Kanserin Anlamı Değişiyor

2

50/50 filminin başlarında, Adam Lerner’a omurganın sinir dokusunda meydana gelen bir kanser olan nörofibrosarkom teşhisi konulmuştu. Adam doktorunun bürosunda otururken, doktor kelimeyi bir kaç kez söylemişti fakat Adam’ın bunun ne anlama geldiğine ve kendisiyle ilgili bir sorun olup olmadığına dair hiçbir fikri yoktu. Sonunda doktoru “kanser” kelimesini kullandı ve Adam’ın görüşü bulanıklaştı, doktorun sesini ise tiz bir çınlama bastırdı. 

Çoğu kişinin başından bunun gibi gerçek tecrübeler geçmiştir. Kanser halen bir teşhiste duyabileceğiniz en korkutucu kelimelerden birisi. Belki de bunu duyan birisini tanıyorsunuzdur; yetişkinlerin neredeyse yüzde 40’ına, yaşamları boyunca bazı kanser türleri teşhisi konuluyor. Her hastanın hikayesi farklıdır ve hepsi mutlu bir sonla bitmez. Fakat kanserin nasıl çalıştığına dair onlarca yıldır yürütülen araştırmalar sayesinde, bugün kanser teşhisi konan hastaların yaşama şansları hiç olmadığı kadar fazla.

Adam Lerner (Joseph Gordon Levitt) 50/50'de teşhisine tepki verirken
Adam Lerner (Joseph Gordon Levitt) 50/50’de teşhisine tepki verirken

Onkolojide şu sıralar büyük bir şey oluyor. Her gün yeni bir tedavi veya keşfi gösteren bilimsel bir tez yayınlanıyor gibi görünüyor. Fakat doktorlar ve araştırmacılar için kanserin anlamının bugün nasıl değiştiğini iyice kavramadan, bu heyecanı anlamak zor olur. Uzmanların kanserden ve bu hastalığı teşhis ile tedavi etmekten anladığı şey, son yıllarda giderek olgunlaştı. Geçmişte öğrenmiş olabileceğiniz bazı şeyler artık doğru değil.

Amerikan Kanser Derneğinin başkan yardımcısı Len Litchenfeld şöyle söylüyor, “1970’lere geri dönersek, kanserleri erken teşhis etmemiz durumunda tedavi edebileceğimizi düşünüyorduk. Şimdiyse çok daha olgunlaşmış bir anlayışa sahibiz. Sahip olduğumuz teknoloji, geçmişte bulduğumuzdan çok farklı kanserleri bulmamıza olanak sağladı. Ayrıca kanserin ne olduğu ve nasıl davrandığı hakkındaki fikirlerimiz de evrimleşiyor.”

Kanser sadece bir hastalık değildir; aslında yüzlerce hastalıktır. Hücrelerin normal büyüme ve ölme sürecinin ayarını bozan genetik bir mutasyondan kaynaklanmaları dışında da bu hastalıkların fazla ortak noktası yok.

İnsanlar kanseri düşündüklerinde, daha çok 50/50’deki gibi bir sahneyi, korkutucu bir teşhisi hayal ederler. Fakat son yıllarda onkologlar kanserlerin vücutta her zaman meydana geldiğini öğrendiler; bağışıklık sistemi, başa çıkılamaz hale gelmeden önce genelde sorunu çözebiliyor.

“Çoğu kişi arkadaşlarımız, ailemiz ve iş arkadaşlarımızda teşhis konmuş kanseri bilir fakat her kanser hücresi, hayatı tehdit eden ciddi bir kansere dönüşmez” diyor Litchenfeld. Bazı kanserler yavaş gelişir ve asla bir sorun haline gelmez; diğerleri daha saldırgandır ve hemen tedavi gerektirir.

“Geniş bir tayf var” diye ekliyor Litchenfeld. Nüfusun bu kadar geniş bir yüzdesine kanser teşhisi konulduğundan, çoğu insan kanserin artık geçmişte olduğundan daha yaygın görüldüğünü varsayıyor. Fakat bu tam olarak doğru değil. “Kanser daha yaygın gibi görünüyor ancak bunun sebebi, yaşlı nüfuslarda daha fazla kanser bulmamız” diyor Litchenfeld.

İnsanlar daha uzun süre yaşıyorlar ve bu durum, kanser gibi yaşa bağlı hastalıkların gelişmesinin daha muhtemel olduğu anlamına geliyor; aslında yaş, kanser gelişimindeki en büyük tehlike etmenlerinden biri. Litchenfeld şöyle ekliyor: “İnsanlar şimdilerde 80 veya 90 yaşına kadar yaşıyor, bu yüzden rakamsal olarak daha fazla kanser bulacak olmamız mantıklı geliyor. Fakat orana bakmak önemli.

