Gök taşları, Dünya’yı ve Güneş’imizin etrafında dönen diğer gezegenleri oluşturan yapı taşlarının kalıntıları. Carnegie Bilim Enstitüsü’nde çalışan Nicole Nie’nin öncülüğünde yürütülen ve Science Advances bülteninde yayımlanan yeni bir çalışmada ise gök taşlarının izotop bileşimleri analiz edilmiş. Elde edilen bulgular, Güneş sistemimiz ve gezegenimizin jeokimyasal evrimine yönelik uzun süredir devam eden bir tartışmayı da sonlandırıyor.
Yıldızlar, gençlik zamanlarında dönen bir toz ve gaz diskiyle çevriliymiş. Bu maddeler zamanla birikerek, aralarında gezegenlerin de bulunduğu daha büyük cisimler meydana getirmiş. Bu cisimlerin bazıları uzayda gerçekleşen çarpışmalar sebebiyle parçalanmış. Kalıntıları ise bazen Dünya’nın atmosferine gök taşı şeklinde giriyor.
Nie ve Carnegie Bilim Enstitüsünde çalışan Anat Şahar gibi araştırmacılar, bir gök taşının kimyası ve mineral bilimi üzerine çalışarak, bu maddelerin Güneş sisteminin kargaşayla geçen ilk yıllarında maruz kaldığı koşullara yönelik detayları ortaya çıkarabiliyorlar. Bilim insanlarının ilgi duyduğu bir başka konu da, orta dereceli uçucu elementlerin neden Dünya’da ve gök taşı örneklerinde (Güneş’in bileşiminin temsil ettiği) Güneş sistemi ortalamasından az olduğu. Böyle adlandırılıyorlar çünkü nispeten düşük olan kaynama noktaları, kolayca buharlaştıkları anlamına geliyor.
Uzun bir süredir, ısınma ve soğuma dönemlerinin gök taşlarındaki uçucu elementlerin buharlaşmasıyla sonuçlandığı düşünülmüş. Nie ve takımı ise kayıp uçucular konusunda tamamen farklı bir olgunun iş başında olduğunu göstermiş.
Nie ve takımının karbonlu kondritler adıyla bilinen ilkel bir gök taşı sınıfında ortaya çıkardığı izotop kayıtları, uçucu maddelerin genç Güneş’in etrafında dönen maddelerden geçen dev şok dalgalarının sonucunda kaybolduğunu ve bu şok dalgalarının tozları eriterek kondrul adı verilen kristal parçacıklar oluşturduğunu gösteriyor. Bu tip olaylar, kütleçekimsel istikrarsızlık sonucunda veya bulutsulardaki gazdan geçen daha büyük boyutlu bebek gezegenlerle de oluşabiliyor.
Kaynak: Carnegie Bilim Enstitüsü. Çeviren: Ozan Zaloğlu.