Amazon ormanının derinliklerinde bulunan Yanomami köyü, Batılı kültürü reddediyor. Köylüler üzerlerinden geçen helikopterleri görüyor olsa da bazı gruplar Batılılarla iletişim kurmadı ve onların modern yaşantılarıyla henüz tanışmadı. Bu tarz gruplar üzerinde yapılan çalışmalar sonucu yayınlanan makaleye göre modern yaşam tarzımız vücudumuzda bazı değişimler yaratıyor.
Vücudumuzun her yüzeyinde yer alan bakteri ekosistemi sağlımız üzerinde çok etkili. Bu mikrobiyom, bağışıklık sistemimizden davranışlarımıza kadar birçok yönden bizleri etkiliyor. Tabii ki mikrobiyal ekosistem bizleri hasta da ediyor.
Science Advances dergisinde yayınlanan araştırma Batılılarla hiç irtibat kurmamış olan Yanomami kabilesi üzerinde yapıldı. Araştırmacılar 34 bireyin ağızlarını, derilerini ve yüzlerini bezle kapladı ve buradan elde ettikleri bakterilerin DNA’sını kontrol etti. Sonuç olarak da Yanomami grubunun insan grupları içerisindeki en yüksek mikrobiyal çeşitliliğe sahip olduğunu buldu.
Köylülerin dışarıda çok fazla zaman geçirmesi, avlanması ve tabii ki antibiyotiklerle tanışmamış olması araştırmacılarca bunun sebebi olarak düşünülüyor. Ayrıca bu araştırma sayesinde atalarımızın mikrobiyom çeşitliliğine dair bir bakış açısı kazancağız. Yanomamiler, Venezuella’daki Guahibo Amerindians’lardan ve Güney Afrika’daki Malawian kabilesinden daha fazla mikrobiyal çeşitliliğe sahip çünkü bu kabileler Yanomamilere nazaran daha Batılı bir yaşam tarzı benimsemiş durumdalar. Araştırma batılılaştıkça mikrobiyal çeşitliliğin düştüğünü gösteriyor. Bu da neden bizim hastalıklara daha kolay yakalandığımızı gösteriyor.
Araştırmanın baş yazarlarından birisi olan, New York Üniversitesi’nde insan mikrobiyomu üzerinde çalışmalar yürüten Maria Gloria Dominguez-Bello, bakteriyel çeşitlilik, sanayileşme ve diyabet, astım, obezite gibi hastalıklar arasında bir bağ olduğunu öne sürmüştü. Dominguez-Bello şunları demişti, “geçtiğimiz 30 yıl içerisinde hastalıkları ortaya çıkaran bir şey olduğunu düşünüyoruz. Bunda etkili olan şeyin mikrobiyom olabileceğini düşünüyoruz.”
Fakat probiyotikleri biriktirmeye başlamadan önce, Harvard’ın epidemiolojistlerinden biri olan William Hanage, araştırma hakkında bazı önemli noktaları aklımızda bulundurmamızı istiyor. İlk olarak, zaman makinesi olmadan Yanomami kabilesinin mikrobiyom çeşitliliğinin atalarımızınkini temsil ettiğini söyleyemeyeceğimizi söylüyor.
İkinci olarak da, mikrobiyom – insan sağlığı ilişikisi son derece karışıktır. Düşük çeşitliliğin hastalıklara sebep olduğunu biliyoruz, fakat bu net bir çıkarım değil. “Bu, çeşitliliğin kesinlikle daha sağlıklı olduğunu söylemek olur” diyor Hanage. Ayrıca, Yanomami kabilesinin sahip olduğu bazı mikroplar hastalık yapıcı olabilir.
Buna rağmen bazılarının da yararlı etkileri var. Meslea, Oxalobacter formigenes isimli bir bakteri böbrek taşı oluşumunu engelliyor ve bu bakteri Amerikanlara kıyasla Yanomami kabilesinde daha büyük oranda var. Yazarlar, Yanomami kabilesi gibi gruplar üzerinde yapılan araştırmaların bakterilerin tedavi edici özelliklerinin keşfedilmesini sağlayacağından umutlu. Bu bakteriler, Batılı popülasyonların sahip olduğu kronik hastalıkların çözümünün anahtarını elinde tutuyor olabilir.
Araştırmanın bir önemli bulgusu daha var: Yanomami mikropları antibiyotiklere duyarlı olsa da, bakteriler antibiyotik direnci geni taşır ve eğer bu gen aktive edilirse karşılarındaki insan yapımı antibiyotik bile olsa ondan etkilenmeyebilir. Yanomami kabilesi Batılı kültür ile hiç karşılaşmadıklarından dolayı bakter antibiyotik direnç genini aktive etmeye ihtiyaç duymadı. Bu şaşırtıcı bir şey değil, hatta bunu bilmek güzel, özellikle de hastalık yapan bakterilerin antibiyotiğe giderek daha fazla direnç kazandığını düşünecek olursak. Araştırmanın baş yazarlarından Gautam Dantas şunları söylüyor, “direncin yayılmasını önlemek için en önemli aşama tabii ki bu direncin nereden geldiğini anlamaktır.”