Büyük tarım şirketleri havamızı, suyumuzu ve toprağımızı mahvediyor. Peki ne yapacağız?
TED GENOWAYS ve NICK STOCKTON
Büyük ölçekli tarım, Amerika’nın en büyük ekolojik düşmanı olarak hak edilmiş bir üne sahip. Fakat bu endüstri, daha sürdürülebilir olacak şekilde değişebilir mi? Bunu yapmak imkansız mı? Görünüşe göre Birleşik Devletler’deki tarımın tüm geçmişi, gezegene uyum sağlayacak şekilde değişmekten ibaret. Aşağıda; endüstriyel tarımın, 1930’lu yıllardaki çevre felaketi karşısında nasıl dönüşüm geçirdiğini ve Dünya’nın belirsiz geleceğine uyum sağlamak üzere nasıl değişebileceğini okuyacaksınız.
Tarımın tarihine bakmak…
Ted Genoways’den bir deneme
Dedelerimin bütün kayıtlarının bulunduğu tavan arasındaki kutuda; solmuş fotoğraflar ve sararmış kırpıntılar arasında, bir şey özellikle öne çıkıyordu. Bu şey, The Wichita Weekly Eagle gazetesinde yer alan kısa bir makaleydi ve kalın haflerle yazılmış “Sam Genoway’in Çiftlik Traktörü” başlığını taşıyordu. Benim uzaktan kuzenim olan Sam, görünüşe göre gazetede kendi ismini gördüğü için çok mutlu olmuştu ve yazarın yazım yanlışı yapıp yapmadığına bakmamıştı. Ancak yazı, tam olarak kendisi hakkında değildi zaten. Başlıktan da anlaşılacağı üzere, Sam’in traktörüne odaklanılmıştı. Karısı Carrie Mae, muhabire şöyle demişti: “İnsanlar onun ne kadar farklı tür iş yapabileceğini gördüler ve kilometrelerce ötede geldiler.”
Tarih 1917 yılının Mayıs ayıydı. Amerika, Almanya’ya savaş ilan etmişti ve Başkan Woodrow Wilson; Sam’in ürettiği şey olan buğdayı, “savaş malzemesi” olarak sınıflandırmıştı. ABD Tarım Bakanlığı, bu tahılın üretimini ulusal bir öncelik haline getirmişti ve Henry Ford, hasat zamanında traktörleri seri üretime geçireceğini duyurmuştu. O mevsimde Sam ve kendisinin Caterpillar 45 model traktörü, binlerce hektar arazi sürmüştü. “Bunun çok da uzun süreceğini sanmıyorum” diyordu Carrie Mae, “çünkü onu çalıştıran insanlar, yakında kendilerine bir traktör almaya karar verecek.”
Tamamen haklıydı. ABD çiftliklerindeki traktörlerin sayısı, 1917’nin başlangıcında yaklaşık 50.000 iken; 1920’lerin sonları itibariyle yaklaşık bir milyona ulaşmıştı. İlave beygir gücü ve çalışma saatlerinden yapılan tasarrufla birlikte; on milyonlarca taşlık arazi, yepyeni birer tarla haline gelmişti. Çiftçiler ağaç ve çalılıkları yerlerinden sökmüş, büyük kayaları yerinden çıkarmış, sulama kanalları kazmış ve kilometrelerce uzunlukta yeni yol inşa etmişti. En önemlisi ise traktörler, toprağın yoğun üst tabakasını parçalayıp, geniş saban izleri ve yumuşak fidelikler oluşturmuştu. Amerikan tarımı şaha kalkmıştı.
Ancak Avrupalı tahıl üreticileri, küresel piyasaya yeniden girdiğinde; Birleşik Devletler tarımı, kendisini tehlikeli ölçüde aşırı üretim yapar halde bulmuştu. Ürün fiyatları rekor seviyelerde düşmüş ve traktör ile teçhizat alan insanlar, borçlarının faizlerine yetişmekte zorlanır hale gelmişti. Çiftçiler, 1930’lardaki kuraklığın gelmesiyle birlikte yeni açılan 13 milyon hektar araziyi terk etmiş ya da nadasa bırakmıştı. Korunmayan ve ekilmeyen yüzey toprağı kuruyup sürüklenmiş ve “siyah kar fırtınaları” meydana getirmişti. Teksas’daki Panhandle şehrinden güney Nebraska’ya, Colorado Kayalıkları’nın eteklerinden, Sam’in yaşadığı Kansas’daki Garden Plain civarına kadar on binlerce aile tarlalarını kaybetmiş ve buralar, Dust Bowl (Toz Çanağı) şeklinde tanınagelmişti.
