
Yeni iPhone’lar ve Tesla’lar, lityum ve diğer ‘önemli metaller’ için doymak bilmez bir taleple geliyor.
ABD Arazi Yönetimi Dairesinin geçtiğimiz ayın sonlarında Nevada çölünde yeni ve dev bir lityum madeni için onay vermesi, önümüzdeki yıllarda “önemli madenler” şeklinde adlandırılan madenlerin ABD’de daha da hızlı bir biçimde çıkarılacağının habercisi olabilir. Tesis devreye girdiğinde, her yıl 370.000 elektrikli taşıtın piline enerji sağlamaya yardımcı olacak kadar lityum üretmesi bekleniyor. Donald Trump yönetimi pek çok ET ve iklim değişikliği girişimini geri almaya niyetli olsa da; aralarında bakır, kobalt ve nikelin de bulunduğu özellikle istenen metallere yönelik ihtiyaç siyaseti hükümsüz kılıyor. Önemli metaller iPhone’ların, Tesla’ların ve diğer sayısız yüksek teknoloji ürünün merkezinde yer alıyor. Bu metallere yönelik küresel talebin, önümüzdeki onlarca yıl içerisinde hızla artarak 400- 600 kata çıkması bekleniyor.
Fakat büyüyen bir sorun var. Metaller ve onların güç verdiği ürünlere yönelik tüm bu yeni talep, mevcut tedariğin hızını geride bırakabilir. Bu durum, çevreye verilen yıkıcı zararlar ile uğraşmanın ve insanları yerlerinden etmenin yer aldığı uzun bir geçmişi olan yurt içi madencilik operasyonlarının çok daha yaygınlaşmak üzere olduğu anlamına geliyor. Devletler ve şirketlerin bu kaynakları Dünya’dan mümkün olduğu kadar hızlı şekilde çıkarmak için acele etmesi, gezegenin daha da kirlenmesi tehlikesini beraberinde getiriyor. İroniktir; bu metaller aynı zamanda gelecekteki bir iklim felaketini bertaraf etmek için inşa edilen rüzgar türbinleri ve güneş panellerinin yapılması için de büyük öneme sahip.
Gazeteci Vince Beiser’ın Güç Metali: Geleceği Şekillendirecek Kaynaklar İçin Yapılan Yarış başlıklı yeni kitabında boğuştuğu ikilemlerden bir kısmı. Beiser, yaklaşan “Elektro-Dijital Çağ” şeklinde adlandırdığı döneme yakıt sağlamak üzere ihtiyaç duyulacak bu kaynakların akıllara durgunluk veren miktarlarda çıkarıldığına dönük çarpıcı açıklamalar sunuyor. Beiser bunu açıklığa kavuşturmak için aralarında Şili’nin Atakama çölündeki bir lityum maden ocağının da yer aldığı birkaç üretim kaynağına seyahat etmiş. Maden işçilerinin ve civarda oturan sakinlerin yaşadıkları, Nevada’da açılması planlanan madenle bazen anlamlı biçimlerde örtüşüyor. Kitapta özellikle, sürdürmeye değmeyen yenilenebilir öncelikli bir yaklaşım savunulmuyor. Bunun yerine Beiser şok edici tahminleri ve faal madencilik alanlarındaki ilk elden deneyimleri kullanarak, ilerlemekten ne beklenebileceğine yönelik bir uyandırma çağrısı yapıyor.
“Her şeyin bir maliyeti var” diye yazıyor Beiser. “Sadece fayda getiren hiçbir çözüm, hiçbir teknoloji, hiçbir sosyal veya ekonomik gelişim yok. Olumlu da olsa her gelişimin birtakım kötü yanları var.”
‘Madenler gökten yağmıyor. Dünya’dan koparılıyorlar.’
Giderek yüksek teknolojili hale gelen küresel bir ekonomi için günümüzde üretilenden çok daha fazla önemli metal gerekecek. Beiser bunu perspektife yerleştirmek için tek bir akıllı telefonun, periyodik tablodaki bütün elementlerin üçte ikisine kadarını içerebildiğini belirtiyor. Bir noktada bu elementlerin çıkarılması veya sık sık yapıldığı gibi toprağın içerisinden patlatılması gerekiyor.
