Buluşlar gerçekten bir şans meselesi mi yoksa sadece doğru zamanda doğru kişi tarafından ortaya çıkarılmayı mı bekliyorlar?
Bu makale aslen MIT Press Reader sitesinde yayımlandı. Makale, Telmo Pievani’nin “Mutlu Kaza” kitabından uyarlandı.
1900’lü yılların başındayız ve Fransız bir kimyager (aynı zamanda bir sanatçı ve dekoratör) olan Edouard Benedictus, laboratuvarda sıradan bir kaza yaşıyor: Bir deney tüpünü düşürüyor. Deney tüpü sadece o zaman parçalanmıyor. Cam parçaları, bir mozaik gibi bir arada duruyor. Bu olay ilgisini çeken Benedictus, durumu daha derinlemesine inceliyor ve deney tüpünün içerisinde, buharlaştığı zaman camın yüzeyinde bir tabaka şeklinde birikip camın parçalarını bir arada tutan bir kolodyon çözeltisi olduğunu fark ediyor. Farkında olmadan kırılmaz camı icat ediyor. Fakat onu bir dolabın içerisine koyuyor ve otomobil pazarı, kendisinin cevabını çoktan bulduğu sorunu meydana getirdikten sonra bulup çıkıyor; sanki icat ihtiyaçtan doğmamış da tersi olmuş gibi.
Bu gibi mutlu kaza anları, buluşların tahmin edilemez doğasını ortaya çıkarıyor. Ancak Benedictus’un hikayesinde olduğu gibi şansın rol oynadığı durumlarda bile şu büyük soru cevap bulmayı bekliyor: Böyle keşifler gerçekten şans eseri mi yoksa bir şekilde “havada” durup doğru kişinin onu yakalamasını mı bekliyor?
Kuşkucular ‘Hadi oradan’ diyecektir ama peki ya şans eseri keşifler? O veya bu şekilde, bugüne kadar yapılan bütün keşifleri başka biri yapardı. Kavramsal ve teknolojik açıdan zamanı geldiyse, birisi er ya da geç başarırdı. Anestezi her halükarda keşfedilirdi ve birisi Post-it notlarını icat ederdi. Bu teoriye göre sanki belli bir dönemde havada dolaşan ve sadece birinin gelip yakalamasını bekleyen hayaletler var. Bağımsız ve paralel şekilde, Charles Darwin ve Alfred R. Wallace (ikincisi Darwin’in 15 yıl gerisinden) doğal seçilim ile evrim kuramına varmışlar ve her ikisi de Thomas R. Malthus okumak, adalardaki tür dağılımlarını gözlemlemek vs. gibi benzer verilere dayanmışlardı. Kurama pek çok farklı nüans eklemişlerdi ancak düşüncelerindeki çakışmalar hayret vericiydi.
DNA’nın moleküler yapısının çözülmesine dönük uluslararası çapta telaşlı bir yarışın yapıldığı 19’ncu yüzyılda bile, anestezi eden gazlar ve diğer pek çok vaka üzerinde yürütülen araştırmalardaki net izlenim, hedefin yakın ve çözümün eli kulağında olduğu yönündeydi. Biyolojik evrimde de karşımıza çıkan bu olgu, yakınsama olarak adlandırılıyor: Yakın akraba olmayan iki türde, yarasaların ve bazı kuş türlerinin ekolokasyonu gibi benzer işlevlere sahip adaptasyonlar gelişiyor. Bunun sebebi, çevrenin her ikisi üzerinde de benzer hayatta kalma problemleri (karanlıkta uçarken yön bulma); yani benzer seçilim baskıları sergilemesi. Böyle bir dinamiğin neden bilimsel bilgide de mevcut olduğunu açıklamaya yardımcı olabilecek önemli bir ipucu bu: Benzer seçilim baskıları (bir araştırma problemi ve ona ulaşmak için ihtiyaç duyulan gözlemsel araçlar) ve çözüm(ler) bulmak için yarışan farklı araştırma grupları var.
Aslında az önce bahsettiğimiz vakalar, “Mutlu Kaza” boyunca aktarılan şans eseri keşif hikayelerinin çoğundan biraz farklı çünkü bu durumların tamamında (ve diğer pek çoğunda), tanımlanmış bir problemi çözmeye yönelik kasıtlı bir yarış var. Fakat sonuca ulaşmak için atılan adımları analiz edersek, esasında şans eseri ortaya çıkan bazı öğeler olduğunu görebiliriz (Darwin ve Wallace, doğru zamanda kristalograf Donohue Malthus okuyordu; kendisinin hidrojen bağlarındaki uzmanlığı, Crick ve Watson’ın nükleotit baz çifti modellerini doğrulamalarına ve ör. Watson’ın laboratuvarında çift sarmal yapısını keşfetmesine doğrudan yol açmıştı). Ancak bu genel dinamik şans eseri değildi. Bütün keşif süreçlerinin doğal şekilde şans eseri olmadığını da vurgulamak gerekiyor. Fakat bütün keşiflerin havada olması gerçekten mümkün mü?
Bir anlığına bunun doğru olduğunu ve şansın en fazla kaçınılmaz olanı hızlandırabileceğini varsayalım. Bütün bilim insanları, kendilerinden önce gelen devlerin omuzlarında duruyor ve nesnel olarak bilimde birikimli bir unsur var. Yine de bir noktada ve doğru koşullarda, biraz daha ilerisini görenler bu devler değil, bilinmeyen bilim insanlarıydı. Bir keşfin yönelimselliğinin diğerlerinden daha çok tahmin edilebilir ve beklenir olması, bu vakalarda bireysel bilim insanlarının ve bağlamın rolünün önemsiz olduğu anlamına gelmiyor. Bazı keşiflerin kendi spontan güçleri var ve ortaya çıkmaları daha muhtemel. Ancak gerçeğe dönüşmeleri hâlâ o bilim insanının veya bilim insanı grubunun bilgisine bağlı ve beklenmedik olaylar da önemli bir rol oynuyor (Darwin ve Wallace, yolculukları sırasında ortaya çıkan çok tesadüfi fırsatlar olmasaydı ne keşfederdi?).
Kimse aynı keşfe ulaşmak için ne kadar farklı güzergâh olduğunu bilmiyor. Herhangi bir durumda karşı delilimiz yok ve geç fark etme tehlikesi (sonradan önemli olan bir şeyi gereksiz gibi gösteren, dolayısıyla şansı kadere dönüştüren şey) de her zaman köşede bekliyor. Zihinlerimiz şaşırtıcı bir sonuç ortaya çıkaran bir tesadüf dizisini sıraya koyduğunda, bu olay silsilesinden gizemli bir gücün sorumlu olduğu sonucuna varıyor hemen. Tesadüf olamayacağını ve bu sebeple keşfin havada beklediğini söylüyorlar. Evrenin gizemli nitelikleri de kendilerini tuhaf tesadüfler şeklinde gösteriyor bilim insanına.
Bilim tarihinin bu teleolojik halinden kaçınmak için hepten gidimsel bir argüman bulunuyor. Bir kanıttan ziyade, en sevdiğimiz tesadüfe doğru yönlendiren bir ipucu şeklinde düşünülebilir. Daha ileriyi görmeyi başaran; yani yeni bilgi cepheleri açan kişinin dev değil de meçhul bilim insanı olması tesadüf değil. Metaforumuzu devam ettirirsek, devin zihninin de önceki bilgilerle hapsedilmiş olduğunu ve bu yüzden yerleşik alışkanlıklar, araştırma soruları ve yerleşik yöntemler çerçevesinde sıkışıp kaldığını söyleyebiliriz. Bu sebeple muhafazakarların, aynı derecede önemli olabilecek tahmin edilebilir ve bilinçli keşifler yapma olasılığı daha yüksektir fakat beklenmeyeni dinlemeye pek meyilli olmadıklarından, bilinenin civarında kalırlar.
Diğer taraftan yeni ve az bilinen bilim insanı daha uzağı görmüştür çünkü o ya da bu şekilde (bilinçli olarak ya da çok daha sık şekilde rastlantı eseri) yerleşik bilginin zincirlerinden kurtulmayı başarmış, hatta belki de ona biraz ihanet etmiştir. Bu nedenle onlar için başka diyarları hayal etmek mümkün olacaktır. Bu durum, hazırlıklı zihinleriyle şans eseri keşifleri yakalamada daha yüksek şansları olanların yenilikçiler olacağını akla getiriyor. Bu keşifler kuraldışı ve beklenmedik, hatta ezber bozan türden bile olabilir. Argümanı tersine çevirirsek, en büyük etki ve boyuttaki bilimsel keşiflerin rastlantı eseri meydana gelenler olduğu ve böyle olacak olması daha muhtemeldir.
Telmo Pievani, Padua Üniversitesi Biyoloji Bölümünde ilk Biyolojik Bilimler Felsefesi kürsüsünün başkanlığını yürüten bir profesör. Önde gelen bir evrimci, bilim iletişimcisi ve İtalya’nın Corriere della Sera gazetesinde köşe yazarı olan Pievani, başka kitapların yanısıra “Kusurluluk” ve bu makalenin uyarlandığı “Mutlu Kaza” kitaplarının da yazarı.
Yazar: Telmo Pievani/The MIT Press Reader. Çeviren: Ozan Zaloğlu.