Franklin D. Roosevelt 1933 yılında Beyaz Saray’a girdiğinde, bu sorunu ele alması için Tarım Bakanı olarak Henry A. Wallace’ı atamıştı. Tarihçiler sıklıkla; Pioneer Hi-Bred Mısır Şirketi’nin kurucusu Wallace’ın, Toz Çanağı’ndan tarlaları çıkararak, buraya kuraklığa dayalı mısır ektiğini iddia ediyor. Ancak Roosevelt çok daha ileri gitmişti. Toz fırtınalarını ve toprak kaybını önlemek için ormancılara para verip, tarlaların etrafına 200 milyondan fazla ağaç diktirmişti. Toprak Koruma Kanunu’nu imzalayarak, arazi sahiplerine doğal bitkileri geri getirmesi için devlet yardımı yapmıştı. Tarımı gerçek anlamda kurtaran şey, kaynakları koruyan ve müsrif tutumları değiştirenleri ödüllendiren politikalardı.
Sam’in traktörü hakkındaki o kupür, bana Amerika’nın çok sayıda krizi çözdüğünü ancak bir o kadarını da meydana getirdiğini hatırlatıyor. Kısmen, teknolojinin korumacılığı geride bırakması yüzünden oluşan Toz Çanağı’nda olduğu gibi; geçmişte yaşanan şeyler, vereceğimiz kararlara rehberlik etmeli. Büyük ölçekli geleneksel tarım veya sıklıkla adlandırdığımız şekliyle “Büyük Tarım”, getiriyi artırmak ve Dünya’nın kaynakları üzerindeki etkisini azaltmak amacıyla büyük araştırma yatırımları yapabilir. Günümüz çiftçileri, önceki nesillere göre daha fazla veriye, daha fazla araştırmaya ve daha fazla desteğe ulaşabiliyor. Ancak daha büyük hale gelmenin ve daha çok büyümenin getirdiği istenmeyen sonuçları düşenmezsek, sonraki nesil için yeni sorunlar oluşturabiliriz.
Bunun örnekleri, Toz Çanağı’nın çok ötesine uzanıyor. Yeni sulama yapıları, çiftçilerin 1950’li yıllarda bir sonraki kuraklığı atlatmasına yardımcı oldu fakat aynı zamanda yer altındaki su kaynaklarını da tüketti. Genetiği değiştirilmiş tohumlar, daha küçük alanlara daha fazla mahsül ekmeyi mümkün kıldı ancak toprak sağlığının düşmesine ve daha düşük besin değerine sahip besinlere de yol açtı. Besi yerleri ve devasa büyükbaş ile küçükbaş ambarları (genelde buna “yoğunlaştırılmış hayvan besleme operasyonları” denir), et üretimini hızlandırıp ziraat alanları kazandırdı ancak antibiyotiğe dirençli bakterilerin yükselişini de yönlendirdi ve mahalli içme sularının kirlenmesine sebep oldu. Şimdiyse mühendisler kendinden tetiklemeli sulamaya, kendiliğinden giden biçerdöverlere ve kendiliğinden beslemeli hayvan çiftliklerine doğru giderken; kazanımları artırmak için harika bir fırsat bulunuyor; ancak üretimin, bir kez daha kıymetli doğal kaynaklara öngörülemeyen tehditler oluşturma tehlikesi de mevcut.
Sam, federal siyaset biçiminin de katkısıyla, zorluk ve yoksullukla dolu yılları atlatmıştı. Onunki gibi öyküler, insanların önümüzdeki zamanlarda deneme yoluyla daha iyi bir rota planlayabileceğini hatırlatıyor; tabi geçmişteki hatalardan ders çıkarırsak. Büyük Tarım, güçlü bir kuvvet. Onun olumlu bir kuvvet olmasını sağlamalıyız; hem çiftçiler için, hem de gezegenimizin bu belirsiz geleceği için.
…ve geleceğini düzeltmek.
