Son yıllarda dünyanın bir çok yerinde meydana gelen afetler; depremler, orman yangınları, maden kazaları, kuraklıklar, kasırgalar pek çok şekilde tanımlanabilir.
Bu afetlere eşi görülmemiş diyebilir, bunları üzücü şeklinde adlandırabiliriz. Bu felaketleri gören herkes, yaşanan olayların ne kadar yıkıcı olduğunu bir an bile tereddüt etmeden kabul edecektir. Fakat ne şekilde tanımlarsanız tanımlayın, onlara doğal demeyin. Bir felakette “doğal” olan; yani kaçınılmaz olan hiçbir şey yoktur.
Doğal afet denilen kasırgalar, kuraklıklar, depremler ve sel baskınlarının çoğu aslında doğal şekilde gerçekleşir. Hatta insanların yaptığı katkılar, bu olayların görülme ihtimali veya şiddetini artırabilir. Fakat bunlar afet değil, tehlikedir. Kimsenin yaşamadığı bir yeri kasırga vurursa, bu bir hava durumudur. Bir afet ise doğal bir tehlikenin insan nüfusuyla karşılaşmasıyla meydana gelir. Bu kesişim, sıklıkla da doğal olmaktan çok uzaktır.
Doğal bir tehlike insanlar ile karşılaştığında
Afetlere baktığınızda, oluşan zararın çoğu tahmin edilebilir olmasının yanında tahmin edilmiştir de. ABD’deki Harvey Kasırgası’nın vurduğu Houston şehrini ele alalım. ProPublica isimli bir kuruluş, 2016 yılında plansızlık yüzünden şehir sakinlerinin kasırga karşısında inanılmaz derecede savunmasız kaldığını söyleyen detaylı bir makale yayımlamış. Şehirde, Amerikan Ordusu Mühendisler Birliği’nin ciddi bir yağmur sırasında sel basacağını bildiği yerlerde yerleşim kurulmasına izin verilmiş. 1996 yılında yayımlanan bir raporda ise Houston’ın bulunduğu Harris ilçesinde tehlikenin azaltılması için acilen adım atılması gerektiği belirtilmiş. Kulak asılmamış. Harvet şiddetli bir hava olayıydı, evet ama bu doğa olayını afete dönüştüren tek şey altyapı eksikliği ve plansızlıktı.
Fakat basiretsiz olan tek şehir Houston değil. Yangın çıkma tehlikesinin özellikle yüksek olduğu düşünülen yerlere gitgide daha fazla ev yapılıyor. Sadece son 20 yılda Kolorado eyaletinin “kırmızı bölgesine” yaklaşık 250.000 insan yerleşti. Kırmızı bölgeler, yangına olan eğilimlerine karşın çeşitli sebeplerle emlak için cazibeli yerler: Bazı durumlarda güzel yerler ve çoğu zaman pahalı değiller. Ayrıca Amerikalıların su götürmez bir düşüncesi de var ki, istedikleri yerde yaşayabilmeleri gerektiği görüşündeler; tehlikeler kimin umrunda! Fakat evinizi tren yoluna yapıyorsanız, çoğu insan bu kaçınılabilir çarpışmaya kaza demeyecektir.
Açık konuşmak gerekirse, talihsizlikleri yüzünden herhangi birini veya grubu suçlamak değil bu. Pek çok insanın tehlikeli bölgelerde yaşamasının sebebi, bu kişilere tehlikelerden açık açık bahsedilmemiş ya da bu bölgelerin sadece insanların müdahalesi sebebiyle tehlikeli hale gelmiş olması. Elbette servet de bir etmen. Mali yönden güçlü olmayı zorlaştıran politikaların yoluna taş koyduğu Porto Riko, altyapı yatırımına pek öncelik verememiş. Bazı yerlerde ise hükümet politikaları yüzünden insanlar marjinal bölgelere itilmiş ve afetlere özellikle yatkın yerlerde geçimlerini sağlamaya mecbur kalmışlar.
Örneğin Sandy Kasırgası New York şehrini vurduğunda, en çok etkilenen gruplar Rockaway Yarımadası’ndaydı. Bir tarafında Jamaica Körfezi’nin ve diğer tarafında Atlantik Okyanusu’nun bulunduğu bölge, aslında 18 km’lik bir bariyer resifi. Konumu sebebiyle tropikal fırtınalar için mıknatıs niteliğinde ve gerçekleşmeyi bekleyen bir afet var: Tahliye zor; özellikle de arabanız yoksa. Hal böyleyken, şehir kasıtlı olarak yoksul, engelli ve yaşlı insanları bu bölgeye itelemiş.
Okyanus ve Şehir Arasında kitabında Lawrence Kaplan, “İzolasyonu ve açık alanları sebebiyle Rockaway, yoksul azınlıkları şehir merkezi dışına çıkarmak isteyen yetkililer tarafından elverişli bir yer şeklinde görülüyor” diye yazıyor. “Sosyal yardım alan bu yeni sakinlerin pek çoğu Rockaway’e kendi istekleriyle gelmedi. Belediye yetkilileri onları buraya yönlendirdi. Hükümet organları, şehir bölgelerinin diğer kısımlarında hüküm süren bu kısıtlayıcı ve ayrımcı uygulamaları öylece kabul etti ve karşı koymak için girişimde bulunmadı.”
Kaplan, Rockaway’ın Queens ilçesinin toplam nüfusunun yalnızca yüzde 0,05’ine ev sahipliği yapmasına rağmen devlet destekli konutların yarısından fazlasını içerdiğini belirtiyor. Takip eden yıllarda ilçe, kıyı boyunca yaşlılara ve yakın zaman önce taburcu olmuş psikiyatri hastalarına kapı açan bakımevleri de inşa etmiş. Şehir, en savunmasız sakinlerinin bir bölümünü olabilecek en tehlikeli yere bilerek yerleştirmiş. Sandy’nin ardından oluşan yıkımın doğal ve kaçınılmaz olduğu söylense de, öyle değildi.
Yaşamayı seçtiğimiz bölge ve orada yaşamayı seçme sebebimiz, doğal bir tehlikenin afete dönüşmesinde etkili.
Nehir alanı
Bir kısım doğal tehlikenin kaçınılmaz olduğu doğru. Dünya üzerinde hiçbir doğal tehlikeden; depremlerden, sellerden, kasırgalardan, hortumlardan, kar fırtınalarından, kuraklıktan vs. etkilenmeyecek bir yer muhtemelen yoktur. Fakat bir afetin doğal olduğunu söylemek, afette meydana gelen en kötü şeyleri önlemek için bir şeyler yapma mecburiyetinde olmadığımız anlamına geliyor. Tehlike için plan yapmaktan kaçınmamıza ve insanlar ile doğanın gücü arasındaki bu feci çarpışma kaçınılmazmış gibi davranmamıza olanak sağlıyor.
Uzun sel geçmişine rağmen Houston’da sel tahliye bölgeleri bulunmuyor. Büyük şehirlerin tahliye edilmesi imkansız değilse bile zor. Fakat bir şehrin tehlike miktarına göre bölgelere ayrılması, sorunun bir kısmının halledilmesini sağlayabilir. Düşük tehlike bölgelerinde bulunan insanlar yerinde kalırken, yüksek tehlike bölgelerinde yaşayanlar ya şehirdeki düşük tehlike bölgelerine giderek, ya da araçları varsa hepten şehir dışına kaçarak kendi kendilerini tahliye edebilirler. Harvey Kasırgası sırasında bile Houston’ı tekdüze bir sel basmamıştı. Şehirde bölgeler oluşturulsaydı, yetkililer sel basması neredeyse kesin olan mahalleleri daha güvenli yerlere gitmeye teşvik edebilirdi. Ne çatılardan yapılan uç derece kurtarma çalışmalarının bir kısmına gerek kalırdı, ne de yardım beklerken tavan arasında boğulan kişilerin ölmesine… Ayrıca her ülkenin doğal tehlikeler konusunda böyle bir tutum sergilemediğini belirtmekte fayda var.
Fransızların Hollanda için kullandığı Pays-Bas kelimesi, ülkenin bulunduğu konuma veya deniz seviyesinin altına ithafen düşük ülke anlamına geliyor. Ülke, suyu uzak tutmayı başarmış karmaşık bir bent sistemiyle meşhur. Sakinleri ise çoğunlukla afetten uzak, güvende yaşıyor. 1993 ve 1995 yıllarında meydana gelen bir dizi şiddetli fırtına 2.000 yıllık Nijmegen şehrini vurmuş ve uzun süredir devam eden güvenlik hissiyatını tehdit etmişti. İnsanlar ve hayvanlar tahliye edilmiş fakat bentler dayanmıştı. Afet önlenmişti. Buna rağmen sakinler hâlâ altyapıya bel bağlamıyor. İklim değişimiyle bağlantılı yükselen deniz seviyeleri sebebiyle artan tehlikeler karşısında, şehir sadece bentlerini yükseltmiyor. Onları aynı zamanda geri de taşıyor ve aslında nehrin kıvrılmasına olanak sağlamak için daha büyük bir sel düzlemi meydana getiriyor. Hollanda, Birleşik Devletler’den aksine karşılaşacağı tehlikeler için plan yapıyor ve onları etkisiz hale getiriyor.
Doğal Afet Diye Bir Şey Yoktur: Etnisite, Sınıf ve Katrina Kasırgası kitabı şu sözlerle başlıyor: “Afetler üzerinde çalışma yürüten sosyal bilimciler, yaklaşık yarım asırdır afetlerin ‘doğal’ olmadığını; nüfusun ve sosyo-ekonomik niteliklerin, sosyal ve kültürel normların, önyargı ve değerlerin etkilediği, sosyal şekilde inşa olan olaylar olduklarını tartışıyor.” Bu sözler, felaketlerin anıları birçoğumuzun zihninde silikleştikçe hepimizin aklında tutması gereken bir not gibi.
Yazar: Kendra Pierre-Louis/Popular Science.