BEiser, 127 gramlık tek bir iPhone yapmak için yerden 34 kilogram kadar fazla bakır cevheri çıkarılması gerektiğini tahmin ediyor. Tek bir Tesla Model S elektrikli taşıtı için ise yaklaşık on bin iPhone kadar fazla lityum gerekiyor. Biden yönetimi ve dünya çapındaki diğer hükümetler, 2030 itibarıyla satılan bütün yeni arabalarının yarısının elektrikli olması hedefini belirledi. Araba üreticileri halihazırda pillerini önceden dolduruyor ve bu durum, yoğun kaynak gerektiren milyonlarca daha ET’nin onlarca değil, birkaç yıl içerisinde yollara çıkacağı anlamına geliyor.
Yenilenebilir enerji kaynaklarından giderek daha fazla güç alan küresel bir ekonomiye hakim olacak pek çok rüzgar türbini ve güneş panelinin üretilmesi için bu elementlerden daha fazlasına ihtiyaç duyulacak. Trump yönetimi ABD’deki iklim girişimlerinde gidişatı tersine çevirse bile yenilenebilir enerjiye doğru giden ve fosil yakıtlardan uzaklaşan küresel gidişat çoktan harekete geçti. Uluslararası Enerji Ajansına (IEA) göre onlarca yıllık hatalı çıkış ve aksamalardan sonra yenilenebilir enerji kaynakları günümüzde ABD’deki elektriğin yaklaşık çeyreğini meydana getiriyor. Sadece güneş ve rüzgar enerjisi kapasitesinin 2027 itibarıyla ikiye katlanması bekleniyor. IEA, aynı yıl içerisinde yenilenebilir kaynakların dünya çapındaki elektriğin en büyük tek kaynağı olacağını tahmin ediyor.
Tüm bunlar yerden daha fazla metal çıkarılmasına bağlı. IEA, dünyanın yenilenebilir enerji taleplerini karşılamak için 2050 yılında on kat kadar fazla lityuma ihtiyaç duyacağını tahmin ediyor. Hemen hemen aynı zamanlarda yıllık bakır talebi, dünya genelinde 1900 ile 2021 arasında kullanılan toplam miktarı aşabilir. Genel olarak küresel maden talebinin, önümüzdeki onlarca yıl içerisinde 400-600 kat yükselmesi bekleniyor. Toplu olarak bu talebi karşılayıp karşılayamayacağımız tamamen belli değil.
“Dünyayı, iklim değişikliğinin gerçekten felaketvari hale geleceği noktadan uzak tutmak için gereken hızda rüzgar türbini, güneş paheli ve elektrikli araba yapmaya yetecek miktarda metalimiz olmayabilir” diye yazıyor Beiser.
Lityumun çevreye etkisi
Yeni kurulan şirketlerin küçük bir kısmı lityumun doğrudan kayadan çıkarılması için yenilikçi kimyasal işlemler denese de; şu an bu kaynak için yapılan madenciliğin çok büyük bir kısmında daha geleneksel tuzlu su madenciliği yöntemleri kullanılıyor. Bunun için de devasa miktarlarda su gerekiyor olması yerel ekolojilere büyük zararlar verebilir. Arjantin’deki lityum madencilik operasyonları, söylenenlere göre halihazırda ekinleri sulamakta kullanılan akarsuları kirletmiş. Çin’deki bir lityum mademi, söylenene göre civardaki bir nehri o kadar kirletmiş ki içinde yaşayan balıkların ve o suyu içen tibet sığırlarının ölmesine neden olmuş. Madencilik, hedef kaynak ne olursa olsun genellikle karadaki kaynağında ve çıkarmadan sorumlu insanlarda kalıcı bir iz bırakıyor. Amerikan Çevre Koruma Ajansı (EPA), ABD’deki tüm boşaltım havzalarının %40’ının halihazırda çeşitli sert kaya madenciliği biçimleriyle kirlendiğini tahmin ediyor.