Nick Stockton’dan, endüstriyel tarımın en büyük sorunlarına karşı uygulanabilir çözümler.
Su
Aşırı tüketim, kirlilik, iklim değişimi ve çoğalan bir nüfusun artan talepleri; Kaliforniya, Akdeniz ve Orta Amerika gibi kilit tarım bölgelerini kurutuyor.
Sorun: Sürekli kuraklıklar
Çözüm: Çabuk iyileşen bitkiler
Teksas’dan Güney Dakota’ya kadar olan yerlerde yaşayan çiftçiler, ara sıra gelen kurak dönemler sırasında 1940’lardan beri Ogallala akiferine bel bağlamıştı. Şimdiyse bu su haznesinin bazı kısımları, tehlikeli derecede tükenmeye başladı. Monsanto, Syngenta ve DuPont gibi tarım devleri, kuraklığa dayanabilen bitkiler konusunda mühendislik uyguladılar; ancak bu tohumlar daha pahalıya mal oluyor ve çiftçiler, bu ücreti karşılamak için ihtiyaç duydukları verimi her zaman almıyorlar. Sorun şu ki; kurak dönemde hayatta kalabilen bu bitkiler, hava durumu değiştiği zaman, içinde bulundukları kuraklık kipini genelde yeterince hızlı kapatamıyorlar. Bitkilerin yapraklarında yer alan gözenekleri yeniden açması ne kadar uzun sürerse (ki bunlar, değerli sıvıların buharlaşmasını önlemek için kapanıyor); büyümeyi destekleyen nemden faydalanma olasılıkları da o kadar düşüyor. Ancak tıpkı Emory Üniversitesi’ndeki biyolog Roger Deal’ın üzerinde çalıştığı ve yoncanın akrabası olan bir bitki gibi bazı bitkiler, yağmur yağdıktan sadece saatler sonra bütünüyle işlevsel hale gelmelerine yardımcı olan genetik maddelerle kıvanç duyuyorlar. Bu tür bir süpergüç ile düzenlenecek olan gelecekteki bitkileri henüz göremeyeceğiz, fakat bu durum, bunların günün birinde tabağımıza gelemeyeceği anlamını taşımıyor. Bitkilerin, kuraklıkta hayatta kalma kipine girmesini ve bundan çıkmasını “hatırlamasına” yardımcı olan genomik ürünler üzerinde yapılan araştırmalar; mühendislerin, daha hızlı geçişler yapan tohumlar tasarlamasına ve bu sayede verimi artırmasına yardımcı olabilir.
Sorun: Aşırı H₂O kullanımı
Çözüm: Suları sınamak için yapılan araştırmalar
Bitkilere veya tahıllara, onların ne zaman susadıklarını soramazsınız fakat toprağınızın onlara ne kadar içecek sunduğunu çözebilirsiniz. Kansas’ta yaşayan bir grup çiftçi, 2013 yılında başlayarak, zemin suyu tüketimlerini yüzde 20 oranında azaltacak beş yıllık bir meydan okumaya girişti. Birleştirilmiş durumdaki 170 tarlaya elektronik ölçüm cihazı saplayan deneysel üreticiler, toprağın nem içeriğini kontrol etmeyi başarmışlar ve sulama sistemlerini de, toprak yalnızca ekinleri destekleyemeyecek kadar kurak olduğu zaman açmışlar. Sonunda, bu bilvekale susama yöntemi yarar sağlamış: Su bekçileri, komşularının aldığı mısır verimine göre yüzde 98 verim almış fakat yüzde 23 daha az sıvı kullanmış. Bu sonuç, hem su kaynakları hem de çiftçiler için iyi bir şey: Pompalar üzerideki baskıyı azaltmak, sonda kullanıcılarının dönemi yüzde 4 daha fazla nakitle kapatmasına yardımcı olmuş.
Toprak
Birleşmiş Milletler, yoğun tarım faaliyetinin, Dünya’nın verimli arazilerinin üçte birini ciddi anlamda aşınmaya uğrattığını; ayrıca her yıl yaklaşık 24 milyar ton toprağı da heba etmeye devam ettiğini tahmin ediyor. Yenilikçi toprak tamamlayıcıları ile, besin sistemimiz daha iyi hale gelebilir.
