1908 yılında Sibirya’daki ücra bir orman üzerinde gerçekleşen devasa patlamaya dair yeni bir açıklama, bu gizemli olayın kendisinden bile daha ilginç.
Tunguska olayı adıyla bilinen bu patlama, yaklaşık 2.000 kilometreye varan bir alan üzerindeki 80 milyondan fazla ağacı saniyeler içinde yerle bir etmiş; fakat geride hiç krater bırakmamış. Birçok bilim insanı, sorumlunun yere çarpmadan önce patlayan bir meteor olduğunu düşünmüş. Fakat bir kuyruklu yıldız ya da asteroidin patladıktan sonra arkasında kaya parçaları bırakması gerekir. Ayrıca, kozmik bir ziyaretçinin kalıntılarına yönelik de hiçbir kanıt bulunamamış.
Şimdiyse bir araştırma takımı, uzun süredir devam eden bu bulmacaya bir çözüm öneriyor: Büyük ve demirden bir gök taşı Dünya’ya doğru savrulmuş ve çok yakından geçerek, muazzam bir şok dalgası oluşturmuş olabilir. Fakat bu gök taşı, daha sonra gezegenimizden parçalanmadan çıkıp gitmiş. Sahip olduğu kütle ve ivme, uzaydaki yolculuğunu devam ettirmiş.
Tunguska’yı konu alan bu yeni çalışmanın ortak yazarı ve Moskova’daki Rus Bilimler Akademisi’nin P. N. Lebedev Fizik Enstitüsü’nde araştırmacı olan Vladimir Pariev’in söylediğine göre; 30 Haziran 1908 sabahı Sibirya’nın üstündeki gökyüzü o kadar parlak ve sıcak bir hale gelmiş ki, bölgeden onlarca kilometre uzakta bulunan bir görgü şahidi kendi gömleğinin alev aldığını düşünmüş.
BBC’nin aktardığına göre; yaklaşık 1 dakika devam eden parlak ışığın ardından, 35 kilometreden daha uzakta bulunan bir şehirde, pencereleri paramparça eden ve insanları yere seren bir patlama meydana gelmiş. Bir başka görgü tanığı, “Gökyüzü ikiye ayrıldı ve ormanın çok üstünde, gök yüzünün bütün kuzey kısmı alevle kaplanmış gibi göründü” diyor. NASA’ya göre, daha sonra patlamanın yaydığı enerjiyi tahmin eden bilim insanları, bunun 1945 yılında Hiroşima’ya atılan atom bombasından 185 kat daha büyük olduğunu söylemiş.
NASA’ya göre patlamaya yönelik ilk açıklamalar arasında yanardağ püskürmeleri ve madencilik kazaları bulunuyor; fakat bu iddialar fiziksel kanıtlarla desteklenmiyor. Sonradan öne sürülen diğer açıklamalar ise çok daha abartılı; kaza yapan bir UFO veya Dünya ile bir kara deliğin çarpışması gibi… Kara delik hipotezini tanımlayan bir çalışma, 1973 yılında Nature bülteninde yayınlanmış (ve sadece birkaç ay sonra Nature‘da yayınlanan başka bir çalışmayla çürütülmüş).
Pariev’in gönderdiği epostada söylediğine göre en geniş kabul gören bilimsel açıklama, kayalık bir asteroidin veya kuyruklu yıldızın Dünya’nın atmosferine girmesi ve daha sonra yerin 5 ila 10 km üstünde patlayarak parçalara ayrılması. Fakat böyle bir patlamadan sonra zemine kaya enkazları saçılmış olmalıydı ki şimdiye kadar hiç kimse böyle bir şey bulmadı. Pariev’in söylediğine göre, karşılaştırma yapmak gerekirse; 2013’ün Şubat ayında Rusya’nın Çelyabinsk şehrinin üstünde patlayan bir gök taşının parçaları bir hafta içerisinde keşfedilmişti.
Araştırmacılar, Tunguska’daki gök taşı kayadan ziyade demirden oluşsaydı ne olurdu diye soruyor. Devasa bir demir gök taşı, Dünya’nın atmosferini “sıyırıp”; güçlü bir şok dalgası oluşturacak kadar yakından geçmiş ve sonra gezegenin yerçekiminden kurtulup, parçalanmadan çıkıp gitmiş olabilir mi?
Bilim insanları bu hipotezi sınamak için bilgisayar modelleri kullanarak gök taşı güzergâhlarını hesaplamışlar. Genişliği 50 metre kadar ufak ve çapı 200 metre kadar büyük olan nesnelere bakılmış. Nesneler kayadan, buzdan veya demirden meydana geliyor ve Dünya’ya yüzeyden 10 ila 15 km uzaklıktaki bir yörüngeden yaklaşıyorlarmış.
Bilim insanlarının yaptığı hesaplamalar; kaya ve buzdan oluşan uzay cisimlerinin, troposferdeki irtifalardan geçtikleri sırada oluşan dev basınçlar altında tamamen parçalanacaklarını göstermiş. “Sadece çapı 100 metreden büyük olan ve demirden oluşan asteroitler dayanabildi ve kırılıp, pek çok farklı parçaya ayrılmadı” diyor araştırmacılar.
Araştırmacılar, Tunguska gök taşının muhtemelen 100 ila 200 metre arasında bir çapa sahip olduğunu ve Dünya’nın atmosferinden yaklaşık 72.000 km/saat hızla geçtiğini tahmin ediyor. Bu alevli geçiş sırasında, gök taşı kütlesinin bir kısmını kaybetmiş olmalıydı. Fakat çalışmaya göre; böylesi hızlarda giden bir gök taşının döktüğü demir, gaz ve plazma şeklinde çıkmış ve atmosferde oksitlendikten sonra zemine saçılmış olmalıydı. Karasal demir oksitlerden neredeyse ayırt edilemez hale gelmeliydi.
Pariev’in söylediğine göre önceki çalışmalarda, cismin Dünya’nın atmosferine çok dik bir açıda girmesine ve “ya zemine çarpmasına, ya da havada infilak etmesine” dayalı olarak gök taşlarının oluşturduğu şok dalgaları hesaplanmış.
Tunguska gök taşı olayında ise demir bakımından zengin olan bu cisim, Dünya’nın atmosferine çok dar bir açıda girmiş olmalıydı; yüzeye göre yaklaşık 9 ila 12 derecelik bir teğet oluşturmuştu. Daha sonra atmosferi sıyırarak geçmiş ve yeryüzünün 10 ila 15 km üzerinde bir irtifada, ağaçları yüzlerce kilometre boyunca yerle bir edip yüzeyi kavuracak güçte bir şok dalgası üretmişti. Fakat gök taşı, sahip olduğu kütle ve ivme sebebiyle parçalanmamıştı; sonrasında atmosferden çıkmış ve yeniden uzaya dönmüştü.
Fakat New Mexico Üniversitesi’nde araştırmacı profesör ve Ulusal Los Alamos Laboratuvarı’nda fizikçi olan Mark Boslough, bu senaryoda bazı soruların hâlâ cevap beklediğini söylüyor.
Çalışmada yer almayan Boslough gönderdiği bir epostada, eğer bir cisim “atmosferi sıyırıp geçerse” ve infilak etmezse, bunun sonucunda meydana gelen şok dalgasının, bir patlamanın basınç dalgasına göre önemli ölçüde zayıf olacağını söylüyor.
“Atmosferde böyle bir geçişe dayanan cisim, yüzeye yeteri kadar alçalıp, Tunguska’da gözlenen türden hasar verecek kadar büyük bir ses patlaması meydana getiremezdi” diyor Boslough.
Dahası, bölgedeki yıkılan ağaç kalıpları ışınsal biçimde; yani, tekil bir noktadan çok büyük bir enerji çıkışını gösteriyor diyor. “Ağaçları yerle bir edecek kadar güçlü olmuş olsa bile”; bu tür bir şeyi, ses patlamasından ziyade normal bir patlamadan sonra görmeyi beklersiniz. Boslough, olayın yaşandığı sırada görgü şahidi ifadelerinin “patlamadan önce yüzeye doğru alçalan bir cisimle tutarlı olduklarını” söylüyor.
Çalışmanın yazarları, bu boyutta “sıyıran” demir bir gök taşının oluşturabileceği şok darbesini sayısal olarak hesaplamamış olsalar da; yaptıkları tahminler, Pariev’in söylediğine göre böyle bir dalganın ağaçları dümdüz edecek ve Tunguska olayında olduğu gibi zemine hasar verecek denli güçlü olduğunu akla getiriyor.
“Sıyırıp geçen bir asteroidin şok dalgalarına yönelik detaylı hesaplamalar, devam eden araştırmamızın konusu” diye ekliyor Pariev.
Bulgular, Monthly Notices of the Royal Astronomical Society bülteninde sunuldu.
Yazar: Mindy Weisberger/Live Science. Çeviren: Ozan Zaloğlu.