Depresyonun Sebebi Kimyasal Dengesizlik Değil

0
Fotoğraf: sbtlneet/Pixabay

College London Üniversitesinde (UCL) çalışan bilim insanlarının onlarca yılı kapsayan önceki araştırmalar üzerinde yürüttüğü büyük bir inceleme çalışmasına göre, serotonin seviyelerinin veya serotonin faaliyetinin depresyona sebep olduğunu gösteren hiçbir kesin kanıt bulunmuyor.

Eldeki meta analizler ile sistematik incelemelerin gözden geçirildiği ve üç gün önce Molecular Psychiatry bülteninde yayımlanan bu yeni şemsiye incelemede, depresyonun muhtemelen kimyasal bir dengesizlikten kaynaklanmadığı öne sürülüyor ve antidepresanların yaptığı şey tartışmaya açılıyor. Çoğu antidepresan, esasında anormal derecede düşük olan serotonin seviyelerini düzelterek işlediği söylenen birer seçici serotonin geri alım kısıtlayıcısı (SSRI). Antidepresanların depresyon belirtilerini etkilediği başka hiçbir kabul görmüş ilaç mekanizması bulunmuyor.

UCL’de çalışan psikiyatri profesörü ve makale baş yazarı Joanna Moncrieff şöyle aktarıyor: “Negatif bir şeyi kanıtlamak her zaman zordur fakat onlarca yıldır yürütülen büyük miktarda araştırmadan sonra, depresyonun serotonin anormalliklerinden kaynaklandığını; özellikle de düşük serotonin seviyelerinden veya serotonin faaliyetinin azalmasından kaynaklandığını gösteren hiçbir ikna edici kanıt bulunmadığını güvenle söyleyebileceğimizi düşünüyorum.

“Depresyondaki ‘kimyasal dengesizlik’ kuramının popülerliği, antidepresan kullanımında görülen devasa artışa tekabül ediyor. Reçeteye yazılan antidepresan sayısı 1990’lardan beri çarpıcı şekilde yükseldi. Artık İngiltere’de altı yetişkinden birine ve ergen gençlerin %2’sine herhangi bir dönemde antidepresan yazılıyor.

“Pek çok insan, depresyonlarının biyokimyasal sebepli olduğuna inandırıldıkları için antidepresan alıyor fakat bu yeni araştırma, söz konusu görüşün bulgulara dayanmadığını söylüyor.”

Yürütülen bu şemsiye araştırmada, serotonin ve depresyon konusundaki en önemli araştırma alanlarında yayımlanan ve konuyla ilgili olan bütün çalışmaların yakalanması hedeflenmiş.

Serotonin ile kandaki veya beyindeki yıkım ürünlerinin seviyelerinin karşılaştırıldığı çalışmalarda, depresyon teşhisi konan kişiler ile sağlıklı kontrol (karşılaştırma) denekleri arasında bir farklılık bulunmamış.

Serotonin reseptörleri ve çoğu antidepresanın hedefinde olan serotonin taşıyıcılarına yönelik araştırmalarda, depresyonlu insanlardaki serotonin faaliyetinin daha yüksek seviyelerde olduğunu akla getiren bulguların zayıf veya tutarsız olduğu keşfedilmiş. Fakat araştırmacılar söz konusu bulguların, depresyon teşhisi konan insanlardaki antidepresan kullanımıyla açıklanabileceğini çünkü bu gibi etkilerin güvenilir biçimde elenmediğini belirtiyor.

Makalenin yazarları, serotonin üretimi için gereken amino asidin beslenme düzenlerinden çıkarılmasıyla yüzlerce insanın serotonin seviyesinin yapay şekilde düşürüldüğü çalışmalara da bakmışlar. Bu çalışmalara, serotonin eksikliğinin depresyonla bağlantılı olduğunu gösteren araştırmalar şeklinde atıf yapılmış. Fakat 2007 yılında yürütülen bir meta analiz ve önceki çalışmaların yer aldığı bir örneklemde, serotoninin bu şekilde düşürülmesinin yüzlerce sağlıklı gönüllüde depresyon meydana getirmediği bulunmuş. Depresyonla ilgili aile geçmişi bulunan insanlardan meydana gelen ufak bir altgrupta zayıf bulgulara ulaşılsa da, bu kişiler sadece 75 katılımcıyı kapsıyormuş ve daha sonraki bulgularda bir sonuca ulaşılamamış.

Serotonin taşıyıcısı geni de kapsayan gen varyasyonlarının incelendiği ve on binlerce hastayı kapsayan çok geniş çalışmalar da mevcut. Bu çalışmalarda, depresyonlu kişiler ile sağlıklı kontrol grubu arasında söz konusu genlerin farklılık göstermediği bulunmuş. Çalışmalarda, stresli hayat olaylarının etkileri de incelenmiş ve bu olayların, insanların depresif olma tehlikesi üzerinde güçlü bir etki meydana getirdiği keşfedilmiş: Bir kişi hayatında ne kadar fazla stresli olay yaşadıysa, depresif olma ihtimali de o kadar yükselmiş. Eskiden yürütülen meşhur bir çalışmada ise stresli olaylar, kişinin barındırdığı serotonin taşıyıcısının tipi ve depresyon ihtimali arasında bir ilişki olduğu keşfedilmiş. Fakat daha büyük ve daha kapsamlı çalışmalarda, bunun hatalı bir bulgu olduğu öne sürülüyor.

