Bazılarımız havada asılı duran 60 tonluk metal makinelerde uzun süre oturmaya alışık. Çoğumuz, kalkış sırasındaki güvenlik uyarılarını dinlemenin ötesinde uçmanın vücutlarımızı ve zihinlerimizi nasıl etkilediğini pek düşünmüyor. Fakat deniz seviyesinin yaklaşık 11 kilometre üstündeyken bazı çok ilginç şeyler oluyor: Hava basıncı düşüyor, tat alma cisimciklerimiz kısmen uyuşuyor, cildimiz kuruyor ve bazılarımız ağlıyor. Aslında pek çoğumuz ağlıyoruz. 2011 yılında Facebook üzerinden bir anket yürüten Virgin Atlantic havayolları, katılımcıların yüzde 55’inin uçuş sırasında duygusallaştıklarını söylediğini keşfetmiş. Havayolları, bunun karşılığında uçuş esnasında hüzünlü film izlemek isteyen yolculara “acıklı film uyarısı” göstermeye başlamış. Peki havadayken neden ağlıyoruz?
“Mil Ağlama Kulübü”nün bilimi üzerine yürütülen hakem denetimli çalışmalar az ve seyrek olsa da, sinemadan psikolojiye ve tıbba kadar uzanan çeşitli alanlarda çalışan bilim insanları konuya ilgi göstermiş. Araştırmacılar kesin bir sebep belirleyememiş olsa da, durumun oksijen yoksunluğu, sıvı kaybı ve stresin birleşiminden kaynaklanabileceğini düşünüyorlar.
Uçaklar seyir irtifalarına yükselirken, hava basıncı İsveç’teki Alp Dağları’nda (deniz seviyesinin 1800-2400 km üstünde) gezerken yaşayacağınız dış mekan hava basıncına eşdeğer seviyelere düşüyor (kulaklarımız bu yüzden tıkanıyor). Bunun sonucunda kabinde ortaya çıkan düşük hava basıncı, kanımızda taşınan oksijen miktarında bir azalmaya sebep oluyor (bkz: hipoksi). Hipoksi, içerisinde bitkinlik, kafa karışıklığı, karar verememe gibi durumların yer aldığı bir sürü muhtemel belirtiye yol açıyor. En önemlisi de, duyguları kontrol altında tutma kabiliyetimizi altüst ediyor.
Üstüne üstlük, uçaklarda bulunan iklimlendirme sistemleri de havadaki nemi yüzde 25 ila 30 oranında azaltıyor ve sıvı kaybına sebep oluyor (bu yüzden insanlar, uçuş sırasında daha çabuk sarhoş oluyor).
Hafif hipoksi, sağlıklı bir insanı çok fazla etkilemezken (bu iyi bir şey çünkü pilotlar her zaman bu koşullar altında çalışıyor); Berlin’de yaşayan araştırmacı ve Almanya Hava Hekimliği Derneği başkan yardımcısı Jochen Hinkelbein, hipoksinin bizi psikolojik ve bedensel değişimlere karşı daha hassas yaptığını söylüyor. Hinkelbein, kendisi mükemmel derecede sağlıklı olsa bile, bu belirgin basınç ve nem değişimleri yüzünden kalkış esnasında sık sık uyuduğunu söylüyor; çünkü her iki durum da başınızı döndürüp, yorgun hissetmenizi sağlayabiliyor.
Bu fizyolojik değişimler, sonrasında beyinlerimizin etrafımızdaki rahatsız edici durumları düşünmeye başlamasına zemin hazırlayabiliyor. Erie Colorado Danışmanlık şirketinde çalışan klinik psikolog Jodi De Luca; yolcular duygusal hassasiyetlerinin farkına varmayabilse de, beyinlerimizin kapalı yer korkusu, yolculuk stresi ve bitkinlik sebebiyle uçakta fazla mesai yaptığını söylüyor.
Yüksek irtifalı dağlık bölgelerde yaşamanın zihin sağlığına etkileri üzerinde çalışan De Luca, “Uçakta yolculuk yaparken, etrafımızı pek kontrol edemiyoruz” diyor. Kendisinin aktardığına göre tüm bu stres kaynakları, bazı insanların ‘savaş ya da kaç’ tepkisini tetikliyor.
Bu durum, vücudun kortizol adı verilen stres hormonlarını daha fazla üretmesine sebep oluyor. Bu hormon, tansiyonumuz ile nabzımızı yükselterek duygularımızı etkiliyor ve duygularımızla mücadele etme kabiliyetimizi azaltıyor. Bunu bir miktar oksijen yoksunluğu, sıvı kaybı ve klişe bir film ile birleştirdiğinizde, Virgin Atlantic’in “Ankete katılan erkeklerin yüzde 41’i, gözyaşlarını gizlemek için battaniyenin altına gizlendiğini söyledi” demesi şaşırtıcı gelmiyor. Bu durum ayrıca, zaten öfke nöbetlerine müsait olan küçük çocukların neden uçuş sırasında çok daha fazla ağlama krizine girdiğini de açıklayabilir. Yine de, yapılan hiçbir çalışmada bu bağlantı açık şekilde incelenmemiş.
Washington Üniversitesi’nde Karşılaştırmalı Edebiyat, Sinema ve Medya profesörü olan Stephen Groening, uçuş eğlencesi bağlamında bu olgu üzerinde yıllardır çalışıyormuş. Groening, insanların izlerken ağladıklarını söylediği filmlerin içeriğinin önemli olmadığını söylüyor. Bir arkadaşı çok yakın bir zaman önce kendisine, Avustralya’ya uçtuğu sırada Thor izlerken ağladığını söylemiş. Groening, duruma katkıda bulunan bir diğer etmenin de yolcuların kendilerini içinde buldukları ortam olduğunu düşünüyor. Uçakta film izlerken, ekranlara (ve insanlara) alışık olduğumuzdan çok daha yakın duruyoruz.
“İçerikle çok fazla ilgisi yok; izole olduğunuz bir durumda olmakla ve aynı zamanda etrafınızda yabancıların olmasıyla alakalı” diyor Groening. “Başka hiçbir durumda yaşamadığımız bu fiziksel yakınlığı uzun bir süre yaşıyorsunuz.”
Bilim insanları henüz kesin bir işleyiş gösteremese de, çoğu araştırmacı durumun, ağlamamızı sağlayan tüm bu etmenlerin bir bileşimi olabileceğini tahmin ediyor. Groening, Hinkelbein’in tarif ettiği fiziksel değişimlerle birleşen bu bilinçaltı huzursuzluğun, uçaklarda neden ağladığımızı açıklayabileceğini söylüyor.
De Luca da hemfikir: “Duygular, yaşamlarımızı düşündüğümüzden daha fazla yönetiyor ve çevremiz, duygularımızı fark ettiğimizden daha fazla etkiliyor.”
Yazar: Lila Reynolds/Popular Science. Çeviren: Ozan Zaloğlu.