Yalnızca siz değilsiniz.
Gün içinde yeteri kadar saate sahip olmamak, bugünlerde çoğumuzun boğuştuğu bir sorun gibi görünüyor, fakat gerçekte daha meşgul mü oluyoruz yoksa sadece daha meşgulmüş gibi mi hissediyoruz?
Bu konuda önde gelen hipotez, kabahatin fazladan çalışma saatleri yerine, yaşam şeklindeki bir değişim olduğunu öne sürüyor. Sonuçta pek çok çalışma ve rapor, büyük çoğunluğumuzun daha önce olduğundan daha az saat çalıştığını ve daha fazla tatil yaptığını söylüyor… Peki neler oluyor?
Kısaca söylemek gerekirse, kesin bir cevap bulunmasa da, teknolojiye olan fazla güvenimiz (hem kişisel hem de uzman yaşamlarımızda), öyle olmasa bile işleri yoğun gibi gösteriyor.
Bunaltıcı bir bilgi miktarı (teşekkürler, internet), ‘her zaman açık’ yaklaşımı ve akıllı telefonların gün boyunca bizi birbirimize bağlı tutması, olması gerektiği gibi rahatlayamamamızın sebepleri.
2012’de İngiltere’de çıkan bir raporun söylediğine göre, teknolojinin hızlı gelişimi bize faydalar sağladı fakat aynı zamanda “fazla bilgi yüklemesiyle sonuçlandı, iş zamanı ve iş dışı zaman arasındaki sınırları bulanıklaştırdı ve çalışanların daha gelişmiş şekilde gözlenmesine ve izlenmesine olanak sağladı.”
Bu yüzden, çalışmadığımız zaman bile çalışıyormuş gibi hissediyoruz.
Geçen sene James Cook Üniversitesi’nin Singapur yerleşkesi’ndeki psikolog Aoife McLoughlin, bu fikri destekleyen bir araştırma yayınladı. Akıllı telefonlar gibi çağdaş cihazları kullanmanın, zamanı aslında daha hızlı geçiyormuş gibi gösterdiğini buldu.
McLoughlin, ScienceAlert’a şöyle konuşuyor: “Bu neredeyse, sanki teknolojiyle rekabet etmeye çalışıyormuş ve daha hızlı ve daha verimli oluyormuşuz gibi. Teknoloji hakkında, bizi içimizde zamanın geçişini ölçen tempo ayarlayıcıyı artırmaya hazırlayan bir şeyler var gibi görünüyor.”
2003’te ABD’de yayınlanan bir çalışmanın öne sürdüğüne göre, belki boş vakit seçeneklerinin aşırı miktarda olmasının da bir etkisi vardır (aslında çalışma Netflix’ten dört yıl önce yapıldı).
Temel olarak, çok fazla boş zaman seçeneğine sahip olmak (görecek şeyler, gidecek yerler, okunacak kitaplar, izlenecek filmler), bu durumun tersi geçerli olsa bile bizleri daha az boş zamana sahipmişiz gibi hissettiriyor. Bu, seçim ikilemi ile ilgili: pek çok seçeneğe sahip olmak iyi bir şey gibi görünse de, bu aslında bunaltı oluşturabilir.
Sürekli meşgul gibi hissetmemizin bir başka muhtemel sebebi de, meşgul olmanın, çoğu çağdaş toplumda başarı ve işleri tamamlama hissi ile bağlantılı olması.
Bu yüzden, hayatlarımızın doğru yörüngede olduğunu ve etrafımızdakilerden ‘daha iyi’ iş çıkardığımızı diğerlerine göstermek (ve kendimizi buna ikna etmek) amacıyla zamanımızı doldurmamız daha muhtemel. Hatta bazı çalışmalar meşgul olmayı tercih ettiğimizi bile gösterdi.
Zaman yönetimi yazarı Tony Crabbe, çok meşgul hissetme probleminin, bizim “sınırsız dünyamız” olarak adlandırdığı şeyde yattığını söylüyor. Esas itibariyle çoğumuz, haftada bir miktar saat boyunca tarlalarda veya fabrikalarda çalışmaktan, sürekli epostalarımızı kontrol ettiğimiz yaşamlara geçtik.
Crabbe, eninde sonunda sınırsız bir iş miktarının ve sınırsız bir boş vakit seçeneği miktarının üstesinden gelme baskısının, bizleri daha önce hiç olmadığı kadar daha fazla baskı altında ve bezmiş hissettirdiğini söylüyor.
Bunda şüphesiz ki bazı gerçekler var: gelen kutunuzdaki her şey ile ilgilendiğinizi ve Spotify’de her şeyi dinlediğinizi en son ne zaman farkettiniz? (İkisi de muhtemelen eşit derecede imkansız.)
Durumun böyle olması gerekmiyor. Uzmanlar geçen yüzyılda teknolojik gelişmeler sayesinde hepimizin çok daha az çalışıyor olması gerektiğini tahmin etmişlerdi, fakat internet ve robotlar ve algoritmaların gelmesi, iş yükümüzü henüz azaltmış gibi görünmüyor.
Veya belki de azalttılar ve biz sadece farkında değilizdir.
ScienceAlert