Arkeolojik bulgular, iklim ve diğer unsurların etkilediği çatışmaların zamanla artıp azaldığını gösterilor.
İnsanlık şiddete gittikçe daha mı çok başvuruyor? Tarihte, atom bombasının kullanılması kadar yıkıcı bir olayın yaşandığı başka bir dönem bulmak zor. Antik atalarımızın sergilediği en şiddetli eylemler bile ülkelerin sadece son yüzyılda gerçekleştirdiği organize saldırılar karşısında sönük kalır. Devam eden savaşlar ve insan hakları ihlalleri, tarihteki en berbat zamanlardan birinde yaşadığımızı düşündürüyor. Fakat tarihsel şiddeti araştıran arkeologlara göre bulgular, siyah-beyaz bir yanıtın olmadığını söylüyor.
İnsanların hiç olmadığı kadar fazla şiddet sergilediğine karar vermek için insanlık tarihinde gerçekleşen bütün saldırgan eylemlerin zaman cetveli gerekiyor. Kazıbilimciler yaklaşık 430.000 yıl önce ilk cinayet kurbanı olabilecek bir iskeletten, savaş zayiatlarının veya insan kurbanların saklandığı antik Mezopotamya’daki ölüm çukurlarına kadar insanlığın şiddetli tarihine dair bir hikaye anlatan bazı eserlere ulaşmışlar. Fakat tarihin bu parçaları, tablonun tamamını görmeye hâlâ yetmiyor.
İngiltere’deki Edinburgh Üniversitesinde çalışan ve insanlık tarihinin erken dönemlerindeki çatışmayı araştıran arkeolog Linda Fibiger şöyle açıklıyor: “Zamanda ne kadar geriye gidersek, şiddet ve cinayetleri değerlendirmek de o kadar zorlaşıyor.”
Kalıntılar tek başlarına bütün hikayeyi anlatmıyor. İnsanların belli bir dönem şiddet sergileyip sergilemediğini veya birinin şiddet kaynaklı ölümünün izole bir olay olup olmadığını bilecek kadar bulguya ulaşmak zor. Antik bir insan üzerinde yürütülen otopsi şiddet kaynaklı bir ölüme işaret etse bile, bir katilin saikini ortaya çıkaramaz. Örneğin insanlar tanrılara hediye olarak kurban edildiğinden, bazı törensel eylemler şiddetle içiçe geçmiş durumda.
“Tarih öncesi dönemin sürekli savaş ve çatışmayla geçtiğini düşünmüyorum. Fakat iskelet bulguları ve şiddet kaynaklı travması olan birey yüzdesine bakıldığında, eminim ki çoğu kişi şiddetin farkındaydı ya da onunla karşılaşmış birini biliyordu” diyor Fibiger. Bilim insanı ayrıca geçmişteki insanların bir eylemi suç olarak görüp görmemesinin de şiddet sergilenen bir zamanda yaşayıp yaşamadıklarına yönelik algılarını değiştirebileceğini belirtiyor.
Eğer algı bir etmense, şimdiye kadarki en barışçıl çağda yaşıyor olabilmemiz mümkün. 2011’de çıkan Tabiatımızın İyi Melekleri: Şiddet Neden Azaldı kitabında bilişsel psikolog Steven Pinker, o zamanlarda ufak avcı-toplayıcı grupların en şiddet eğilimli insanlar olduğu ve insanların en çok savaştan öldüğü görüşünde. İnsan toplulukları daha örgütlü devlet düzenine geçtikçe, daha iyi “medenileşebilmiş” ve empati, muhakeme ile kendini kontrol becerileri geliştirmişler.
Florida Eyalet Üniversitesinde çalışan evrimsel insanbilimci Dean Falk, “Çok daha akıllı, mantıklı ve daha medeni olduğumuzu düşünmek istiyoruz” diyor. “Fakat artık her şeyin güllük gülistanlık olduğunu düşünmüyorum.” Falk, Pinker’in bulguları üzerinde yaptığı önceki analizde, Pinker’in hesaplamalarında farklı insan topluluklarının popülasyon boyutlarını hesaba katmadığını keşfetmiş. Bu durum, devlet temelli toplumlarla karşılaştırıldığında avcı-toplayıcı topluluklardaki savaş kaynaklı ölümlerin oranını artırmış olabilir. Falk, küçük bir toplulukta daha büyük bir kesim çatışmada ölmüş olsa bile bu durumun, topluluğun şiddet içeren davranışlarından ziyade uğradığı saldırılar hakkında bilgi verdiğini ileri sürüyor.
Falk hesaplamalara mutlak ölüm sayısını (boyutlarına oranla belli bir popülasyondaki ölüm sayısı) dahil ettiğinde, bir toplumun üyelerini savaşta kaybedip kaybetmediğini belirleyen şeyin medeniyet yapısının tipi değil, popülasyon boyutu olduğunu keşfetmiş. Yıllık savaş kayıplarının yüzdesi devlet toplumlarında daha düşük olsa da, Falk yıllık savaş ölümlerinin sayısının daha büyük popülasyonlarda arttığını söylüyor. “Bunun büyük beyinlerle ve birbirini öldürmek için daha etkili silah üretecek teknolojiye sahip olmakla alakası olabilir.”
Ayrıca az ya da çok, daha fazla şiddet içeren bir topluma doğru gittiğimizi belirten bir kural da bulunmuyor. Bu ay Nature Human Behaviour bülteninde yayımlanan yeni araştırmada, insanların şiddet eylemlerinin tarih boyunca artıp azaldığı ileri sürülüyor. İspanya’daki Barselona Üniversitesinde çalışan ve yeni çalışmanın eş yazarı olan kazıbilimci Giacomo Benati, tarihteki şiddet eğilimleri analiz edilirken sıklıkla önyargılara kurban gidildiğini ve tarihi savaş kayıtlarına veya antik dünyanın kutuplaşmış anlatılarına odaklanıldığını söylüyor.
İnsanların erken dönemlerdeki şiddet eylemlerine yönelik şimdiye dek yürütülen en büyük arkeolojik çalışmalardan biri olan yeni çalışmasında Benati, geniş bir kemik setini inceleyerek bu önyargıdan kaçınmaya çalışıyor. Benati ve araştırma takımı, Milattan Önce 12.000 ile 400 yılları arasında Ortadoğu’daki yedi ülkede yaşamış insanlara ait 3.539 iskelette kafatası travması veya silahla ilişkili yaralara yönelik işaretleri analiz etmiş.
Araştırmada yer almayan Fibiger’a göre çalışmayı ilginç yapan nedenlerden biri de, neler olduğunun bağlama yerleştirilmeye çalışılması. İnsanların iskelet kalıntılarına ait bu en büyük veri seti, araştırmacıların travmatik ölümleri devam eden çatışmalara, ekonomilere ve iklimin sebep olduğu eşitsiz kaynak ve servet dağılımına bağlamasını sağlamış. “Bu şeylerin bir araya getirilmesi, insanların yaşamlarına ve neyin çatışmayı şiddetlendirip, ilişkilerin bozulmasına sebep olmuş olabileceğine yönelik daha iyi bir fikir veriyor” diyor Fibiger.
Benati ve makalenin eş yazarlarının vardığı kanı, kişiler arası şiddetin (cinayet, işkence, kölelik ve diğer acımasız cezalar) M.Ö. yaklaşık 4.500 ila 3.300 arasındaki Bakır Çağı döneminde zirveye ulaştığı yönünde. Bu yüksek şiddet oranları, kontrol için rekabet eden siyasi birimlerin oluşmasıyla alakalı olabilir. Bu durum, bölgesel kavgaların kızışarak daha büyük ve daha örgütlü çatışmalara dönüşmesine yol açmış olabilir.
Benati en şaşırtıcı bulgunun, Erken ve Orta Bronz Çağı dönemi boyunca şiddetin sabit şekilde düşmesi olduğunu söylüyor. Bu durumun, yaşam standartlarının daha iyi hale gelmesiyle alakalı olabileceğini düşünüyor. “Çıkarılan binlerce iskelet fotoğrafına baktıktan sonra, çağdaş tıptan önceki hayatın hoş görünmediği düşüncesindeyim” diyor. “Kısaymış ve sürekli hastalık, ağrıyla yaşamak zorunda kalmışlar.”
Şiddet seviyelerinin, Geç Bronz Çağı ve Demir Çağı’nda yeniden yükseldiği görülüyor. İnsanlar iklimin kuraklaşması sebebiyle daha şiddet eğilimli hale gelmiş olabilir. Demir Çağı’nda, yetersiz mahsul ve yaygın kıtlığa katkı yapan 300 yıllık bir kuraklık yaşanmış. Bu susuzluk, insan topluluklarını strese sokmuş ve kaynak rekabetine yol açmış olabilir. İster toprak ister yiyecek olsun, insanların bu sınırlı kaynaklara ulaşmaya çalışması, Fibiger’in belirttiğine göre bugün bile görülen evrensel birer şiddet tetikleyicisi. Ek olarak Benati, günümüzde kötüleşen iklim durumu göz önüne alındığında insanların geçmişte olağanüstü iklim olaylarına gösterdiği tepki şeklinin, gelecekte bozulan dengelere nasıl tepki vereceklerini de gösterebileceğini aktarıyor. Örneğin iklim değişimi, yeniden uzun bir şiddet döneminin habercisi olabilir.
Çatışmalarla baş etme konusundaki kanlı sicilimiz göz önüne alındığında, arkeologlar insanların gelecekte şiddetsiz bir toplumda yaşayıp yaşamayacağı konusunda ikiye bölünmüş olmayı sürdürüyor. Fibiger, insanların doğuştan şiddet eğilimli olmadığına fakat kendilerini veya rızıklarını savunmaları gerektiği durumlara itilebileceklerini düşünüyor. İnsanların geçmişteki şiddet olaylarından ders çıkararak daha iyisini yapabileceği görüşünde. Falk ise bu kadar iyimser değil. Antik atalarımız kadar şiddet sergileme kabiliyetimiz bulunduğu için türümüzü yok etmemizin muhtemel olduğunu söylüyor. Bugün tek fark, daha ölümcül silahlara ve daha organize savaşa erişimimiz olması. “Bunun kanıtı için TV’yi açıp akşam haberlerini izlemeniz yeterli.”
Yazar: Jocelyn Solis Moreira/Popular Science. Çeviren: Ozan Zaloğlu.