Gökbilimciler, güneş sistemimizde neyin gezegen sayıldığı konusunda biraz titiz.
Plüton 21’nci yüzyılın büyük bir kısmı boyunca gezegen değildi ve hâlâ da değil. İnsanlar onu 76 yıldır dokuz cisim kulübünün en küçük, en uzak üyesi olarak bilmişti. Fakat 2006 yılında Uluslararası Gökbilim Birliği (UGB) tüm bunları değiştirdi. California Teknoloji Enstitüsünde çalışan Mike Brown isimli bir gökbilimci, bilinen tüm gezegenlerin ötesinde birkaç tane tuhaf cisim keşfetmişti. Bunlardan biri olan Eris, Plüton’dan daha büyük görünüyordu (fakat artık neredeyse tamamen aynı boyutta olduklarını biliyoruz).
UGB’yi meydana getiren gökbilimciler zor bir seçimle karşı karşıyaydı: Ya bütün yeni cisimleri ve gelecekte keşfedilecek yüzlerce cismi gezegen olarak tanımlayacaklardı ya da bu unvanın taşıdığı daha derin anlamı muhafaza edecek dar bir tanım seçeceklerdi. İkinci seçeneği tercih ettiler. Birkaç yüz bilim insanı, Plüton’u alt dereceye indirmek için oy kullandı ve yeni bir dünya grubunun ismini ilk ona verdi: Bu isim cüce gezegendi.
Plüton neden artık bir gezegen değil?
UGB “gezegen” kelimesini resmi olarak ilk tanımladığında Plüton buna uymuyordu. Dünya, Satürn ve geri kalanlarla birlikte gezegen statüsünü korumak için üç testi geçmesi gerekiyordu:
- Bir gezegenin güneşin etrafında dolaşması gerekiyor.
- Bir gezegenin (çoğunlukla) yuvarlak olması gerekiyor.
- Bir gezegenin yakınında başka cisimlerin bulunmaması gerekiyor.
Güneş’in etrafında her 248 yılda bir tur atan Plüton, ilk testi zaferle geçti. Bu testi geçemeyen şeyler arasında, Ay’ın Dünya’nın etrafında dönme şekli gibi diğer cisimlerin etrafında dolaşan cisimler yer alıyor.
İkinci testte de sorun çıkmamıştı. Daha küçük boyutlu asteroitler (Güneş’in etrafında dönen) ilginç şekillere sahip olabiliyor. Örneğin Itokawa, yumrulu bir patatese benziyor. Fakat bir cisim yeterince büyüdüğünde, kütleçekiminin etkisi fazla çıkıntı yapan tüm kısımlarını geri çekiyor ve yuvarlak bir şekil meydana getiriyor. Plüton yuvarlak olacak kadar büyük.
Bu eski gezegenin karşılaştığı en büyük zorluk, “gezegen” kelimesini duydukları zaman pek çok gökbilimcinin düşündüğü şeyin özünü oluşturan üçüncü testti. Merkür’den Neptün’e ve hatta evet, Plüton’a kadar çoğu gezegen ismini Roma tanrılarından alıyor. Hal böyle olunca, etraflarına hakim olmalarını bekliyoruz. Güneş sistemi kum taneleriyle, dev gaz devleriyle ve bunların arasındaki çok fazla cisimle dolu. Güneş’in etrafında dönen bu kadar farklı boyutlarda cisim olması, ortalığı epey bir karıştırıyor. Plüton avcısı Mike Brown’un blogunda yazdığı üzere, tüm bu kaosun ortasında düzen meydana getiren cisimler gezegenler.
Mars ve Jüpiter arasında bulunan ve bir milyonu aşkın gezegen enkazından oluşan dağınık bir koleksiyon olan asteroit kuşağını ele alalım. Kayalık bir asteroidin kaderi belirsizdir çünkü bir sonraki yörüngesi, onu Jüpiter’e çok yaklaştırabilir ve Jüpiter’in kütleçekim etkisi onu tamamen farklı bir yöne itebilir. Ya da başka bir asteroide çarpıp parçalara ayrılabilir.
Fakat sekiz klasik gezegenin yörüngelerinde çoğunlukla başka cisimler yoktur. Kimse Uranüs veya Mars’a bulaşamaz. Asteroitlerin aksine, bir gezegenin güzergâhındaki herhangi bir şey ya gezegen tarafından kendine çekilmiş ve uydu şeklinde hapsedilmiştir, ya da itilmiştir. Dört buçuk milyar yıldır yer için itişip kakıştıktan sonra yörüngelerinde kalan son büyük cisimler, bu sekiz klasik gezegendir.
Plüton ise farklı. Genel olarak Güneş sistemine bakarsanız, asteroit ve gezegen arasında bir yerde duruyor. Gökbilimcilerin bildiği kadarıyla yakındaki hiçbir cisim onu dışarı itme tehdidi sergilemiyor. Fakat araştırmacılar Plüton’un ortamını daha fazla anladıkça, bu cüce gezegen artık o kadar da özel görünmüyor. En uzak gezegen olmak yerine Plüton, Neptün’ün ötesinde yörüngelere sahip belki de bir trilyon kuyruklu yıldız ve buz topundan oluşan halka biçimindeki bir yapı olan Kuiper Kuşağı‘nın en yakın üyesi gibi duruyor. Bu cisimlerden en az 200 tanesi, muhtemelen yuvarlak olacak ve kendilerini cüce gezegen yapacak kadar büyük. Ayrıca asteroitler gibi hepsi benzer şekillerde hareket ediyor. “Plüton” diyor Brown, “Her zaman bu sürünün parçası olacak.”
Plüton hâlâ önemli mi?
Plüton gezegen statüsünü kaybetti diye ilginçliğini de kaybedecek değil. New Horizons uzay araştırma aracı, 2015 yılında cüce gezegenin yakınından uçmuş ve uçurumlar, dağlar, ovalar ile belki de buz püskürten volkanlar bakımından zengin, aktif bir yüzeyi ortaya çıkarmıştı. Dahası, bugün bilim insanlarını en çok heyecanlandıran yerlerin bazıları gezegen değil. Cassini-Huygens uzay görevinde, Satürn’ün uydusu Titan’da metan gölleri ortaya çıkarılmıştı. Juno görevi ise Jüpiter’in uydusu Europa’nın buzlu okyanusunu yaşam için araştırıyor. Söz konusu cisimler üzerinde çalışma yapan gezegen bilimciler için bunların hepsi “dünya”.
“Gezegen” ismi bilimsel bakımdan o kadar fazla anlam ifade etmese de, insanlar düzenli etiketler ile cisimleri gruplara ayırmayı seviyor. Asteroitler, kuyruklu yıldızlar ve uyduların faydalı kategoriler olduğu görüldü. Dolayısıyla Güneş’in etrafında dönen bütün cisimlerle ilgili anlamlı bir şekilde konuşmak istiyorsak, tamamlayıcı bir “gezegen” etiketinin bulunması yardımcı olabilir.
Plüton tartışması, kimin kabul edilip kimin edilmediğine veya kimin büyük, kimin küçük olduğuna takılıp kalmakla ilgili bir şey değil. Güneş sisteminin yapısını anlamakla ve kendilerini diğer rakiplerden ayıran, kütleçekim yönünden güçlü bir cisim grubu olduğunun farkına varmakla ilgili.
Yazar: Charlie Wood/Popular Science. Çeviren: Ozan Zaloğlu.