Amazon’un o muhteşem yeşilliğinin tamamı. Pasifik’teki her balık. Ayağımızın altındaki her mikrop. Ovalardaki her fil, her çiçek, mantar ve tarlalardaki meyve sineği; artık insanların üretmiş olduğu muazzam madde miktarının ağırlığına yetişemiyor.
İnsan yapımı maddelerin toplam kütlesine yönelik tahminlere göre 2020 yılı, Dünya üzerinde yaşayan her bir canlıya ait kuru ağırlığın toplamını geride bıraktığımız yıl olarak ifade ediliyor.
İnsanların ilk defa tarla sürüp çiftlik hayvanlarına baktığı zamana gitseydik, gezegenimizin yaklaşık 2 x 10¹² ton ağırlığındaki bir biyosferle (canlıküre) kaplandığını görürdük.
Bir zamanlar ormanların olduğu yerlerde çiftçilik, madencilik ve yol yapma alışkanlığımız yüzünden, bu rakam şimdi yarıya düşmüş.
Weizmann Bilim Enstitüsü’nde çalışan çevre araştırmacılarının oluşturduğu küçük bir takıma göre, insanların ürettiği cisimlerin kütlesi (gökdelenlerden düğmelere kadar) o kadar çok artmış ki, içinde bulunduğumuz yıl biyolojik kütlenin ve seri imalatın denkleştiği yıl olabilir.
Dönüm noktası niteliği taşıyan bu olayın kesin zamanlaması, bir kaya parçasının veya bir damla ham petrolün doğal kaynaktan çıkıp üretilmiş bir nesneye dönüştüğü kesin noktayı nasıl tanımladığımıza bağlı.
Fakat bugünlerde doğanın 30 gigatonluk kısmını her yıl kitaplıklardan lüks apartmanlara dönüştürdüğümüz düşünüldüğünde (ki bu oran, 1900’lerin başından beri her 20 yılda bir iki katına çıkmış); bu belirsizlik çok geçmeden keyfi hale gelecek.
Tarihin bu iç karartıcı dönemine dikkatimizi çeken araştırmacılar, bunun gezegen üzerinde artan nüfuzumuzun bir simgesi olduğunu belirtiyorlar.
“Biyolojik kütlenin ötesinde, insanlığın oluşturduğu küresel etkiler hız kazandıkça; sosyo ekonomik metabolizma şeklinde de bilinen sosyoekonomik sistemimizden kaynaklı madde akışlarını niceliksel yönden değerlendirmek ve izlemek, hiç olmadığı kadar mecburi hale geliyor” diye yazıyor araştırmacılar raporlarında.
Toplumun genişlemekte olan mecazi bel çevresine yönelik endişeler yeni değil. Araştırmacılar, insanlığın enerji ve ham madde açgözlülüğü üzerinde yıllardır karmaşık hesaplamalar yapıyor.
Endüstriyel komplekslerimizin silip süpürdüğü kaynakların kütlesini hesaplamak söz konusu olduğunda, önceki çalışmalar genelde birincil verimliliğe dönük tahminlere odaklanmış.
Aslında bu rakamlar o kadar da şaşırtıcı değil. Ormanları tarım için biçmekten tutun da, okyanusları balık rezervleri için talan etmeye kadar; T kemikli bifteklere ve pratik ton balığı konservelerine duyduğumuz açlığın büyük bir ekolojik bedel getirdiğini gitgide daha çok fark ediyoruz.
İçinde yaşadığımız çevrenin yeşil kısımlarını göz önünde bulundurmak önem taşısa da, bu çalışma; altyapı tesislerinin genel tüketime yaptığı katkı hesaba katıldığında, doymak bilmeyen kum, beton ve asfalt açlığımızın neden görmezden gelinmemesi gerektiğini gösteriyor.
“Bu çalışmada ne kadar biriktiği gösterilen antropojenik kütle, biyokütle rezervinden kaynaklanmıyor. Bunun yerine, birkaç kat daha büyük olan ve çoğunlukla kaya ile minerallerden oluşan rezervin dönüştürülmesinden ortaya çıkıyor” diye belirtiyor araştırma takımı.
Bu rakamları kafanızda canlandırmak kolay olmayabilir. Eğer bütün insanların toplam kütlesi 300 milyon tonu aşıyorsa; Dünya’da her birimiz için yıl başına 3,8 tonluk yemek pişirme malzemesi, jumbo jet, mikrodalga fırın ve arka bahçe yüzme havuzu olduğunu söyleyebiliriz.
Ancak ne bu büyümenin sağladığı faydalarda hepimizin eşit payı var; ne de hepimizin bunda aynı miktarda etkisi var…
Ekonomik büyüme saplantımızın, artan tüketim oranlarımızda büyük bir rol oynadığı göz önüne alındığında; bunu yavaşlatmak için küresel bir toplum olarak nasıl faaliyet gösterdiğimizi en temelden yeniden düşünmemiz gerekecek.
Ormandan daha çok betonun olduğu bir gelecek öngörüsü, pek yeni bir öngörü değil. Fakat 2020 yılı insanların tüketim alışkanlıklarında yeni bir dönemece geldiğimizi gösterirken, harekete geçmek için bundan daha iyi bir zaman da olamaz.
Araştırma Nature bülteninde yayımlandı.
Yazar: Mike McRae/ScienceAlert. Çeviren: Ozan Zaloğlu.