Alzheimer hastalığını daha iyi tedavi edebilmek için onu daha iyi anlamaya çalışaduralım; yapılan yeni araştırmaya göre, bu hastalığı altı farklı alt grup şeklinde yeniden sınıflandırmak daha faydalı olabilir. Bu sayede, her bir vaka tipi farklı şekilde hedeflenip ele alınabilir.
Bu yılın başlarında, tip 2 diyabet için de benzer bir yaklaşım ortaya atılmıştı. Bu yaklaşımın sebebi ise, bir hastalığın tüm biçimlerinin aynı niteliklere sahip olmaması veya aynı tedaviyi gerektirmemesi.
Alzheimer, şimdilik genelde erken başlangıçlı veya geç başlangıçlı şeklinde sınıflandırılıyor. Fakat bu yeni çalışma; ilave kategoriler ile birlikte, ilaç testi ve gelecekteki araştırmalar konusunda daha net sonuçlar elde edileceğini söylüyor.
Diğer bir ifadeyle, her Alzheimer hastasında işe yaramayan bazı tedaviler, belirli vakalarda çok etkili olabilir.
Çalışmanın ardındaki takımın üyesi olan ve Washington Tıp Fakültesi’nde çalışan Şubabrata Mukerje, şöyle söylüyor: “Meme kanseri gibi, Alzheimer da tek hastalık değil. Klinik bir deneyde test edilen bir ilaç iyi olsa bile, bütün deneklerin aynı tip Alzheimer’ı olmadığı için, bu ilaç başarısız olabilir.”
Araştırmacılar bu hipotezi sınamak için, geç başlangıçlı Alzheimer’ı olan 4.050 hastayı incelemişler ve bu kişileri, teşhis konduğu zamanki algısal durumlarına dayalı olarak altı farklı gruba ayırmışlar.
Dört alanda algısal puan verilmiş; bu alanlar ise bellek, yürütücü işlevler, dil ve görsel-uzamsal işlevler olmuş. Katılımcılar daha önce yapılan beş farklı çalışmadan geldiği için; kalıplar açıklığa kavuşturulmadan önce, bu test puanlarının tek tip hale getirilmesi gerekmiş.
Fakat kalıplar sahiden ortaya çıkmış: Altı grup arasında en büyük grupta olanlar (hastaların yüzde 39’u), dört grupta da birbirine epey yakın puan almışlar. İkinci en büyük gruptakilerin (hastaların yüzde 27’si) bellek puanları, diğer puanlara göre oldukça düşükmüş.
Diğer üç grup; öbür kategoriler ile karşılaştırıldığında düşük dil puanları, düşük görsel-uzamsal işlev puanları veya düşük yürütücü işlev puanları elde etmiş. Hastaların yüzde 6’sını kapsayan son grup, dört algısal alanın iki tanesinde oldukça düşük puanlar elde etmiş.
Gruplar, puanlama kalıplarını açıklamaya yardımcı olabilecek genetik farklılıkların olup olmadığını bulmak için de analiz edilmiş. Toplamda 33 SNP’nin (tekil nükleotit çok biçimlilikleri veya genomdaki belirli konumlar), belirli altgruplar ile genetik yönden güçlü şekilde ilişkili olduğu bulunmuş.
Bu miktar, halihazırda bir bütün olarak (altgrup olmadan) Alzheimer ile ilişkilendirilmiş olan 20 civarı SNP’ye göre büyük bir yükseliş niteliği taşıyormuş.
Özellikle bir gen biçimi (APOE e4 aleli), ataları Avrupa’dan gelen insanlarda Alzheimer için güçlü bir tehlike etmeni gibi görünüyormuş (daha önceki araştırmada da böyle bir şey öne sürülmüş). Ancak takım, bu alele sahip olan pek çok insanın hiç Alzheimer olmadığını belirtiyor.
Ayrıca araştırmacılar, gelecekte Alzheimer’ın daha fazla gruba ayrılabileceğini de söylüyorlar. Bu çalışmada birkaç bin insan yer almış fakat bunların hepsinin iyi eğitim görmüş ve Avrupalı kişiler olması, çalışmanın kısıtlı olmasına sebep olmuş.
Yine de bulgularda, Alzheimer sınıfları arasında bu şekilde ayrım yapmanın faydalı olabileceğini akla getiren şeyler var. Buradan hareketle, gelecekte hastalığın gelişimini daha kesin şekilde tespit etmenin yolları bulunabilir ve belki de günün birinde, bir tedavi ortaya çıkabilir.
Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çalışan ve araştırmacılardan biri olan Paul Crane, şöyle söylüyor: “Sonuçlar heyecan verici. Algısal şekilde belirlenmiş Alzheimer altgrupları arasında, biyolojik yönden gerçek farklılıklar olduğunu bulduk.”
Araştırma, Molecular Psychiatry bülteninde yayınlandı.
ScienceAlert