ABD Ulusal Kanser Derneğine göre kanser oranları 1975 ile 2011 arasında genel olarak azaldı. Kanserden kaynaklanan ölümler ise daha fazla azaldı. Litchenfeld bu durumun, kanserle mücadele bakımından olmamız gereken yerde bulunduğumuz anlamına gelmediğini, fakat kesinlikle ilerleme kaydedildiğini belirtiyor.

Kanserden kaynaklanan ölüm oranlarının düşmesinin birçok sebebi var; onkologların insanların neden kanser olduğunu çok daha iyi anlaması sayesinde hem önleme hem de tedavi şiddetli bir şekilde gelişti. Fakat ölüm oranlarında yaşanan azalmanın büyük bir kısmı, tütün sebebiyle kanser olan insan sayısının artmasından kaynaklanıyor. Araştırmacılar, sigara içmenin kanseri daha muhtemel hale getirdiğini 1950’lerden itibaren anladılar ve insanları durmaya zorlamak (ki çok daha sonrasına kadar büyük oranda işe yaramamıştı), kanseri önlemelerine yardımcı olmada önemli bir adımdı.

hela-v
HeLa Hücreleri

Önleme konusunda birçok yanlış bilgi olmasına rağmen (çok kahve içmek pankreas kanseri geliştirme tehlikenizi artırır mı yoksa azaltır mı?) doktorlar, kanseri önlemede neyin en çok işe yaradığını gayet iyi biliyorlar. Litchenfeld şöyle söylüyor, “Çok az mucize var. Bildiğimiz şeyler sigara içmemek, kilo vermek ve hareketliliği artırmanın işe yaraması. Bunları alışkanlık haline getirmek zor olsa bile.

Kanseri önlemek çok iyi anlaşılmadığı için 1960 ve 70’li yıllarda doktorlar pek çok kaynağı kanseri tedavi etmeye harcamışlardı. Birçok kanser tedavisi sadece şansa kalmıştı. Doktorlar hastalara kemoterapi ve radyasyon verip, vücutlarında yeterli miktarda hücre öldürmeyi ve bu sayede kanserin artık hayatta kalmamasını umuyorlardı. Fakat 1970’lerin ortalarında araştırmacılar onkogeni keşfetti. Bu genler hücrelerin büyümesi ve ölmesini yönetiyordu ve belli bir mutasyona sahip olurlarsa, tümörlere yol açabiliyorlardı. Bu keşif onkoloji dünyasını şok ederek, çevre ve yaşam şekli etmenlerinin (sigara içmek gibi) kansere sebep olan mutasyonları nasıl daha muhtemel hale getirdiğini daha iyi anlamaya ve kanserin isabet oranı ile saldırganlığına bağlı diğer pek çok genin keşfedilmesine yol açtı (kadınlarda meme ve yumurtalık kanserine yakalanma olasılığını artıran BRCA-1 geni gibi).

“70’lerdeki bu araştırmanın bir sonucu olarak, bir kanser hücresini neyin kanser hücresi yaptığı konusunda genetik anormallikleri ve dahili yazım sistemini çok daha iyi anladık. Bu sayede, yeni tedaviler için kullanabileceğimiz hedefler belirledik.” diyor Litchenfeld.

Bu çalışmalar gitgide gelişmiş tedavilere yol açtı ve artık tamamen yeni bir aşamaya geçmiş bulunuyoruz. Araştırmacılar, kanserle içten savaşması için bağışıklık sistemini nasıl kullanacaklarını anlamaya başlıyorlar. Buna bağışıklık tedavisi deniyor. Ucuzlayan genetik dizilimin yanında yaşamı tehdit edebilecek kanserlerin ardındaki genetik etmenlerin anlaşılması, doktorların kişisel ilaç adı verilen tedavileri kullanarak kansere sebep olan mutasyonu hedef alabildikleri anlamına geliyor. Bu bilgi aynı zamanda doktorların daha seçici şekilde teşhis ve tedavi uygulamalarına da yol açıyor.

ABD Ulusal Kanser Derneği Kanser Araştırma Merkezinin bilimsel başkan yardımcısı ve klinik başkanı William Dahut, “Erken teşhisin hasta için her zaman daha iyi bir sonuca yol açtığına dair bir düşünce var” diyor. “Fakat bazı kanserlerde bu durum daha belirsiz.

