Binlerce yıldan beri felsefeciler suyun tadı, kokusu olmadığını öne sürdüler. Tat alma duyusunun taban çizgisi, bir başlangıç noktası, bir sıfır durumu olduğunu söylediler. Gözümüz için karanlık, kulağımız için sessizlik neyse, dilimiz için de su aynı şeydi.
“Su dediğimiz doğal maddenin bir tadı yoktur” demişti Aristo. Ona kalırsa su sadece tadı ve kokuyu taşımakla yükümlüydü. Fakat bilim insanları arıtılmış saf suyun belli bir tat duygusunu uyandırabildiğini keşfetti. Kimisine bu tat acı geliyordu, kimisi ise tatsız tutsuz, yavan olduğunu söylüyordu.
1920’lere gelindiğinde suyun tadının, sudan önce yediğiniz ya da içtiğiniz şeye göre değiştiği yönündeki kanıtlar kuvvetlenmişti. Örneğin asitli bir şey yedikten sonra bir yudum su içtiğinizde tadı şekerli gibi gelebiliyordu. Ağzınıza bir tutam tuz attıktan sonra içtiğiniz su ise acı algılanabiliyordu.
1960’lı ve 70’li yıllarda Yale’den psikolog Linda Bartoshuk suyun “ağızda kalan tadı” konulu bir dizi makale yayınladı. Bartoshuk, bir şey yiyen ya da içen kişinin tat alma hücrelerinin o uyarana ayak uydurduğunu söylüyordu. Bu tadın üstüne su geldiğinde hücreler tekrar etkinleşiyordu. Bunu, daha önce baktığımız bir şeyin izini, beyaz bir kâğıda baktığımızda görmemize benzetebiliriz. Hatta aynı etkiyi uyandırmak için bir şey yiyip içmek bile gerekmiyor.
Bartoshuk, kişinin kendi salyasının da suyun tadını değiştirebildiğini keşfetti. Gün içinde diliniz hafifçe tuzlu olan tükürükle kaplanıyor. Ağzınız buna alışmış olduğunuzdan, kendi salyanızın ve tükürüğünüzün tadını almıyorsunuz. Fakat ağzınızı suyla çalkaladığınızda, ilk yudumunuzda hücreleriniz acı ya da hafifçe ekşi bir tat alıyor.
Suyun bir tadı olduğu, ancak bunun başka şeyleri tattıktan sonra ortaya çıktığı görüşüne fizyologlar 30 yıldan uzun süredir kesin gözüyle bakıyordu. Ne var ki son yıllarda küçük bir grup bilim insanı suyun tadının kendi başına bile algılanabileceğini iddia ediyor. 2000’lerin başında işe koyulan araştırmacılar, beynin belli kısımlarının (gerek insanlarda gerekse kobay farelerinde) özellikle suya tepki verdiğini gösteren veriler yayımladılar.
Aşağı yukarı aynı sıralarda Utah Üniversitesi’nden bir grup da memelilerin tat hücrelerinin adına “aquaporin” denilen ve suyun hücre duvarlarından geçmesini sağlayan bir protein ürettiğini ortaya çıkarttı. Diğer hücre çeşitlerinde de yaygın olarak bulunan aquaporinler suyun tat alma hücrelerini doğrudan uyarmasına olanak tanıyor.
Eğer suyun insanlar ve fareler için özel bir çekiciliği varsa, bu hayvanlar âleminde ilk değil. Böceklerin de suya düşkünlüğü biliniyor. Bilim insanları, meyve sineklerinin kimyasal maddelerin tadına kanatlarından, bacaklarından ve hortumlarından çıkan kıllar aracılığıyla baktığını biliyor. Bu kıllar şekerli ve acı tatların yanı sıra osmotik (geçişsel) basınca duyarlı bir dizi nörona bağlı. Buna rağmen birçok sinirbilimci benzeri bir mekanizmanın memelilerde bulunduğunu düşünmüyor. Binghamton Üniversitesi’nden Patricia Di Lorenzo, “Suyun bir tadı olmadığına kesinkes inanan bir sürü insan bulabilirsiniz” diyor. Di Lorenzo’nun laboratuvarı bir sıçanın beyin kökünde, tat alma süreci sırasında kullanılan ve sadece suya tepki veren nöronlar olduğunu ortaya çıkarmış fakat bu fikrine meslektaşları pek itibar etmemiş. “Suyla ilgili araştırmalarıma son veriyorum” diyor, “Çünkü söylediklerinize kimse inanmıyorsa başka konulara geçersiniz.”
Duke Üniversitesi’nde fizyolog olan Sidney Simon da benzer bir deneyimden söz ediyor. O da farelerin tat alma korteksinde doğrudan suyla ilgili hücreler bulmuş. “Memelilerde suya özgü bir tepki olması kuvvetle muhtemel” diyor. “Kesin bir kanıt olmasa da bunu çağrıştırıyor.” Fakat başka gruplar aynı hücrelere rastlayamadı. Simon, buna sadece araştırmacıların anestezi altındaki hayvanlarla çalışmasının ve dilin ön kısmındaki tepkileri ölçmesinin yol açabileceğini söylüyor. Oysa suyun tadını alan hücreleri bulmak için ağzın arka kısmına bakmak gerekli. Şöyle ya da böyle, Simon’a göre suyun kendine has tadı olması çok mantıklı. “Dünyadaki en yaygın şey su” diyor. “Vücudunuzun da %75’i su, gezegenin de. Neden böyle bir şey gelişmiş olmasın ki?”
Popular Science Türkiye arşivinden.