Bunlar, Nevada’daki eylemcilerin kaçınılması için mücadele ettiği endişe verici sonuçların sadece bir kısmı. Yakın zaman önce açılan ve ABD hükümeti tarafından madene verilen onayın geri çektirilmeye çalışıldığı bir davada, operasyonun Yerli, Batı Şoşoni halkının kutsal gördüğü çeşitli alanları tehlikeye atacağı öne sürülüyor. Bu alanlardan biri de Cave Spring şeklinde adlandırılan ve davada “nesillerarası kültürel ve ruhsal bilginin aktarıldığı bir bölge” olduğu belirtilen bir yer. Fakat davanın büyük bir kısmında, madenin yerel bir karabuğday popülasyonunu daha da fazla yok edeceği iddia ediliyor. Sadece o bölgede büyüyen ve açık bej ile sarı renklerde açan 15 cm uzunluğundaki bu narin kırçiçeği, günümüzde nesli tehlike altında olan türlerden biri şeklinde listeleniyor.
Projeyi yürütmekle görevlendirilen Avustralya tabanlı madencilik şirketi Ioneer, aldığı onayı “güçlü bir şekilde” savunmayı planladığını söylüyor. Karabuğday için ise şirket, operasyonlarının bitkilerle eş zamanlı şekilde var olabilmesini sağlamak üzere gerekli adımları attığını iddia ediyor. Eğer her şey plana göre giderse, Ioneer önümüzdeki yıl Reno ve Las Vegas arasındaki çöl bölgesinde maden zeminini kırmaya başlamayı hedeflediğini söylüyor. Bu tarih cetveli altında, madenin 2028 itibarıyla tümüyle faaliyette olması gerekiyor.
Söz konusu çevre baskıları, hem Şili hem de Nevada’da doğrudan halihazırda dezavantajlı Yerli grupları etkilemekle son buluyor. Beiser, lityum madenlerinden uzakta olmayan dağ eteklerinde yaşayan Atakama halkının köylerini ziyaret etmiş. Bu köylüler yiyeceklerini yetiştirmek için civardaki nehirlere ve And dağlarının akarsularına bel bağlıyor. Bölge halkının yazara söylediğine göre madenin devasa su tüketimi, şimdiden çiftçilikte kullanacakları suyun azalacağını gösteriyor. Bu iddialar, Arizona Eyalet Üniversitesinde çalışan araştırmacıların 2019 yılında yaptığı ve 1997 ile 2017 yılları arasında tuz madenlerinin yakınında yer alan bölgelerde toprağın nem ve bitki örtüsünün azaldığının bulunduğu bir çalışmayla örtüşme eğilimi sergiliyor. Bu dönem, oradaki lityum madelerinin boyutlarının dört katına çıktığı zaman civarına tekabül ediyor.
“Burada da yine benzer bir çıkmaz var” diye yazıyor Beiser. “Dijital teknolojinin ve elektrikli taşıtların yayılması nihayetinde çoğu yerde fayda sağlayacak ancak bu geçişin en ağır maliyetini sadece bazı insanlar ve bazı yerler ödeyecek.”
Yine de önemli mineral madenciliği, gaz ve kömürden daha zararsız olabilir
Önemli minerallerde madenciliğin genişletilmesini destekleyenler, yine de bu yaklaşımın enerjisini kirli fosil yakıtlardan alan alternatif bir gelecekten daha çok daha makul olduğunu öne sürüyor. Önde gelen bir çevre araştırma merkezi olan Breakthrough Enstitüsü, bu yılın başlarında yayımladığı bir analizde çeşitli tipteki madencilik operasyonlarını karşılaştırarak rüzgar ve güneş enerjisiyle ilişkili madenciliklerin çevrede bıraktığı ayak izinin, kömür veya doğal gaza bağlı olanlardan çok daha küçük olduğunu bulmuş. Kömürle sadece bir gigawatt/saat elektrik üretmenin, madencilik açısından güneş veya rüzgar enerjisiyle üretilen aynı miktardaki enerjiye göre 20 kat daha büyük ayak izi gerektiği aktarılıyor.
Yükselen maden talebinin karşılanması için daha deneysel başka çalışmalar da göz önünde bulunduruluyor. Beiser şu an birkaç startup’ın tartışmalı “derin deniz madenciliğine” milyonlar yatırdığını vurguluyor. Bu madencilik türünde, deniz yatağının 200 metreyi aşan derinliklerinden maden çıkarma yapılıyor. Jeolojik araştırmacılar, bu derin deniz yataklarından aslında hiç faydalanılmadığını ve bunların bakır, nikel, alüminyum, mangan, çinko, lityum ile diğer metaller yönünden zengin olduğunu göstermiş. Yaklaşıma karşı çıkanlar, esasında bu okyanus tabanını kazıma işleminin denizdeki canlı çeşitliliği ile ekosistemlere önemli ve geri döndürülemez zararlar verebileceğinden endişeleniyor. Larry Paige gibi önde gelen teknoloji liderlerinin bazıların finansal destek verdiği diğre “uzay madenciliği” startup’ları ise günün birinde Mars ve Jüpiter arasında dolaşan binlerce asteroitten mineral ile metal çıkarma yollarını araştırıyor. Söz konusu çalışmalar her ne kadar göz alıcı olsa da yakın zamanda ilgi çekmeleri olası değil.
Daha fazla yerde daha fazla madene hazır olun
Tüm bunlar, Nevada’da yapılmasına karşı çıkılan gibi madenlerin gelecekte çok daha yaygın hale geldiği bir gerçekliğe işaret ediyor. Haberlerin hepsi kötü değil. Uzmanlar pil teknolojisindeki yeniliklerin, gelecekte taşıtlara güç verecek teknolojileri şimdiki jenerasyondan çok daha verimli ve daha düşük kaynak kullanır hale getireceği yönünde temkinli bir iyimserliğe sahip. Lityum-iyon pil geri dönüşümündeki ilerlemeler de gelecekteki ET’lerin içindeki zaruri metal ve bileşenlerin önemli bir kısmının piyasadan kalkan eski modellerden alınabileceği anlamına geliyor. Toplumsal bir seviyede ABD ve Avrupa’daki hükümet liderleri, ülke içindeki madencilik operasyonlarının sallantıdaki ekonomilere ihtiyaç duyulan pek çok istihdam getirebileceğini ve küresel tedarik zincirlerinin çeşitlenmesine yardımcı olacağını söylüyor. Buna karşın yeni bir maden dalgasının çevrede ve civardaki topluluklarda baskı yaratacağı neredeyse kesin.
Yeni madenlerden derin deniz madenciliğine kadar tüm bu yaklaşımların kökü, altta yatan aynı varsayımdan geliyor: İnsanların gittikçe daha fazla kaynak tüketmeye devam edeceği varsayımından. Fakat bunun böyle olması gerekmiyor. Hükümetler ve bireyler tutumlarını değiştirerek ucuz, atılabilir tüketici ürünlerinden uzaklaşabilir. Tamir hakkı yasalarıyla güçlendirilen teknisyenler ve zanaatkarlar, telefonları ve yoğun kaynak gerektiren diğer elektronik ürünlerin her yıl atılması yerine bunların ömür süresini uzatabilir. Genel olarak yeni bir madencilik çağı ihtiyacından kaçınmanın en kesin yolu, sadece daha az kullanmak ve talebin ortaya çıkmasını en başta önlemek olabilir. Maalesef tüm işaretler trenin çoktan kaçtığını gösteriyor gibi duruyor.
Şilili mikrobiyolog Cristina Dorador, “Aynı tüketim seviyesini sürdürmek imkansız” diyor Beiser’a. “Dünya’da yaşama şeklimizi değiştirmemiz gerekiyor.”
Yazar: Mack DeGeurin/Popular Science. Çeviren: Ozan Zaloğlu.