi uzmanları; bu özel otoimmün tepkinin, kan-testis engelinde meydana gelen bir parçalanmadan ziyade, söz konusu toleranstaki bir bozulmaya dair daha fazla şey söyleyebileceğini düşünüyorlar. Ayrıca araştırmacıların sunduğu bu hipotez, MGCA’nın düşünüldüğü kadar gizli olmadığı anlamına geliyor.
Normal ve genetiği değiştirilmiş farelerde iki tür MGCA’ya odaklanan ve farelerin antijenlere karşı T-hücresi tolerans seviyelerine bakan araştırmacılar, Sertoli hücrelerinin, bazı antijen türlerini kan damarlarına sızdırdığını bulmuşlar.
Araştırmacı Kenneth Tung, “Esasen testis antijenlerini, engelin arkasında yer alanlar ve almayanlar olarak ikiye ayrılabileceğine inanıyoruz” diyor.
Bu buluş, bazı erkeklerde kısırlığın nasıl gerçekleştiğine ışık tutmakla kalmıyor, aynı zamanda bağışıklık sistemi uzmanlarının, kanser hücrelerinin kendi antijenlerini nasıl tecrit ettiklerini veya gizlediklerini anlamalarına yardımcı olarak, bazı kanser aşılarının neden başarısız olduğunu da açıklıyor.
Tung, “Engelin arkasında kalmayan antijenler, kanser aşıları için çok iyi adaylar olmayabilir” diyor.
Bu zamana kadar sadece fareler üzerinde yapılmış olan araştırmanın, insanlar üzerinde de onaylanması gerekiyor; fakat araştırma, önceden bağışıklık sistemine karşı sızdırmaz durumda olduğu düşünülen bir duvarda gerçekleşen, algılanması zor etkileşimlerin araştırılması için zemin hazırlıyor.
2016 yılında aynı üniversitedeki bir araştırma takımı, fare ve insan sinir sisteminde kan ve beyin arasındaki benzer bir engeli geçebilen bir kanal ağı olduğunu keşfettiklerinde, “ders kitaplarının yeniden yazılması” gerektiğini düşünerek insanları heyecanlandırmışlardı.
Bir kez daha, bağışıklık bilimindeki rehber ve kuralların da bir güncellemeye ihtiyacı varmış gibi görünüyor.
Bu araştırma The Journal of Clinical Investigation bülteninde yayınlandı.
ScienceAlert