Tüm bu bulgular makale yazarlarının, “depresyonun azalan serotonin faaliyeti veya yoğunluklarıyla meydana geldiği hipotezinin hiçbir desteği bulunmadığına” karar vermesine yol açmış.

Araştırmacılar bulguların önemli olduğunu çünkü çalışmaların, halkın %85-90 kadar fazla bir kısmının depresyonun düşük serotoninden veya kimyasal bir dengesizlikten kaynaklandığına inandığını gösterdiğini söylüyor. Sayıları giderek artan bilim insanları ve meslek birlikleri, kimyasal dengesizlik görüşünün durumu fazla basitleştirdiğini düşünüyor. Moralsizliğin kimyasal bir dengesizlikten kaynaklandığına inanmanın, iyileşme ihtimali ve ruh hallerini tıbbi yardım olmadan yönetme olasılığı konusunda insanların karamsarlığa düşmesine yol açtığını gösteren bulgular da var. Çoğu insan hayatlarının bazı noktalarında anksiyete veya depresyon kriterlerini karşılayacağı için bu durum önem taşıyor.

Makalenin yazarları ayrıca büyük bir meta analizde, antidepresan kullanan kişilerin kanlarında daha düşük seviyelerde serotonin olduğunu gösteren bulgulara da ulaşmışlar. Bilim insanlarına göre bazı bulgular, uzun dönemli antidepresan kullanımının serotonin yoğunluklarını azaltma ihtimaliyle tutarlılık sergiliyor. Araştırmacılara göre bu durum, serotonin seviyelerinde bazı antidepresanların kısa vadede meydana getirdiği artışın, beyinde uzun vadede zıt etki meydana getiren dengeleyici etkilere yol açabildiğini gösteriyor olabilir.

Çalışmada antidepresanların ne kadar etkili olduğu incelenmese de, araştırmacılar daha fazla araştırma yürütülmesini ve insanların yaşamlarındaki stresli veya travmatik olayların yönetilmesine odaklanan psikoterapi gibi tedaviler ile egzersiz ve farkındalik gibi diğer uygulamaların tavsiye edilmesini ya da yoksulluk, stres ve yalnızlık gibi altta yatan katkı unsurlarının ele alınmasını öneriyor.

Profesör Moncrieff şöyle söylüyor: “Bizim görüşümüz, hastalara depresyonun düşük serotonin veya kimyasal bir dengesizlik sebebiyle oluşmadığının söylenmesi ve hastaların, antidepresanların bu kanıtlanmamış anormallikleri hedef alarak işlediğine inandırılmaması yönünde. Antidepresanların beyne ne yaptığını tam olarak anlamış değiliz. İnsanlara bu tür yanlış bilgiler vermek, antidepresan alıp almama konusunda bilinçli bir karar vermelerini önlüyor.”

UCL ve NELFT’de klinik psikiyatri alanında araştırma görevlisi ve okutman olan eş yazar Dr. Mark Horowitz ise şöyle aktarıyor: “Psikiyatri eğitimimde bana depresyonun düşük serotoninden kaynaklandığı öğretilmişti ve hatta ben de bunu kendi derslerimde öğrencilere öğretmiştim. Bu araştırmaya katılmak aydınlatıcı oldu ve bildiğimi düşündüğüm her şey ters yüz oldu gibi geldi.

“İncelediğimiz çalışmaların ilginç bir yönü de, hayatta karşılaşılan olumsuz olayların depresyonda ne kadar güçlü bir etki meydana getirdiğiydi. Bu durum, moral bozukluğunun insanların hayatlarına verilen bir yanıt olduğunu ve sadece basit bir kimyasal denkleme indirgenemeyeceğini akla getiriyor.”

Profesör Moncrieff şöyle ekliyor: “Antidepresanların yan etkilerinden muzdarip olan binlerce insan var. İnsanlar bunları bırakmayı deneğinde ciddi ve olumsuz yan etkiler de meydana gelebiliyor. Ancak reçeteye yazılma oranlarında artış görülüyor. Bu durumun ise kısmen, depresyonun kimyasal bir dengesizlik sebebiyle meydana geldiğine yönelik yanlış inanıştan kaynaklandığını düşünüyoruz. Halkı bu inanışın bilimsel bir temeli olmadığı konusunda bilgilendirmenin şimdi tam zamanı.”

Araştırmacılar, antidepresanı bıraktıktan sonra meydana gelebilecek olumsuz etki tehlikesi göz önüne alındığında, ilacı bırakmayı düşünen herkesin bir sağlık uzmanından tavsiyesi alması gerektiğini söyleyerek uyarıyor. Profesör Moncrieff ve Dr. Horowitz, şu an antidepresanların nasıl en iyi şekilde bırakılabileceğine yönelik bir araştırma yürütüyor.

 

Kaynak: College London Üniversitesi. Çeviren: Ozan Zaloğlu.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz