Zaman zaman neredeyse herkes hasılat rekorları kıran bir filmi ana karakterin burnunun altındaki sütlü bıyığın seviyesinden izlemek zorunda kalmıştır. Ön sıra, geç gelenlerin ve rezervasyon işinde henüz ustalaşamayanların sürgün edilmesi gereken yerdir. Sinema salonlarındaki en kötü koltukların bunlar olduğuna şüphe yok. En kötüsü varsa, en iyisinin de olması gerekir; yani ideal koltuğun: Görsel ve işitsel deneyimi en üst düzeye çıkaran o mükemmel odak noktasının… Peki böyle bir yer var mı?
Bazı eski sinema salonlarındaki gibi orta bölüm yerine yan taraflardan çıkılan standart bir sinema salonunda, en iyi nokta salonun tam merkezine mümkün olduğu kadar yakın olan yerdir. Nitehawk Sinemaları’nın baş projeksiyoncusu Joe Muto, “Bir sinema salonunda oturulacak en iyi noktanın her zaman salonun ve perdenin merkezi olduğunu düşünmüşümdür” diyor. Perdenin tamamını görmek için çok aşağı veya çok yukarı bakmanız gerekeceğinden, dikey seyir açısının çok geniş olmasını istemezsiniz. Çoğu kişi ön sırada oturmayı genelde bu yüzden sevmez.
Merkezde konumlanmak, ses için de iyidir. “Çevresel ses düzeni için en iyi yer burasıdır” diyor Muto. “Kulaklarınız, salonda beraber çalışan tüm hoparlörlerin oluşturduğu bütün etkileri yakalar.” Bir tarafa çok yakın oturmanız, en azından ses bakımından eskisi kadar olumsuz bir durum yaratmıyor. THX gibi ses firmaları, sesi artık salondaki herkese daha uygun şekilde ulaştırmak için hoparlörlerin performansını ve dizilimini ayarlamaya çalışıyor. Yine de kulaklarınıza güvenmeniz ve sesin salondaki hoparlör dışı yüzeylerden yansıyarak diyalog seslerini bulandırdığı ya da anlamayı zorlaştırdığı işitilebilir yansımalar gibi olgulara dikkat etmeniz gerekiyor.
Bu durumun büyük bir kısmı, koltuk konumunun ötesindeki etmenlere de bağlı ki sinemanız müşteri deneyimini iyileştirmeye veya takip etmeye pek önem vermiyorsa, can sıkıcı şeylerle karşılaşabilirsiniz. “Genelde sinemalar projektör ampullerini düzenli biçimde güncellemez ve görüntü parlaklığının zamanla önemli derecede azalmasına sebep olurlar” diyor Muto. “Bu durum, seyir deneyimini kesinlikle ekiler. Projektör ampullerinin standartlara uygun biçimde tutulması, özellikle çok büyük salonlarda elzemdir. Özellikle de ana akım bir filmde veya bir Hollywood filminde.” Bu gibi durumlarda nereye oturursanız oturun, en iyi deneyimi yaşamayacaksınızdır.
Fakat IMAX söz konusu olduğunda, değişkenler tamamen aynı değil. IMAX’in baş teknik sorumlusu Brian Bonnick, “Salon geometrimizin patentli bir tasarımı var” diyor. “Çoğu salonda olduğu gibi perde etrafında bir çerçeve bulunmuyor ve duvardan duvara, yerden tavana ulaşan bir perdeyle yola koyuluyoruz. İkinci adım, oturma düzeninin stadyum şeklinde ve perdeye çok daha yakın olması. Bu yüzden görüş alanınız, sinemadaki herhangi bir koltukta çok daha büyük hale geliyor.” Geleneksel bir sinemada arka sırada oturmak yerine ön sırada oturmak, perdeyle olan geometrik ilişkinizin epeyce farklı olduğu anlamına geliyor. Bonnick, IMAX sistemindeki koltuklar arasında bu kadar farklılık olmadığını söylüyor.
Bu detay seviyesi, sesi de kapsayacak şekilde genişletilmiş. “Sonrasında ise hoparlörler gösterinin merkezinde duracak şekilde tasarlanıyor. Bu iş, bilgisayar ortamında her sinema için ayrı ayrı yapılıyor” diyor Bonnick. “Dolayısıyla elemanlar alana gittiğinde, her hoparlörün X-Y-Z koordinatlarını alıyor ve bunların nereye asılacağını belirliyorlar. Hoparlör oraya yerleştirildiğinde, bir hokey topundan biraz daha büyük bir hedefimiz oluyor. Bu hedef sinemanın herhangi bir yerine konuluyor ve bir lazer yardımıyla her hoparlörü bireysel hedefine yöneltiyoruz. Üstelik bu hedeflerin hepsi hesaplanıyor ve böylelikle her bir hoparlörün ses dağılımı, sinemadaki her koltuğa eşit derecede ulaşıyor.”
Yine de Bonnick, bir IMAX salonunda olduğu zaman bile kendini “perdeden 2/3 oranında uzakta, ortada” durma kuralına uyarken buluyor; bunu “herhangi bir şeyden ziyade alışkanlıktan” yaptığını itiraf etse bile.
Yazar: Eric Alt/Popular Science. Çeviren: Ozan Zaloğlu.