MIKE MCRAE
Endüstri ve ulaşım faaliyetlerinin atmosfere yığdığı ufak karbon parçacıkları, doğmamış bebeklerin zarar görmesini önleyen önemli bir engel olan plasentanın yanlış tarafında bulundu.
Araştırmacılar daha geçen yıl, plasentadaki beyaz kan hücrelerinde is tanecikleri olduğunu belirlemişler. Kirleticilerin bir cenine bu kadar yaklaşabileceğini gösteren ilk sağlam işaret bu olmuş. Şimdiyse, bu potansiyel zehirlerin daha da öteye gidebileceğini gösteren bulgular var.
Belçika’daki Hasselt Üniversitesi’nde ve Doğu Limburg Hastanesi’nde çalışan araştırmacılar, yüksek çözünürlüklü görüntüleme yöntemi kullanarak; 28 doğumdan alınan tüm plesantaların hem anne tarafında, hem de fetüs tarafında siyah parçacıkların meydana getirdiği ufak birikintilere ışık tutmuşlar.
Bu ufak yığınlar üzerinde yapılan ileri testler, bu maddelerin dokuya sıkı şekilde gömüldüğünü doğrulamış. Bu maddelerin ayrıca; içten yanmalı motorlar ile fosil yakıtlı enerji santralleri tarafından çıkarılan ve muhtemelen tehlikeli olan ‘siyah karbon‘ parçacıklarından meydana geldikleri onaylanmış.
Çalışmada, karbon parçacıkları her ne kadar doğum komplikasyonları ile bağdaştırılmasa da; plasentanın merkezinde yer alan bu engelin, gelişmekte olan vücutlarda sağlık bakımından ciddi ve çeşitli endişelerle ilişkilendirilen bu maddeyi yeteri kadar engellemediği gösteriliyor.
Yeni Zelanda’daki Otago Üniversitesi’nde Beyin Sağlığı Araştırma Merkezi’nin müdürü olan ve bu çalışmada yer almayan Christine Jasoni, yeni bir hastalık rotası ihtimalini endişe verici buluyor.
“Hamile bir kadın hava kirliliğine maruz kaldığında, kendisinin ve çocuklarının sağlığı bakımından uzun vadeli sonuçlar bulunduğuna yönelik kayda değer miktarda kanıt mevcut” diyor Jasoni.
“En büyük tehlike, bir dizi hastalığın ömür boyunca görülme tehlikesini önemli biçimde artıran düşük doğum ağırlığında bulunuyor ve bu hastalıklar arasında diyabet, kalp damar hastalığı, astım ve inme de yer alıyor.”
Plasenta, parmakları birbirine geçmiş iki el biçiminde betimlenebilir. Ellerden biri anneye ait ve rahmin duvarına sıkıca bağlanmış durumda. Diğeri ise teknik olarak fetüsün bir parçası ve bir kan damarı ağından oluşuyor. Bu damarlar göbek bağına ve büyüyen vücuda kadar uzanıyor.
Bu iki ‘parmak’ takımının buluştuğu yerde, annenin ve fetüsün kanının karışmasını önleyen fakat bu sırada da gazların, atıkların, hormonların ve besinlerin alınıp verilmesine olanak sağlayan yapılar bulunuyor.
Anne ve çocuk arasında yer alan bu engel ne kadar etkili olsa da; alkol, hastalık yapan çeşitli mikroplar ve hatta bazı nanoboyutlu parçacıklar gibi kötü maddeleri uzak tutma konusunda pek iyi değil.
Yapılan bu son çalışma, bir annenin akciğerlerine giren siyah karbon parçalarının, annenin damar sistemi üzerinden plasentaya ilerleyebilmekle kalmayıp; cenin dokusundaki hayati yapıları geçerek fetüs dokusuna da gidebileceğini güçlü bir biçimde gösteriyor.
Araştırmacılar ayrıca, işlek yolların yakınında yaşayan 10 annenin plasentalarını, daha sakin bölgelerde yaşayan başka 10 anneninkiyle karşılaştırarak; bu birikintilerin yoğunluğunun, dış çevredeki hava kirliliği seviyesiyle beraber arttığını da göstermişler.
Hazırlıksız şekilde gerçekleşen erken doğumlardan elde edilen beş tane ilave plasenta üzerinde de çalışma yapılmış ve parçacıkların, gebelik döneminden önceki 12 hafta kadar erken bir zamanda tespit edilebildiği ortaya çıkmış.
Hava kalitesi ve cenin gelişimi arasında bilinen bağlantılar göz önüne alındığında; nanoölçekli is parçacıklarının anne ile çocuk arasındaki bu duvarı geçebildiğini bilmek, bu konunun incelenmeye değer olduğunu düşündürtüyor.
Fakat bu durumun, doğanın beklentilere karşılık verdiğinin bir işareti olabileceğini de akılda tutmak gerekiyor.
“Plasentanın bir işlevi de, anneden gelen zehirli maddelerin cenine geçmesini önleyen bir engel gibi davranmak olduğundan; burada plasentanın normal görevini yaptığını düşünebiliriz. Yani; fetüse girip ona zarar vermemesi için siyah karbon parçacıklarını biriktiriyor” diyor Jasoni.
Yine de, sağlıklı görünen bir plasenta ile aşırı yüklenmiş plasenta arasındaki farkı bilmek; araştırmacıların, siyah karbonun tehlikeli etkilerinin ardındaki işleyişleri belirlemesine yardımcı olabilir.
Atmosferde gezinen ince karbon parçacıkları; doğumdan ilk gelişim dönemlerine ve ta ölümden önceki yıllara kadar, birçok seviyede sağlığımızı tehlikeye sokuyor.
Bazı ülkeler, hava kalitesini iyileştirmek için yıllar boyunca çalışmış olsa da; önümüzde hâlâ uzun bir yol var. Özellikle de, tehlike altında olanlar arasında henüz doğmamış çocuklar varken…
Araştırma, Nature Communications bülteninde yayınlandı.
ScienceAlert