Ölümcül Olabilen 5 Diyet

1

Zayıflama arzusu, moda diyetleri ölümcül birer silaha çeviriyor.

Sağlıklı diyetin kestirmesi olmaz. Dengeli öğünler, tonlarca sebze ve meyve, yağsız kırmızı et yemek ve işlenmiş gıdalardan uzak durmak, hem zaman hem de planlama gerektiriyor. İnsanlar bunun yerine, katı kurallara dayalı diyet programlarının (Karbonhidrat alma! Yağlı yeme! Elmalarını bitir!)
ve vaat edilen büyük kilo kayıplarının albenisine kapılıyor. Sadece ABD’de, bir yılda 45 milyon kişi
bu tür diyet programlarını deniyor ve birçok kişi ipin ucunu kaçırıyor. Bu radikal çözümler işe
yaramamakla kalmıyor (insanlar verdikleri kiloları anında geri alıyor), hayati sistemlere de zarar
veriyor. Bu yazıda günümüzün popüler yemek trendlerinin vücuda verdiği zararları analiz ettik.

Çiğ

Sırf sebzeyle beslenmek kas erimesine yol açabiliyor.


Evet, burada ne yazıyorsa o. Bu diyette pişmiş hiçbir şey yemiyorsunuz. Stanford Üniversitesi’nden beslenme bilimi uzmanı Christopher Gardner, önce çiğ sebze dolu bir tabağı mideye indirin, ondan sonra konuşun diyor. FDA’nın önerdiği gibi günde 2.000 kalori almak için 60 kâse çiğ lahana, 38 havuç ya da 90 adet orta boy domates yemek gerekiyor. Gardner bu kadar çiğ sebzenin çok lezzetsiz olduğunu söylüyor. Sebzeleri pişirmek lezzetini artırmakla kalmıyor, araştırmalara göre sindirim sistemine yardımcı oluyor ve fenolik asitler gibi antioksidanları
da çoğaltıyor. Bir araştırmaya göre 3 yıldan uzun süre sadece çiğ gıdayla beslenen kadınların %25’i, erkeklerinse %15’i aşırı zayıf oluyor ve kadınların %30’u vücut yağı aşırı azaldığı için regl olmuyor. Aslında her şeyin çiği riskli olabiliyor: İşlenmemiş süt ürünleri listeria  enfeksiyonuna yol açıyor, çiğ yumurta salmonella bakterisi taşıyabiliyor ve çiğ et bir yığın bakteri taşıyıp ölümcül ishal vakalarına neden olabiliyor.

Ketojenik

Hayvansal ve bitkisel katı yağlar ile sıvı yağlar kan damarlarının tıkanmasına yol açıyor.

Nörologlar ketojenik diyeti 1920’lerde epilepsi hastası çocuklarda tedavi aracı olarak geliştirdiler. Altında yatan fikir de beyni glikozdan mahrum bırakarak beyin kimyasını değiştirmek ve nöbetlerin önüne geçmekti. Bu ne zaman vücut yağlarını yakmak için bir diyet programına dönüştü, bilen yok. Ama bir teoriye göre bunun sorumlusu, iki haftalık keto aşaması içeren Atkins diyeti. Şeker yokluğunda
vücut kendi yağ deposunu ketona (yapısal olarak glikoza benzeyen yağ asidi yan ürünlerine) çevirerek yakıt olarak kullanıyor. Klasik keto diyette günlük kalorinin %90’ını yağdan, %7’sini proteinden ve %3’ünü karbonhidrattan almak gerekiyor. Araştırmalar bu tür diyet yapanlarda, damar tıkayan düşük yoğunluklu lipitlerin ve trigliseritlerin miktarında %50 artış olduğunu ve bu etkinin diyet sona erdikten sonraki bir yıl boyunca devam ettiğini gösteriyor. Dahası, hastaların dörtte üçünde reflü ve kabızlık gibi gastrointestinal sorunlar baş gösteriyor; hatta bazen bunun için lavman yaptırmak gerekebiliyor. Ketonlar aynı zamanda son derece asitli ve bazı vakalarda böbrek taşını artırıyor.

Tam 30

Eksiltme diyetleri, yiyecek alerjilerini kazara tetikleyebilir.

