İnsanlar Kendiliğinden Tutuşabilir mi? Şaşırtıcı Vakaların Açıklaması

0
Bilimsel açıdan konuşursak, kendiliğinden tutuşma sadece romanların olay örgüsünde başvurulan bir tasarım değil gerçek bir olgu. Görüntü: Jose A. Bernat Bacete, Getty Images aracılığıyla

Tanrı’nın işinden ziyade bir mum gibi.

2010 yılının Aralık ayında Michael Faherty, İrlanda’nın Galway kentindeki evinde bulunmuştu. Bedenin yanık ve şöminenin yanmakta olduğu görülmüş, civarda ise belirgin bir alev kaynağı ya da yangın hızlandırıcı bulunmamıştı. Evin sadece ufak bir kısmı yangından etkilenmişti. Oluşan tek hasar, 76 yaşındaki emeklinin hayatını kaybettiği yerin hemen üstünde ve altındaki tavan ile zemindeki is izleriydi. Alternatif bir açıklama bulamayan savcı, Faherty’nin ölüm sebebini kendiliğinden tutuşmaya bağlamıştı.

Aydınlanma dönemi tıklama tuzağı

Bu gibi ölüm vakaları, özellikle 21’nci yüzyılda nadir görülüyor. Fakat 17’nci, 18’inci ve 19’uncu yüzyıl Avrupa’sında, geriye dönük olarak çok sayıda (muhtemelen kime sorduğunuza göre de 200 kadar fazla) sözde tutuşma vakası raporlanmış ya da tarif edilmiş. Genelde bu kişilerin alkolik oldukları düşünülmüş ya da olay yerinde alkol bulunmuş. Bedenler gövdeleri ve kemikleri yanmış, geride koyu renkli, yağlı madde birikintileri kalmış halde bulunurken, uzuvlarda ve mobilyaların da içinde bulunduğu yakın çevrede hiçbir hasar olmadığı görülmüş.

Northwest – Purdue Üniversitesinde çalışan erken dönem yenilikçi Avrupa tarihçisi Michael Lynn, zamanın tabloidvâri süreli yayınlarında bu tatsız sahnelerin sık sık yazıldığını söylüyor. Lynn, kendi çalışmasında ve o dönemde ortaya çıkan bu kendiliğinden tutuşma modasıyla ilgili araştırma yürütüp yayımlamış. Popular Science‘a konuşan Michael Lynn, kendiliğinden tutuşma hikayelerine Aydınlanma döneminin tıklama tuzağı işlevi gören şaşırtıcı tuhaflıklar gibi bakıldığını; bu tür haberlerin genelde de ağır bir abartıyla ve modern yaşamın haz şeklinde algılanan unsurlarına dönük bir ahlak dersinin yanında uzun tartışmalarla sunulduğunu söylüyor.

Charles Dickens’in 1895 tarihli romanı Kasvetli Ev’de Hablot Knight Browne’nin yaptığı kendiliğinden tutuşma tasviri. Görüntü: Internet Archive Book Images

Yaşayan birinin herhangi bir anda ölümcül alevler içinde kalabileceği düşüncesi, zamanın kültürel ruhuna nüfuz etmiş ve edebi yazının yanısıra gazetelerde de kendine yer bulmuş. Charles Dickens’in Kasvetli Ev isimli eseri bunun en meşhur örneği. Öyküde kaynağı belli olmayan bir alevin kendisini yutmasından sonra, alkolik ev sahibi ve hurda taciri Krook’tan geriye sadece bir kül yığını kalıyor. Herman Melville ve Emile Zola da karakterleri kendiliğinden tutuşmayla öldürmüştü. Fakat bu olgu, elverişli bir olay örgüsü aracından ibaret değildi. Bazıları için sarsılmaz bir inançtı. Dickens, kitabın ilk basımlarından birine eklenen önsözde gerçek hayatta yaşandığı iddia edilen birkaç rapora atıfta bulunarak olasılık savunması yapmıştı. “Gerçekleri gözardı edemem” diye yazmıştı.

Peki bu hararetli olgunun ardındaki gerçekler tam olarak neydi?

