Canlıları meydana getiren moleküllerin muhteşem keşmekeşi o kadar karmaşık ki, bu zamana kadar bütün bir molekül sınıfı biyologların gözünden kaçmış. Biyokimyanın yeni keşfedilen bu parçası ne nadir, ne de bulunması zor türden; sadece, daha önce kimse aramayı düşünmemiş.
Stanford Üniversitesi’nde çalışan biyokimyacı Carolyn Bertozzi, bulguları, “Tamamen yeni bir biyomolekül sınıfının dudak uçuklatıcı keşfi” şeklinde tanımlanıyor.
“Gerçekten bomba bir keşif; çünkü hücrede, hiç bilmediğimiz biyomoleküler güzergâhlar olduğunu gösteriyor.”
Biyologlar, bizi oluşturan temel moleküler yapı taşlarını çok iyi biliyor. Karbonhidratlarınız (nişasta gibi), lipitleriniz (yağlar), nükleik asitleriniz (DNA) ve proteinleriniz (kas) var.
Bunlar, daha sonra dört alt gruba ayrılıyor; örneğin selüloz ve şekerler karbonhidrat. Ardından, bu gruplar arasında bileşimler bulunuyor; mesela farklı şekerler kırmızı bir kan hücresinde lipitlerle birleştiği zaman, AB0 kan gruplarını oluşturuyor.
Glikanlar, glikosilasyon adı verilen bir süreç yoluyla yağlar ile proteinlere tutunabilen ve bu sayede hücreden geçmelerine veya amaçlarına göre katlanıp doğru şekiller almalarına yardımcı olan şeker molekülü zincirleri. Embriyoların gelişiminden, hastalık yapıcı mikropların tanınmasına kadar pek çok temel biyolojik süreçte yer alıyorlar.
Boston Çocuk Hastanesi’nde çalışan biyokimyacı Ryan Flynn’ın öncülük ettiği araştırmacılar, glikanların kodlama yapmayan RNA’lara da bağlanabildiğini keşfetmişler.
Bu durum şaşırtıcıymış çünkü RNA’nın daha önce sadece hücre içinde (çekirdekte ve sıvıda) işlediği; glikanların ise genelde bir hücrenin küçük organellerinde veya hücre yüzeyinde yer alan zarlar ile bunlardan ayrıldığı düşünülüyormuş.
“RNA ve glikanlar, ders kitaplarına bakarsanız iki ayrı dünyada yaşıyor” diyor Bertozzi.
Araştırmacılar bu durumu, laboratuvar hücrelerindeki glikol moleküllerini siyalik asitle işaretleyip RNA’yı çıkardıklarında fark etmiş. Gerçekten de saflaştırılmış bazı RNA’lar, siyalik asitle işaretlenen şeker kaplaması taşıyormuş.
Takım daha sonra kontrol ettiği her hücrede; yüz milyonlarca yıllık evrimle birbirinden ayrılan türlerde (insanlarda, farelerde, hamsterlarda ve zebra balığında) glikoRNA olduğunu bulmuş. Bu durum ise söz konusu moleküllerin, Dünya’daki yaşamın genelinde muhafaza olmuş önemli bir biyolojik işlev taşıdığını akla getiriyor. Araştırma Cell bülteninde yayımlandı.
Tessa Komonduros/ScienceAlert. Ç: O.