Sinirbilimciler, beynin çalışma şekline yönelik yeni bir model öneriyor. Buna göre önemli olan şey münferit beyin bölgeleri değil, bu bölgelerin bağlantıları. Bu yeni görüş, beyinlerin bireyler arasında neden ve nasıl değişiklik gösterdiğini daha iyi anlamayı sağlıyor. Araştırmacıların makalesi bugün Science bülteninin özel bir sayısında yayımlandı.
Sağ yarımküremiz yaratıcılık, sol yarımküremiz ise mantıklı düşünme için. Fakat beynimizin çalışma biçimiyle ilgili klasik bir görüşten kaynaklanan bu düşünce, aslında bir şehir efsanesi. Bu görüşe göre beynimiz, her birinin özel bir işlevi bulunan birkaç beyin bölgesine sahip. Beyne yönelik bu ‘modüler’ bakış açısı her ne kadar geçerliliğini kaybetse de, halen pek çok ders kitabında görülebiliyor.
Radboud Üniversitesinde çalışan sinirbilimci Stephanie Forkel ve Bordeaux Üniversitesinde çalışan sinirbilimci Michel Thiebaut de Schotten’a göre, beynin işleyişine farklı bakmamız gerekiyor. Beynin işlevleri ayrı beyin bölgeleriyle sınırlı olmaktan ziyade, bu bölgeler arasındaki değiş tokuştan ortaya çıkan şeyler.
Konuşma ve okuma için gerekli
“Örneğin dile bakın” diyor Forkel. “Buradaki sonuç, salt parçaların toplamından daha fazlası. İletişim kurmak için söylenen şeyi belli bir bağlamda hızlıca anlamanız ve konuştuğunuz kişiye bağlı duygusal niyetleri göz önünde bulundurmanız gerekiyor. Eğer beyin modüler bir yapıda çalışsaydı, dil ile ilgili tüm bu hesaplamaları böylesine kısa bir sürede yapmamıza izin vermezdi.”
Sinirbilimcilere göre bağlantılar beyin sinyallerini yükseltip zayıflatabiliyor ve beynin yapısı ile işlevini belirliyor. Beyin bölgelerinin bağlantı kalıpları ile bilişsel görevler sırasındaki faaliyetleri arasında güçlü bir bağlantı var. Beyin bağlantılarına dayalı olarak beyindeki bir fonksiyonun nerede ortaya çıkacağını tahmin etmek mümkün. “Eğer okuma yazma öğrenmeden önce bir çocuğun beynine bakarsanız, sinir güzergâhlarından oluşan beyaz maddenin halihazırda ‘klasik’ okuma bölgesine bağlandığını görürsünüz” diyor Forkel.
Beyin farklılıkları
Klasik modüler beyin görüşünde bulunan bir diğer önemli boşluk da, bireyler arasındaki çeşitliliğin açıklanamaması. “Herkesin beyni farklıdır ve bu durum, hepimizin bildiği ders kitaplarındaki beyne hiç benzemiyor. Kadavraların beyinleri üzerinde çalışma yürüttüğüm zaman farkına vardığım bir şeydi bu. Nörogörünteleme araştırmalarında çoğu zaman katılımcıların beyinleri standart bir beyne uyduruluyor ve insanlar arasındaki çeşitlilik hesaba katılmıyor. Şu an bu durum sinirbilimde büyük bir mesele halini almış durumda” diyor Stephanie Forkel.
Bu yeni ağ yaklaşımıyla birlikte bilim insanları, beyinlerimiz arasındaki farklılıkları örneğin evrim ışığında modelleyebiliyor. “Beyaz maddeye bakarsanız, beynimizin eski kısımlarının (‘sürüngen’ beyin) az çok aynı olduğunu görürsünüz. Daha yeni evrimleşmiş kısımlar ise insanlar arasında daha fazla değişkenlik gösteriyor. Bu durum, beynin evrimini yeni bir çerçeveye yerleştiriyor.”
Üstelik beyin işlevini araştırmaya yönelik bu yeni yaklaşım, klinik tedavilerde büyük bir etki meydana getirebilir. “Herhangi bir belirtisi olmayan veya beklemeyeceğiniz belirtileri olan beyin lezyonlu hastalar var. Bir çalışmada bu lezyonların bütün beyin ağını nasıl etkilediğini inceledik. O çalışmada bu ağ kalıbını kullanarak, hastaların hangi belirtileri olduğunu ve bir yıl sonra hangi belirtilerin gelişeceğini tahmin edebildiğimizi gösterebilmiştik.”
Kaynak: Nijmegen – Radboud Üniversitesi. Çeviren: Ozan Zaloğlu.