Kendiliğinden tutuşmanın gerçek bilimi

Bilimsel olarak konuşursak, kendiliğinden tutuşma gerçek bir olgu. Son derece tutuşabilir bazı kimyasallar (fosfor gibi) ve malzemeler (ıslak saman ya da kompost gibi), görece düşük ortam sıcaklıklarında ve herhangi bir ateşleme kaynağı olmadan alev alabilir. Egzotermik kimyasal tepkimeler ve çürüyen organik madde ile mayalanmadan çıkarak biriken ısı, bu ani alevleri açıklıyor. Fakat insan vücutları tümüyle başka bir konu. Avustralya’daki Adelaide Üniversitesinde çalışan adli tıp patoloji uzmanı ve emeritus profesör Roger Byard, iddia edilen herhangi bir vakada geçerli açıklama olarak “kendiliğinden tutuşmanın” çok mümkün görünmediğini ve neredeyse imkansız olduğunu söylüyor.

“Hiç şahit olunmuş bir şey değil” diyor Byard, Popular Science‘a. “İnsanlar kendiliğinden alev alabilseydi, markette dolaşırken arkanızda alışveriş arabasını iten küçük yaşlı bayan aniden patlardı.”

Oysa tüm olaylar, izole ve görünmeyen bir şekilde ölmüş kişilerle ilgili. Byard ayrıca başka hayvan türlerinde de bu tür bir olayın hiç rapor edilmediğini; bunun tamamen insanlarla ilgili bir olgu olduğunu belirtiyor. (Sahillere vuran balina cesetleri bazen “patlasa” da bu sadece iç kısmın çürümesiyle biriken gazların aniden serbest kalmasından kaynaklanıyor, yoğun bir ısı ya da alev olmuyor.) Byard’ın görüşüne göre buradaki eksik unsur, diğer hayvanların “kendilerini battaniyelere sarıp viski ve sigara içme” eğilimi göstermemesi.

İnsanlarda kendiliğinden tutuşmanın nasıl ve niçin meydana geldiğine yönelik birtakım hipotezler öne sürülmüş ise de bunlar ne bilimsel bakımdan sağlam ne de gösterilebilmiş şeyler. Komplo teorisyenleri ve 19’ncu yüzyılın bilim insanları da sebebin Tanrı’nın işi, yıldırım, iz miktarlarda fosfat, statik elektrik, kandaki tanımlanamamış parçacıklar ve bağırsaklardaki gazlar olabileceğini ileri sürmüş. Daha yakın bir zamanda ise bağımsız bir araştırmacı, metabolik bir durum olan ketozisten kaynaklanan aseton birikiminin bunu açıklayabileceğini öne sürmüş.

Fitil etkisi

Fakat açıklamalardan biri, geri kalanlardan çok daha muhtemel görünüyor ve herhangi bir “kendiliğinden” tutuşma içermiyor. Byard, en makul etkinin fitil etkisi olduğunu düşünüyor. “Bu insanlar aslında insan mumları” diyor.

Fitil etkisi, battaniye ve kıyafet altında duran insanlardaki yağın, biraz hızlandırıcı (ör. dökülmüş bir likör) yardımıyla ve bir kıvılcım ya da közle tutuştuğunda nasıl yandığını tarif ediyor. Bu koşullar altında bir alev ağır ağır yanıp yüksek sıcaklıklar meydana getirebiliyor ama yüksek alevler olmadan ve düşük bir tali hasarla. Eğer uyuyan veya sarhoş olmuş birisi üzerine biraz alkol dökmüş ve sonrasında üstüne bir sigara düşmüş ya da şömineden çıkan serseri bir köz gelmişse, bu durumda o ölümcül süreç başlayabilir.

1998 yılında BBC’nin bilim belgeseli dizisi için yürütülen bir deneyde, fitil etkisinin iddia edilen kendiliğinden yanma olaylarında bulunan türden sahneleri meydana getirebileceği gösterilmiş. Adli tıp bilimci John DeHaan, battaniyelere sarılmış bir domuz leşini ateşe vermiş ve saatlerce yanmaya yanmaya devam ettiğini keşfetmiş. Nihayetinde domuzun orta kısmının tamamı kemiklerle birlikte kaybolurken, daha düşük yağ oranı bulunan bacaklar olduğu gibi kalmış.

Bir domuz veya insan için hoş bir durum değil ama en azından göklerden gelen ani, alevli bir cezadan ya da içeriden gelen beklenmedik bir gaz patlamasından daha kaçınılabilir.

Yazar: Lauren Leffer/Popular Science. Çeviren: Ozan Zaloğlu.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz