Güneş sistemimizin, solar bulutsu olarak da bilinen ve 4,6 milyar yıl kadar önce kütleçekim etkisiyle yoğunlaşmaya başlayan bir gaz ve toz bulutundan oluştuğu düşünülüyor. Büzüldükçe dönmeye başlayan bu bulut, merkezindeki en yüksek çekimli kütlenin etrafında dönen bir disk halini almış. Merkezdeki bu kütle ise sonrasında Güneş’e dönüşmüş. Güneş sistemimiz, kimyasal bileşiminin tamamını eski bir yıldızdan veya süpernova şeklinde patlayan yıldızlardan miras almış. Güneş’imiz oluşurken, bu maddenin genel bir örneğiyle beslenmiş. Fakat diskte yer alan kalıntı maddeler, belli bir sıcaklıkta donma eğilimlerine göre göç etmeye başlamış.
Güneş yeterince yoğunlaşıp nükleer füzyon tepkimeleri başlattıkça ve bir yıldız halini aldıkça, oluşumu esnasında bu maddelerin genel bir örneğiyle beslenmiş fakat diskte bulunan kalıntılar katı maddelere dönüşerek, belli bir sıcaklıkta donma eğilimlerine göre gezegensel cisim halini almışlar. Etrafındaki diske ışınım gönderen Güneş, erken dönem Güneş sisteminde bir ısı farkı meydana getirmiş. Bu sebeple Merkür, Venüs, Dünya ve Mars gibi iç kısımdaki gezegenler çoğunlukla kayalık iken (çoğunlukla demir, magnezyum ve silikon gibi daha ağır elementlerden oluşuyorlar), dışta kalan gezegenler ise genelde daha hafif elementlerden meydana geliyor (özellikle de hidrojen, helyum, karbon, nitrojen ve oksijenden).
Dünya’nın kısmen, dıştaki ana kuşak asteroitlerden geldiği düşünülen karbonlu meteoritlerden oluştuğu düşünülüyor. Teleskoplar ile dıştaki ana kuşak asteroitlerde yapılan gözlemler, 3,1 µm’lik yaygın bir yansıtıcılık özelliği olduğunu göstermiş. Bu durum, asteroitlerin dış katmanlarında ya su buzlarının, ya amonyaklı killerin ya da her ikisinin bulunduğunu gösteriyor. Bunlar, sadece çok düşük sıcaklıklarda istikrar sergiliyor. İlginç bir şekilde bazı bulgular, karbonlu meteoritlerin bu gibi asteroitlerden geldiğini akla getiriyor. Dünya’da bulunan meteoritlerde ise genelde böyle bir özellik bulunmuyor. Dolayısıyla bu asteroit kuşağı, gökbilimciler ile gezegen bilimcilerin kafasında pek çok soru işareti doğuruyor.
Tokyo Teknoloji Enstitüsüne bağlı Dünya-Yaşam Bilim Enstitüsünde çalışan araştırmacıların öncülüğünde yürütülen yeni çalışmada, bu asteroitsel maddelerin erken dönem Güneş sisteminin çok uzaklarında oluşmuş olabileceği ve sonrasında da kaotik karışım süreçleriyle Güneş sisteminin iç kısımlarına doğru gelmiş olabilecekleri öne sürülüyor. Yeni çalışma, dıştaki ana kuşak asteroitlerin uzak yörüngelerde oluşup farklılaştığını ve su yönünden zengin manto kısımları ile kayaların egemen olduğu çekirdeklerinde farklı minerallerin oluştuğunu söylüyor. Bulgular geçtiğimiz ay AGU Advances bülteninde sunuldu.
Kaynak: Tokyo Teknoloji Enstitüsü. Çeviren: Ozan Zaloğlu.