Örneğin prostat kanserini ele alalım. Bu kanser, ABD’deki erkeklerin kanserden kaynaklanan ölümlerinde ikinci sebep durumunda ve buna rağmen, istatistiksel olarak prostat kanseri teşhisi konmuş bir erkeğin prostat kanseri yüzünden ölmesi yerine bu kanserle birlikte ölme ihtimali daha muhtemel. Eğer bir kanser, sağlık tehlikesine dönüşmek üzereyse ve doktorlar bunu çok saldırgan tedavi ederlerse, tedavi ikincil kanserler olarak bilinen diğer tür kanserlere yol açabilir ve bunun sonucunda hastanın yaşamı tehlikeye girer. Meme kanseri gibi diğer kanser türlerinde çok sık tarama yapılması, bir hastayı radyasyona maruz bırakarak hastalık tehlikesini bile artırabilir.

cancer_cells_1
İnsan bağ dokularında bulunan kanser hücreleri

Dahut şöyle söylüyor: “Erken teşhis, tedavinin yan etkilerine yol açabilir ve her zaman hastaya fayda sağlamayabilir. Tarama konusunda pek çok şey duyuyorsunuz ve bazen yararlı olabiliyor. Fakat bazen taramalar arasında büyüyen kanserler, en öldürücü kanserler oluyor. Ayrıca doktorların bulduğu kanserler, zararlı kanserler olmayabilir.” Bazı doktorlar ve halk sağlığı yetkilileri insanları sürekli kanser taraması yaptırmaları için yıllarca teşvik ettikten sonra, artık bazı kanser türleri için daha nadir tarama yapılması gerektiğini söylemeye başladılar.

Onkolojideki bu önemli gelişmeler, tüm cevaplara ulaştığımız anlamına gelmiyor; aslında bazı şeyler daha fazla öğrendikçe, kanserin ardındaki genler daha karmaşık hale geliyor.

Tümörler genellikle kendilerini yönlendiren birkaç mutasyon taşıyor ve onkologlar bunların yerini belirlese bile, onları hedef alan fazla ilaç bulunmuyor. Bir seferde birkaç tanesini hedef alan ilaçlar ise daha da az. Kanser bölgesi (akciğer, tiroid vb.) tedavilerini test etmek amacıyla bir klinik deneme sistemi tasarlandıysa da, bunları yönlendiren belirli mutasyonlar için böyle bir şey yapılmamış.

Ancak ilaçları onaylayan Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi, onkologların kanserin nasıl çalıştığına dair elde ettiği yeni fikirlere uyum sağlamak üzere yeniden düzenleme yapmaya başlıyor. Fakat araştırmacılar ve doktorlar, araştırmaların sonraki aşamalarda getireceği şeyler konusunda hâlâ iyimser. Kanserlerin nasıl oluştuğunu ve nasıl tedavi edileceğini daha iyi anlayan doktorlar, hastalarla kanser tehlikeleri hakkında konuşmanın yeni yollarını buluyorlar. Hastalar, belli kanser türlerinin gelişmesini daha muhtemel hale getiren genetik mutasyonlar konusunda daha erken bilgi sahibi olup önleme doğrultusunda adımlar atabilecekler.

Araştırmacılar kanser hastalarından daha fazla veri topladıkça, mutasyonların birbirleriyle etkileşime girerek kanseri nasıl daha çok veya daha az saldırgan hale getirdiğini daha iyi kavrayacak ve bir seferde birkaç tanesini hedef alan tedaviler geliştirebilecekler. Bu hedefli tedavilerin bağışıklık tedavisi ile nasıl birleştirileceğini çözmek, muhtemelen onkolojide büyük bir devrim yaratacak. Dahut, “Kanser tedavisinde inanılmaz ölçüde heyecanlı bir zamandayız” diyor.

hela-iv
Bir elektron mikroskobu altındaki taramada bir HeLa, programlanmış hücre ölümü geçiriyor

Litchenfeld, en ileri tedavi yöntemlerinin sıradan hastalar için ne kadar hızlı biçimde kullanılabileceğini pek bilmiyor; özellikle de pahalı fiyatları göz önüne alındığında. Litchenfeld’e göre, hasta tedavisinde ve hastanın yaşam kalitesini geliştirmede çok büyük gelişmeler yaşanabilir. Zaten kültürel bir geçiş yaşanıyor: Kanser artık kötü bir damga değil. Litchenfeld, kanser teşhisinin artık bir ölüm hükmü olmayabildiğini ekliyor. Litchenfeld sözlerini şöyle sonlandırıyor, “Bu sadece bilimle ilgili değil; hastalara ve ailelerine nasıl özen gösterdiğimizle de ilgili.”

Onkolojideki gelişme oranı göz önüne alındığında kesin olan bir şey var: 10 yıl içinde hayatta kalma oranları bugün olduğundan kesinlikle çok daha fazla olacak. Kanser etrafındaki tedavi yöntemleri, önleme çabaları ve kültür her gün gelişiyor. Fakat popüler medyada yanlış olan birçok bilgi bulunuyor. Zamanın mucize tedavisi hakkında bir şeyler öğrenmek, teknik bir filmi yarısında izlemeye başlamak gibi sıklıkla kafa karıştırabilir ve mesleki terimlerle dolu olabilir.

 

 

 

 

Yazar: Alexandra Ossola/Popular Science. Çeviren: Ozan Zaloğlu.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz