Yönetmen Christopher Nolan’ın yeni filmi Oppenheimer, 21 Temmuz 2023 günü geniş çapta vizyona girdi. Film, ABD’nin dünyanın ilk atom bombasını üretme programının başındaki bilim insanı J. Robert Oppenheimer’ı anlatıyor. Bir bölümü ABD’nin New Mexico eyaletinde çekilen film Oppenheimer’a, kişisel ilişkilerine ve 1954’te erişim yetkisinin geri alınışına odaklanarak bombanın hikayesini ve Soğuk Savaş’ın başlarını anlatıyor. Bilim insanının hayatı, başarısı ve zayıf yönleriyle ilgili bilinenleri anlatan film, bu konuda oldukça ana akım bir tablo çiziyor.
Nolan’ın kamerası Oppenheimer’ı canlandıran Cillian Murphy’e dar bir açıyla odaklandığından, bombanın oluşturduğu etkinin ve ilk zamanlarının büyük bir bölümü ekranda yer bulamıyor. Film, kapsamlı bir portre sunan Kai Bird ve Martin J. Sherwin’in 2005 yılında çıkan Oppenheimer biyografisi American Prometheus’u doğrudan beyaz perdeye aktarıyor. Oppenheimer’ın bombanın geliştirilme sürecine öncülük ettiği ve atom bombası geliştirme çalışması kapsamında kurulan ABD Ulusal Los Alamos Laboratuvarı, günümüzde halen ABD’deki nükleer silah araştırmalarının önemli bir merkezi konumunda.
Bombanın daha kapsamlı anlatıldığı hikayelerde, laboratuvar alanlarının ve test sahalarının ötesine gidilmesi gerekiyor. İşte, nükleer silahların ve gelişimlerinin filmde yakalanmamış üç detayı.
Günümüzdeki bombalar çok daha güçlü
Herhangi bir tür atom bombasının merkezinde, fizyon yani bölünme tepkimesi bulunuyor. Bu süreçte Uranyum-235 veya Plütonyum 239 gibi radyoaktif bir izotop kütlesi yüksek hızda sıkıştırılarak, bu izotoplardaki atomların bağlarını koparıyor ve nötronları muazzam hızlarda dışarı gönderiyor.
Oppenheimer’in en önemli noktasını da bir fizyon bombası oluşturuyor. Bilim insanlarının bomba üretimiyle ilgili açık şekilde konuşmaması için ilk atom bombasına “Aygıt” ismi verilmişti. Aygıt, 16 Temmuz 1945 günü Trinity’de test edilmişti.
9100 kg TNT veya 20 kilotona eşdeğer bir patlama açığa çıkarmıştı. 6 Ağustos 1945’de Japonya’nın Hiroşima şehrine atılan Little Boy (Küçük Oğlan), 15 kilotonluk bir enerjiye sahipti. Nagasaki’ye bırakılan Fat Man (Şişman Adam) ise 20 kiloton açığa çıkarmıştı. Bu silahların muazzam bir etkisi olmuştu. ABD’de ise Aygıt’ın radyoaktif serpintisi, rüzgar yönünde bulunan insanlarda bugün hâlâ gözlenen sağlık sorunlarına sebep olmuştu.
Yürütülen ilk tahminler, Hiroşima’da 70.000 ve Nagasaki’de ise 40.000 kişinin hayatını kaybettiğini söylüyor. Sonradan yapılan bir tahminde ise Hiroşima’da 140.000 ve Nagasaki’de 70.000 kayıp olduğu düşünülmüş. Her iki tahminde de sağlam bir yöntembilim kullanılırken, tahmini sayılara bombanın etkisiyle yaralanan fakat doğrudan hayatını kaybetmeyen on binlerce insan eklenebilir.
Bu rakamlar, böyle kuvvetli bir fizyon silahının ne kadar insanı öldürebileceğini anlamak için referans çizgisi. Bir atom patlamasının ölçeği göz önüne alındığında, bombalar herhangi bir nüfus merkezinde kullanıldığı takdirde sivil insanları aynı şekilde öldürebilir.
Manhattan Projesi esnasında “Süper” olarak adlandırılan bir diğer bomba tipinde ise küçük bir fizyon tepkimesi kullanılarak, daha büyük bir füzyon (kaynaşma) tepkimesi başlatılmaya çalışılmış. H-Bombası veya daha genel olarak termonükleer bomba şeklinde de bilinen bu silah, Birleşik Devletler’in şimdiye dek patladığı en büyük bombalardan biri ve 15 megatonluk bir enerjiye sahip. Sovyetler Birliğinin patlattığı en büyük H-Bombası ise 50 megaton enerji açığa çıkarmış.
Birleşik Devletler cephanesindeki nükleer bombalar ise 0,3 kilotondan 1,2 megatona kadar değişiklik gösteriyor. Dolayısıyla Hiroşima ile Nagasaki’de görülen enerji seviyeleri, şu an yürürlükte olan seviyelere göre ufak kalıyor. Aygıt, Fat Man ve Little Boy gibi ufak enerji çıkaran silahlar bazen “taktik” nükleer silahlar şeklinde tanımlansa da bu geniş bir sıfat ve çok kullanışlı bir terim değil. ABD’deki nükleer silahların çoğu daha büyük (genelde çok daha büyük) etki seviyelerine sahip. Birleşik Devletler 21’nci yüzyılda bir nükleer silah kullanırsa, bu silahlar şimdiye kadar savaşta kullanılmış iki atom bombasından en az bir ya da iki kat daha kuvvetli olabilir.
Daha karmaşık ve daha masraflı tedarik zincirleri vardı
Los Alamos, Oppenheimer’ın hikayesinin ve atom bombasının kuram, tasarım ile montajının merkezini oluşturuyor. Oppenheimer bu konumu New Mexico’nun kuzeyine olan düşkünlüğü sebebiyle seçerken, ABD ordusu ise Los Alamos’a dönüşen bu yüksek ovayı kullanmayı, laboratuvara erişimin kolay kontrol edilebileceği için seçmiş. Ordu bölgeyi kısmen, ovayı önceden hayvan otlatmak için kullanan ailelere izin vermeyerek ve ufak meblağlar ödeyerek ya da bazı durumlarda araziyi doğrudan kamulaştırarak; bu şekilde de bölge sakinlerinin gözünü korkutup ayrılmalarını sağlayarak ele geçirmişti.
Los Alamos, bommanın tasarım ve imalatı için kurulan geniş bir endüstrinin başındaki düğüm noktalarından sadece biriydi. İşin bazı kısımları üniversite laboratuvarlarında yürütülmüştü. Özellikle uranyum zenginleştirme veya plütonyum üretme alanlarında yürütülen diğer kısımların başka bir yerde yapılması gerekiyordu. Tennessee eyaletindeki Oak Ridge şehri, doğal şekilde ortaya çıkan Uranyum-238’den elde edilmiş Uranyum-235 izotoplarının zenginleştirilmesine olanak sağlamak için kurulmuştu. Washington eyaletindeki Hanford Mühendislik İşleri’nde ise ordu, reaktörlere plütonyum üretme görevi vermişti. Hanford’daki çalışmaların çevreye zarar verebileceği 1949 yılında keşfedilmiş ise de, 1980’lerde yürütülen kamu soruşturmalarına kadar açığa çıkarılmamıştı.
Uranyumun saflaştırılabilmeden önce yerden çıkarılması gerekiyordu. Bazı uranyumlar madenlerin dışarısında istiflenmiş halde duruyordu çünkü element, savaş öncesinde (uranyumun ayrışmasıyla oluşan) radyum kadar aranmıyordu. 2. Dünya Savaşı sırasında, sürgündeki Belçika hükümeti Kongo’daki Shinkolobwe madeninden ABD’ye uranyum satmıştı. Radyoaktif maddenin çıkarılması madenciler için zararlıydı ve Belçikalı patronlar Shinkolobwe’deki madencileri durmaksızın çalıştırmış, operasyondaki insan kayıplarına dair ise çok az yazılı kayıt bulunmuştu.
Uranyum, Birleşik Devletler içerisindeki Navajo doğal koruma alanlarındaki bölgelerden de çıkarılmıştı.
Tarih karışık, düzenli değil
Amerika’nın atom bombası yapmasındaki motivasyonu büyük oranda, Nazi Almanyası’nın yürüttüğü atom bombası araştırmalarının daha ileride olması korkusuydu. O zamanki düşünceye göre, Amerikalılar savaşta ilk bombayı kendileri kullanabilirdi. Almanların kararları, verimli bir bomba üretim çalışması gibi bir şeye yol açmadı. Los Alamos Aygıt’ı tamamlamaya yaklaştığında ise Almanya teslim oldu.
İlk atom bombası, Almanya’nın savaşta teslim olması ise Japonya’nın koşulsuz teslim olması arasındaki zaman penceresinde test edilip kullanılmıştı. Bu zamanlama çoğu kez, atom bombasının başka türlü bitmeyecek olan savaşı doğrudan bitirmek için bırakıldığını iddia etmek üzere kullanılıyor. Savaş sonrasına ait popüler anlatımlardan birine göre Başkan Harry Truman, ABD kuvvetleriyle büyük bir işgal girişimi başlatmaktansa bomba bırakma kararı vermiş.
Tarih, savaş sonrası birer gerekçelendirme olan bu düzenli anlatılardan daha karmaşık bir şey. Esas kayda değer olan şeyse Başkan Truman’ın, Franklin Delano Roosevelt’ın yerine geçtiğinde test için neredeyse hazır olan ve ordunun kullanmayı beklediği bir silahın üretildiği bir bomba programını miras almasıydı. Alex Wellerstein gibi tarihçilerin öne sürdüğü üzere, bombayı atmak için tek bir kararın verildiği belli bir an hiç olmamıştı.
“Nagasaki’den sonraki gün” diye yazıyor Wellerstein, The New Yorker için kaleme aldığı bir makalede ve şöyle devam ediyor: “Truman bombaya ilişkin ilk doğrulayıcı emrini vermişti: Açık onayı olmadan başka saldırı yapılmayacaktı. Bombaların atılması emrini hiç vermemiş ancak atılmalarını durdurma emrini vermişti.”
Yazar: Kelsey D. Atherton/Popular Science. Çeviren: Ozan Zaloğlu.