Sorun: Gübre atıkları
Çözüm: Bazalt
Endüstriyel gübreler, insanlar ve hayvanlar için çok miktarda besin üretmeye yardımcı oluyor. 2015 yılında Berkeley’daki California Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada; geleneksel ürün veriminin, organik tarıma göre ortalama yüzde 20 daha yüksek olduğu bulunmuş. Diğer tarafta ise; bu kimyasal desteklere bel bağlandığında toprak kalitesi ve gıdanın besinsel içeriği azalıyor. Organik gübre sürümü ise daha iyi fakat yavaş şekilde işliyor. Belki de üçüncü bir yol vardır? İşte o yol da kayalardan geçiyor. Bazalt, bitkilerin çok sevdiği kalsiyum, demir ve magnezyum gibi şeyleri barındırıyor. Bu volkanik taşın kırılmış parçalarını toprağa eklemek, karbon emilmesini de sağlıyor ve nemin tutulmasına yardımcı oluyor. Aldatmaca gibi mi geldi? Sürdürülebilirlik projelerine yapılan bağışları yönlendiren bir kurul olan Kaliforniya Stratejik Büyüme Konseyi, böyle düşünmüyor. Kurum, 2018 yılında eyalet çapında bazalt gübrelemeyi denemek için 4.7 milyon dolar harcadı. Karşılaşılan en büyük zorluklardan biri, bu malzemeyi doğru boyutta toz haline getirmekti: Büyük parçalar yeterince hızlı bozunmuyor ve küçük taneler oluşturmak da çok masraflı.
Sorun: CO₂ salımları
Çözüm: Karada mercan resifleri
Tarım, dünyanın yıllık sera gazlarının kabaca yüzde 15’ini çıkarıyor; toprağı sürmek bile, sorulu miktarlarda CO₂ yayıyor. Iowa State Üniversitesi’nde Leopold Sürdürülebilir Tarım Merkezi’nin yöneticisi olan Mark Rasmussen şöyle söylüyor: “Yayımları azaltmak iyi bir şey fakat sadece fosil yakıt kullanımını azaltmaya bel bağlamak için artık çok geç.” Rasmussen’in önerisi, karbonların resif gibi yakalanması. Bu durum, nihayetinde “resifleri” toprak altında yetiştirmek anlamına geliyor. Denizde, bu ekosistemler ufak deniz canlılarının dış iskeletlerinden meydana geliyor ve bu canlılar kendi kabuklarını oluşturmak için okyanustan karbon dioksit topluyorlar. Rasmussen’in takımı, toprakta doğal şekilde ortaya çıkan mikropları artırmak istiyor. Bu mikroplar, karbon dioksidi aynı biçimde işleyebilir. Araştırmacılar bu mikropları toprağa ekecek ve onlar da buradaki salımları kalsiyuma dönüşterecek. Yapay resifler, tarıma elverişli olmayan arazilerde bile durabilir, herhangi bir çiftlik teçhizatını çökertme tehlikesi olmadan atmosferdeki CO₂’yi emebilir.
Sorun: Zehirli akıntılar
Çözüm: Faydalı mikroplar
Meksika Körfezi’nde bir mısır sorunu var: Orta Amerika boyunca yer alan üreticiler, ekinleri yapay nitrojen kütleleri ile gübreliyorlar. Buradan sızan atıklar Mississippi Nehri’ne gidiyor ve nihayetinde yüzlerce kilometre ötedeki Körfez’e akıyor. Burada, nitrojene aç olan alglerde patlama meydana geliyor ve denizdeki diğer canlıları boğan devasa “ölü bölgeler” oluşuyor. Meksika’nın bu konuda bir çözümü olabilir: Davis’teki California Üniversitesi’nde ve Madison’daki Wisconsin Üniversitesi’nde çalışan bitki biyologları, kendi nitrojenini üreten birkaç vahşi Meksika mısırı keşfetmiş. Bitkiler, simbiyotik bakteri içeren bir jel salgılayan yer üstü kökleri oluşturuyor. Bu mikroplar, atmosferdeki nitrojeni gerekli besinlere dönüştürüyorlar. Bilim insanları, kendi kendini besleyen bu mısır çeşidini hem Wisconsin’de, hem de Kaliforniya’da yetiştirmişler ve benzer sonuçlar gözlemlemişler. Şu an yüksek verimli ticarî mısır üzerinde de mühendislik uygulayarak benzer sonuçlar alıp alamayacağımızı araştırıyorlar. Bu sayede, Amerika’nın bir numaralı tarım ürününün gübre ihtiyacını azaltabilirler.