Bu diyete uyanlar bir ay boyunca eklenmiş şeker, alkol, tahıl, baklagiller, süt ürünleri, kimyasal ve işlenmiş gıda tüketmiyor. Programı takip edenler bu gıdaların metabolik sistemlerimizi altüst ettiğini ve bağışıklık bozukluğuna, hormonal dengesizliğe ve hatta şeker hastalığına yol açtığını öne sürüyorlar. Bunları kesmenin sıfırlama düğmesine bastığını ve yiyeceklere karşı hassasiyetin çıkış noktalarını saptayabildiğini
de iddia ediyorlar. Bugüne kadar iki iddiayı da destekleyecek kanıt bulunamadı ya da bulunanlar da yetersiz. Üstelik de bu asılsız iddiaların ciddi sonuçları olabiliyor. Bağırsak mikrobiyomumuz (yani yiyecekleri sindirip besinleri emmemizi sağlayan bakteriler) diyet çeşitliliğine ve Tam 30 diyetinin eksilttiği tahıl ve baklagillerdeki life gereksinim duyuyor. Dahası, süt ürünlerini kesmek bir numaralı kalsiyum ürünlerinden de mahrum kalmamıza yol açıyor. Daha beteri de var: Bu yiyecekleri tekrar diyete dâhil edince mide alışma sürecinde zorlanabiliyor. Bu tepki de sahte bir gıda hassasiyeti olarak algılanarak 30 günlük sürecin dışına taşan olumsuz etkiler yaratıyor.

Taş Devri (Paleo)

Fasulyeleri görmezden mi gelelim?

Paleolitik diyet savunucuları, insan sindirim sisteminin atalarımızın yeme alışkanlıkları uyarınca geliştiğini, dolayısıyla bolca et ve sebze meyve tüketmememiz gerektiğini; tahılları, süt ürünlerini ve baklagilleriyse görmezden gelmemizi söylüyor. Kusura bakmayın ama arkeolojik bulgular böyle bir beslenme planının varlığı iddialarını düzenli olarak yalanlıyor. Bu diyetin bağnaz savunucuları şişmanlıktan
güçsüzlüğe, depresyona kadar her şeye mucize gibi geldiğini iddia etse de kazın ayağı öyle değil. Et, bitkisel protein kaynaklarına kıyasla, damar tıkayan doymuş yağlar bakımından daha zengin. Ayrıca eti 150 derecenin üstünde pişirmek kanserojen olduğu bilinen heterosiklik aminleri ortaya çıkarıyor. Günde tüketilen kırmızı etin her 100 gramı, bağırsak kanseri riskini %17 artırıyor. Ete kırmızı rengini veren hem molekülü bir başka kanserojen olan N-nitroz barındıran bileşiklerin üretimini teşvik ediyor. Süt ürünlerini ve lif bakımından zengin gıdaları
kesmek, bağırsaklarımızın çalışmasını sağlayan mikrobiyal kolonileri de altüst ediyor. Yoğurtların probiyotik etkisi ve lifli gıdaların (fasulyeler ve tam tahıllar) prebiyotik etkisi olmayınca midelerimiz patojenleri engellemekte, metabolizmayı sürdürmekte, yiyeceklerden
besinleri ve kalorileri çıkartmakta bocalıyor.

Vegan

Bitkiye dayalı besinler tüketmeye karar vermek, çoğunlukla (sağlıktan ziyade) ahlakî endişelere dayandığından; pek çok vegan, yaşam şeklini değiştirmenin getirdiği besinsel içerikleri bütünüyle hesaba katmıyor.

Tüm hayvansal ürünlerden soyutlanmış bir yaşam kalbiniz, kan şekeriniz ve bel ölçünüz için iyi olabilir. Ama ona bakarsanız beyaz ekmek, Coca Cola, patates kızartması, Oreo bisküvileri ve acı biberli Doritos da vegan. Stanford Üniversitesinden diyet uzmanı Christopher Gardner
birçok kişinin vegan diyetleri sağlık sebebiyle değil de etik nedenlerden ötürü seçtiğini, bu yüzden de yaşam tarzındaki değişikliğin beslenme üstündeki etkisini tümüyle düşünmediğini söylüyor. Yapılan birçok araştırma bitki esaslı beslenmenin vücuda faydalarını ortaya koysa
da, araştırmalar dengeli bir plana harfiyen bağlı kalanlar için. Özensizce yapıldığında tüm hayvansal ürünleri kesmek demir, B12 ve kalsiyum eksikliğine yol açıyor (normalde etten, deniz ve süt ürünlerinden aldığımız besinler). Veganların hayatlarının ilerleyen döneminde osteoporoz (kemik erimesi) riski daha fazla ve kısa vadede B12 eksiği halsizliğe ve yorgunluğa yol açabiliyor. Eğer veganlar da doğru yaklaşımı izlerlerse kahvaltılık gevrekler ve sütler gibi yapay olarak takviye yapılmış gıdalara gerek kalmadan fasulye, brokoli ve yeşil yapraklı sebzelerden gerekli besinleri alabiliyor. Fakat Gardner bunun çok nadir olduğunu söylüyor.

Bu makale, esasen Popular Science Türkiye dergisinin Kasım 2018 Tehlike sayısında yayınlanmıştır.

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz