İskoçya’nın Rannoch bölgesine yalnızca ‘beyaz gökkuşağını’ fotoğraflamak için yolculuk eden Britanyalı fotoğrafçı Melvin Nicholson bu çarpıcı doğa olayını şöyle aktarıyor: “Güneş arkamızdan yükselirken ışınları sisle temas etmeye başladı. Tam o anda sis kuşağı belirdi. Dünya çapında yaptığım 10 yıllık fotoğrafçılık hayatımda hiç böyle bir şey görmemiştim.”
Sis kuşakları, gün ışığının içinden geçerek kırılabileceği kadar ince bir sis tabakasından oluşurlar. Bu sebeple rengi atmış sıradan gökkuşaklarına benzerler. Genellikle orta kısmı beyaz ağırlıklı olurken kenarlarında hafif kızılımsı ya da mavimsi çizgiler gözlemlenir.
Tıpkı gökkuşakları gibi sis kuşakları da gün ışığı arkadan vurduğunda görülür ve benzer şekilde havada asılı kalan damlacıkların ışığı kırmasıyla oluşurlar. Amerikan Ulusal Meteoroloji Dairesi’nden Brian Jackson, aralarında yalnızca sis damlalarının yağmur damlalarına göre çok daha ufak olmasından kaynaklı bir fark olduğunu söylüyor.
Güneş ışığı atmosferdeki su damlacıklarına temas etmesiyle kırılıp ya da bükülerek farklı renklere ayrılır. Işık ya asılı duran damlacıklardan biraz bükülerek yoluna devam eder ya da geldiği yöne geri yansır ki bu da gözümüze gökkuşağı olarak görünmesine sebep olur.
Mor renk en fazla kırılırken, kırmızı renk en az kırılır. Dolayısıyla, kırmızı diğer renklere nazaran en fazla dikkatimizi çeker. Kırmızı renk daha yukarıda asılı kalan damlacıklardan bize yansır; kırmızının gökkuşaklarının en dışında olmasının sebebi bundandır.
Gökkuşaklarındaki kavis ise görebildiğiniz konumdan ışığın en fazla kırıldığı ve yansıtıldığı alandır. (Aslında gökkuşakları tam olarak çemberdir lakin yeryüzü nedeniyle kısmen görünmektedir. Bazen uçaklarda çember şeklini görebilirsiniz.)
Gökkuşakları gibi sis kuşaklarının da kavisli şekli, güneş ışığının gözlemcinin gözüne en iyi açıyla yansıyacağı şekilde su damlacıklarına vurmasıyla alakalı. Yalnızca sis kuşaklarında renkler bulunmuyor. Sis kuşakları, yağmur damlacıklarından 100 kat daha küçük damlacıklardan oluşuyor. Işığın büyük bir kısmı bu minik damlalara çarpıp saçılırken, bir kısmı da kırılıyor.
Jackson, “damlacıklar çok küçük olduğundan, ışık dalgaları yeterince kırılıp renk yansıtmaya yetecek kadar temas etmeden geçip gidiyorlar” şeklinde açıklıyor.