Hayvanlar
Amerikalılar, proteinlerinin yaklaşık üçte ikilik kısmını etten, sütten ve yumurtadan alıyorlar fakat milyarlarca canlı yetiştirmek, kötü tatlı sorunlar oluşturuyor. Matematik ile algler, bu konuda yardımcı olabilir.
Sorun: Dışkı lagünleri
Çözüm: Öbür kahverengi enerji
Hayvancılık yapanlar, hayvan dışkılarını genelde açık hava “lagünlerine” dökerler. Bu uygulama, yağmurlar bu havuzları fazla doldurduğu ve sel sularına gübre eklediği zaman özellikle tehlikeli hale gelir. Örneğin 2018 yılındaki Florence Kasırgası sırasında, Kuzey Karolina’da işletilen çok sayıdaki domuz çiftliğinde, gübreler bu gibi havuzlardan dışarı taşmıştı. Doğal afetlerin etkisi olmadan bile, lagünler yerel su kaynaklarına sızıntı yapabilir veya taşabilir. Neyse ki kaka havuzları tek seçeneğimiz değil. Aneyrobik ayrıştırma olarak bilinen ve bakteriyle dolu olan geniş hazneler, atıkları metan gazına dönüştürebilir. Tarım uzmanları, daha sonra açığa çıkan gazları elektriğe çevirebilir ve bunları ya şebekeye geri satabilir; ya da kendi faaliyetleri için kullanabilirler. 2018 yılında ABD Çevre Koruma Dairesi’nin AgStar Mali Hizmetleri, küçük çiftliklere ucuz mikroayrıştırıcılar önererek, 4 milyon tondan fazla sera gazı yayımını önledi. Bu azalma, sadece 248 ayrıştırma projesinin eseriydi. Oysa ülke çapında 2 milyondan fazla çiftlik bulunuyor.
Sorun: Yok olan toprak
Çözüm: Möö matematiği
Pek çok mera sahibi, arazilerine mümkün olduğunca fazla inek sığdırıyor. Bu, kazançlı olmayan bir strateji. Sürüler çok hızlı otladığı için, otlaklar yeniden büyüyüp en iyi çimleri sunamıyorlar. Bu durum, çıplak toprağı kimyasal elementlere maruz bırakıyor ve besin ile hacim kaybetmesine sebep oluyor. Fazla doldurulmuş alanlar, diğer bitki ve hayvanlara az yer bırakarak; tabiatın genel ekolojisini de bozuyor. Bu problemin cevabı, bir arazi parçasında tam olarak kaç ineğin zarar vermeden otlayabileceğine karar vermek kadar basit olabilir. Texas A&M Üniversitesi’nde araştırmacı olan Monte Rouquette, deneysel amaçlarla sığır yetiştiriyor ve yağmur miktarının, toprak bileşiminin ve diğer etmenlerin; bir bölgenin, belli sayıdaki çiftlik hayvanını destekleme kabiliyetini nasıl etkilediğini hesaplıyor. Ayrıca biyolojik çeşitlilik ile sürü miktarının, etin kalitesi ve miktarını nasıl etkilediğini kayıt altına alıyor. Kendisinin modelleri Doğu Teksas’a özgü olsa da, sergilediği matematiksel yaklaşım her yerde işe yarayabilir. Ayrıca bu modelleri, ABD Tarım Bakanlığı ile paylaşıyor.
