Güneş Sistemi’nin En Eski Sıvısına Ait İzler Gök Taşı Parçalarında

0
Tagiş Gölü gök taşındaki framboidsel manyetit tanecikleri. (Chi Ma)

Takvimler 2000 yılını gösteriyordu ve antik bir gök taşı, çok uzun bir yolculuğun sonuna gelmişti. Bir kış sabahı Kanada’nın üstünde, gökyüzünde parçalara ayrılmış ve British Columbia bölgesindeki Tagiş Gölü’nün donmuş yüzeyine yüzlerce meteor parçası yağmıştı.

Bu parçalar, hep birlikte Tagiş Gölü gök taşı biçiminde adlandırılıyor ve uzay kayalarına yönelik çalışmalarda epey benzersiz bir bulguyu temsil ediyorlar. Tagiş Dünya’nın atmosferine girdiğinde, kütlesinin 200 tona vardığı tahmin ediliyor. Bu yüzden, geniş bir alandan görülebilen devasa bir alev topu oluşmuş.

Dikkat çeken bu olay, Tagiş Gölü’nün buzlu yüzeyine düşen gök taşı kırıntılarının kurtarılması amacıyla çalışma başlatılmasına yol açmış. Parçaların o zamandan beri dondurucularda saklanması, parçaların Dünya’da geçirdikleri süre boyunca; hatta muhtemelen uzayda çok ama çok uzun zamandan beri donuk olduklarının düşünüldüğü anlamına geliyor.

Tagiş Gölü gök taşı. (Brian Boyle/ROM)

Bu şartlar, Tagiş Gölü nesnesinin neden şimdiye dek kurtarılmış en saf gök taşı örnekleri arasında görüldüğünü açıklayabilir. Gök taşının yaşı 4.5 milyar yıl civarında belirlendiğinden, donuk parçaların içindeki antik kimya, Güneş Sistemi’mizin ilk zamanlarına uzanan sıvı süreçlerine dair değerli bir kayıt niteliği taşıyor.

Kanada Kraliyet Ontario Müzesi’nde çalışan gök taşı mineralbilimcisi Lee White şöyle açıklıyor: “Güneş Sistemi’nin ilk zamanlarında bol miktarda su olduğunu biliyoruz. Fakat bu sıvıların kimyası veya asitliğine yönelik çok az miktarda doğrudan kanıt bulunuyor. Halbuki bunlar, amino asitlerin ve nihayetinde mikrobiyal yaşamın ilk oluşumu ile evriminde çok önemli olmuş olmalı.”

Tagiş Gölü gök taşı, bu konuyu daha fazla araştırma şansı sunuyor ancak çok yakından bakmak gerekiyor. Yapılan yeni çalışmada Lee ve birlikte çalıştığı araştırmacılar, yapıları nanometre altı çözünürlükte üç boyutlu olarak incelemek üzere atom sonda tomografisi (APT) adı verilen bir yöntem kullanmışlar.

“Atom sonda tomografisi, insan saçından bin kat daha ince olan madde parçacıkları üzerinde muhteşem keşifler yapma fırsatı sunuyor” diyor White.

Araştırmacılar APT kullanarak, Tagiş Gölü kondiritinin içerisindeki framboidsel (ahududu benzeri) küçük manyetit parçacıklarına yakından bakmış.

Takımın analizine göre, bu ince yapıların o hale gelmesi için sodyum bakımından zengin, alkali sıvı ortam gerekiyormuş. Tagiş Gölü gök taşı Dünya’ya ulaştığından beri sıvı suyla temas etmediğinden; bu bulgular, söz konusu sıvının Güneş Sistemi’nin başlarına dek uzanabileceği anlamına geliyor.

Buna ek olarak araştırmacılar, su benzeri bu antik sıvının sodyum yönünden zengin ve yüksek pH içeren koşullarının, amino asitlerin oluşumuna elverişli olduğunu söylüyor. Eğer hipotezleri doğruysa, bu sıvı; benzer sıvıları aktaran uzay kayalarının milyarlarca yıl önce ilkel gezegenimizle etkileşime girmesiyle, Dünya üzerindeki ilk yaşam biçimlerinin gelişimini tetiklemeye yardımcı olmuş olabilir.

Elbette bu durumun tam olarak nasıl gerçekleştiğini açıklayabilmekten hâlâ çok uzaktayız. Fakat buna benzer her keşif, bulmacanın eksik parçalarını biraz daha yerleştirmeye yardımcı oluyor.

İngiltere’deki York Üniversitesi’nde gök taşı araştırmacısı ve PhD öğrencisi olan Beth Lymer, “Amino asitler, Dünya üzerindeki yaşam için gerekli olan yapı taşlarıdır fakat bunların Güneş Sistemi’mizde ilk nasıl oluştuğu hakkında hâlâ öğrenecek çok şeyimiz var” diye açıklıyor.

“Sıcaklık ve pH gibi ne kadar fazla değişkeni sınırlayabilirsek; bu çok önemli moleküllerin, şu an Dünya üzerinde biyotik yaşam olarak bildiğimiz şeye sentezlenişini ve evrilişini o kadar iyi anlayabiliriz.”

Bulgular PNAS bülteninde sunuldu.

 

 

 

 

Yazar: Peter Dockrill/ScienceAlert. Çeviren: Ozan Zaloğlu.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz