Ahtapotlar Akıllı, Oyuncu ve Oldukça Acayip Canlılar
Yabani ve Evcil.
Aşağıdaki yazı, Sy Montgomery ve Elizabeth Marshall Thomas’ın yazdıkları Tamed and Untamed: Close Encounters of the Animal Kind (Yabani ve Evcil: Hayvan Cinsine Yakından Bakmak) isimli kitaptan bir bölümdür.
Herkes Octavia’yı okşamak istiyor. Ve hiç şüphe yok ki. O çok güzel, zarif ve sevecen. İşin aslı onun, kemiksiz, sümüksü ve 8,3 C’lik dondurucu soğuk bir ortam içinde yaşıyor olması hiç birimizi engellemiyor.
Beni – bizi etkileyen, New England Akvaryum’unda gönüllü çalışan Wilson Menashi ve çevreci radyo programı Living on Earth’den (Dünya’da Yaşamak) gelen dört ziyaretçi karşısında, kendini açıkça sevdirmek isteyen dev Pasifik ahtapotu Octavia oldu.
Bakıcısı Bill Murphy, onu göstermek için kapağını açınca, Octavia Wilson’u ve beni hemen tanıdı; onunla pek çok hafta boyunca birlikte çalışmıştık. Heyecandan kızardı, tankın uzaktaki köşesinden bize doğru aktı. Ellerimizi suya soktuğumuzda, ellerini bizimkilerle birleştirmek üzere kaldırdı, düzinelerce, beyaz, güçlü, hisli, vantuzu ile bizi kucakladı. Wilson zaman zaman ona, tankının kenarında asılı duran plastik kovadan bir balık veriyordu.
Kısa bir süre sonra, Living on Earth personeli de bize katıldı. İnsanlar ilk başta kararsızdı. Film ve hikayelerde ahtapotlar, canavar olarak gösterilir, dev Pasifik bunların içerisinde en büyük ve güçlü olanıdır. İri bir erkek sadece bir vantuzu ile 13-14 kg ağırlığı kaldırabilir, hayvanda bunlardan 1.600 adet bulunuyor. Octavia’nınkiler, kollarımızda kızarıklıklar bırakabilecek kadar güçlüydü. Ama o, öyle meraklı ve arkadaş canlısıydı ki, kimse krema gibi yumşak tenine dokunma fırsatına karşı koyamıyordu. Aynı köpek okşar gibi onu okşadık, renk değiştiren teninin görüntüsü, vantuzlarının duyarlılığı ve bir sürü kolunun akrobatlıkları ile mest olduk.
Daha sonra, Menashi onu beslemek için yeni bir kapelin almaya uzandığında, balık kovasının gitmiş olduğunu farkettik.
En az altı kişi onu izlerken, üçümüzün elleri tankının içerisindeyken, Octavia kovayı elimizin altından kolayca çalmıştı.
Menashi, ”ahtapotlar şaşırtıcı derecede akıllıdırlar,” diyor. Elbette ki bir bildiği var: Yirmi yıldır onlarla çalışıyor ve kendisi bu zeki omurgasızları oyalamak konusunda uzman. Aksi takdirde sıkılıyorlar. Akvaryumlar ahtapot tanklarına özel, detaylı, kaçılamaz kapaklar dizayn ediyorlar ve bununla beraber ahtapotlar sıklıkla kısıtlanıyorlar. Yine de, ahtapotların barınaklarından kaçmaları nadir bir durum değil ve oranın sakinlerini yemek amacıyla gittikleri başka tanklarda ortaya çıkıyorlar. Çoğu akvaryum ahtapotlarına sökmeleri için Legolar, kapaklarını açsınlar diye kavanozlar ve oynasınlar diye Mr. Potato Heads (Bay Patates Kafalar) veriyorlar. Menashi, emekli bir mucit, her birinin farklı açılış biçimi olan, iç içe geçmiş Plexiglas küpler tasarlamış, ama Boston’un ahtapotları içindeki lezzetli yengeci almak için, bunları açmayı çabucak öğrenivermişler. Daha yeni, Yeni Zelanda’da bulunan Kelly Tarlton’un Deniz Yaşamı Akvaryumu’nda akvaryumcular, Sony mühendisleri ile bir ekip oluşturup, Rambo isminde dişi bir ahtapota, su geçirmez bir kameranın kırmızı düğmesine basarak ziyaretçilerin resimlerini çekmeyi öğretmişler. Akvaryum bu resimleri tanesi 2 $’dan satarak, doğal kaynakları koruma programlarına katkı sağlıyor. Rambo’nun, fotoğrafı ile neler yapıldığının farkında olduğu düşünülmese de, aygıtı sadece üç denemede çalıştırabilmiş.
Bizimkine bu kadar benzeyen bir zekanın, bize bu kadar benzemeyen bir canlıda görülmesi oldukça şaşırtıcı gelebilir. ”Kısa boylu Marslı’lar geldiler ve kendilerini bilim dünyasına sunuyorlar,” diyor Chicago Üniversitesi’nden nöro bilimci Cliff Ragsdale, ”ahtapotlar ve akrabaları omurgalılar dışında, gelişmiş zekaya sahip beyin oluşumuna tek örnektir.”
Ahtapot beyni, insan beyninden çok farklı bir görünüme sahiptir. İskeletimizin içinde beynimiz, fındık kabuğunun içinde fındığın durduğu gibi durur. Ahtapotlarda hiç kemik bulunmaz, beyinleri boğazlarının etrafında sarılıdır. Bizim beynimiz dört lob şeklinde düzenlenmiştir. Onlarınkinde ise, sayıları nasıl saydığınıza göre değişen, elliden yetmiş beşe kadar lob bulunabilmektedir. Bizim sinir hücrelerimizin çoğu beynimizdedir. Ahtapotların sinir hücrelerinin beşte üçü kollarındadır.
Sorun şuradadır ki, ahtapotlar ve insanlar pek çok şekilde benzer düşünebilmektedirler. Her ikimiz de yeni şeyler öğrenmekten, puzzle çözmekten, yeni arkadaşlarla buluşmaktan zevk alırız. Ve muhtemelen, her ikimiz de iyi bir şakadan anlarız: Octavia kovayı çaldığında, hiç balık yemedi. Biz nihayet onun kovayı çaldığını anladığımızda, onu sanki kasten bizden saklıyormuş gibi, kollarının arasındaki perdeye gizlediğini fark ettik. Üçüncü yüzyılın sonları gibi çok eski bir zamanda, Romalı doğa bilimci Claudius Aelianus ahtapot hakkında, ”yaramazlık ve beceri, açıkça bu canlının karakteristiği olarak görünmektedir,” diye yazmıştır. Octavia belki de, biz insanları hırsızlığıyla alt etmiş olmaktan özellikle zevk almıştır.
”Eğer bir ahtapot bu kadar akıllıysa,” diye ziyaretçilerimizden biri bakıcıya sordu, ”dışardaki diğer hayvanlardan başka hangileri bu denli akıllı – hani bizim duyarlılık, kişilik sahibi olmak, hafıza ve bunun gibi şeylere sahip olmadıklarını düşündüğümüz diğerleri?”
Gerçekten de harika bir soru.