Sorun: İneklerin sera gazları
Çözüm: Esmer su yosunu
İnekler bir şey yediği zaman geğirirler. Aslında ineklerin çıkardığı bu geğirtiler, sığırlardaki metan yayımının yaklaşık yüzde 70’inden sorumlu. Dahası; Dünya’da sayıları milyarları bulan sürülerin tamamının geğirtisi, herhangi bir yılda gerçekleşen toplam sera gazı yayımlarının yaklaşık yüzde 14.5’ini oluşturuyor. Davis’teki California Üniversitesi’nde çalışan hayvan bilimci Ermias Kebreab ve takımı; mandıra ineklerinin otlarına kızıl makroalg eklemenin, metan yüklü… yayımlarda yüzde 60’lık bir düşüşle sonuçlandığını bulmuş. Görünüşe göre; kurutulmuş suyosunlarının eklenmesi, bu memelilerin dört karnından ilkindeki bağırsak mikroplarının ürettiği enzimleri engelliyormuş. Ayrıca bu enzimlerden en az bir tanesi, metanın oluşmasına yardım ediyor gibi görünüyormuş. İnekler ilk başta; bu balıksı otlardan, her zaman yediklerine kıyasla biraz daha az yemişler. Fakat bu yabancı kokuyu örtmek için biraz şeker tortusu kullanılınca, yeni diyetlerini biraz daha sevmişler.
Sorun: Yenilmez haşereler
Çözüm: Dirençlileri ayrı tutmak
Onlarca yıl önceki çiftçiler; kök kurtları, beyaz sinekler ve yaprak bitleri yüzünden sezonluk mahsüllerinin tamamını kaybedebiliyorlardı. Fakat geliştirilen ilk çözümler de kendi sorunlarını beraberinde getirdi; böcek ilaçları yüzünden arı halkının katledilmesi gibi. Araştırmacılar başka seçenekleri de araştırdılar; bunların arasında haşereleri öldürmeye yardımcı olması amacıyla ekinleri değiştermek de vardı fakat o da geri tepti. Mühendislik uygulanan bu bitkiler, hedeflerinin tamamını hiçbir zaman öldürmedi çünkü bazı işgalciler, böcekleri inciten proteinlere karşı doğuştan direnç taşıyordu. Değiştirilmiş ekin, sürünün geri kalanını ayırdığında; bu arta kalan ve zehirlenemeyen böcekler birbirleriyle çiftleşip çoğalıyordu. Bunun sonucunda, daha iyi ve daha fena olan bir börtü böcek nesli geliyordu. Arizona Üniversitesi’ndeki araştırmacılar, genetik olarak değiştirilmiş olan tarlalara değiştirilmemiş tohumlar ekerek, bu sorunu atlatmanın yolunu buldular. Bu sayede, dirençli olmayan bazı böceklerin yaşamasına izin veriliyor ve bu böceklerin hassas DNA’larını, daha çetin olan arkadaşlarıyla karıştırması sağlanıyordu. Ancak bu yöntem için yoğun emek gerekiyordu; bu yüzden Arizona’daki grup, Çin’deki bazı bilim insanlarıyla bir araya gelerek melez yetiştirme yapmayı denedi. Değiştirilmiş pamuğu, değiştirilmemiş bir cins ile eşleştirdiler ve bunun sonucunda, dirençsiz bitkilere karşılık 75-25’lik bir dirençli bitki karışımı ortaya çıktı.
Sorun: Kimyasal gübreler
Çözüm: Yonca
Toprak, halihazırda pek çok nitrojen içeriyor fakat bitkilerin bunu besinlere dönüştürmesine olanak sağlayan bazı moleküller eksik durumda. Pek çok mera sahibi; sürüleri mevsim boyunca uzun ve sulu çimen yesin diye, su yollarını kirleten kimyasal gübreleri çayırlara püskürtüyor. Bunu yapmak inekler için iyi olsa da, toprak ve denizdeki canlılar için zarar verici. Yonca, spreye karşı bir alternatif olabilir. Bu toprak koruma bitkisinin kökleri; nitrojeni, bitkilerin kullanabileceği ve kimyasal olarak “sabitlenmiş” bir çeşide dönüştüren simbiyotik bakterilere ev sahipliği yapıyor. Texas A&M Üniversitesi’nde çalışan araştırmacılar, yoncayı çimenler için çalıştırmanın yolunu bulmuşlar: Sonbaharın sonlarında, çimenler filizlenmeden önce otlaklara yonca tohum ekmişler. Ardından sığırlar bu yoncaları yemiş ve sabitlenmiş nitrojen dışkılayarak, takip eden sezonda çimlerin gelişmesine yardımcı olmuşlar. Bu yöntem hem yapay gübrelere olan ihtiyacı azaltmış; hem de hayvanlar bu yeni yeşilliği yedikçe, otlama sezonunu uzatmış.
Muhteşem bir makale. Birçoğunun Türkiyede uygulanabilirliği var.