Onlar her yerdeler.
Antibiyotik direnci olan bakteriler, önümüzdeki on yıllar boyunca yüzleşmemiz gereken en büyük sorunlardan biri. Fakat yeni bir araştırmaya göre, yeterince ilgi çekmeyen bir yayılma çeşidi var: Antibiyotik direnci genleri hava yoluyla yayılabiliyor.
Eğer bu durum size korkutucu geliyorsa, yalnız değilsiniz.
Bakterilerin antibiyotik direnç genleri sadece üreme yoluyla kalıtılmaz; eşeysiz üreme gösteren bakterilerde gözlemlenen bu durum, bir ana hücrenin dikey gen transferi ile iki yavru hücre oluşturmasıyla gerçekleşiyor.
İnsanların aksine, bakteriler yatay gen transferi olarak adlandırılan bir yöntem yolu ile de genlerini yayabilirler. Bu tarz gen transferinde bakteri, kendi kopyasını üretir ve daha sonra genleri iğneye benzeyen ve pili (pilus) olarak adlandırılan bir mekanizmayı kullanarak başka bir bakteriye verir.
Fakat, bakteriler genlerini yatay olarak transfer edebilmek için hayatta olmak zorunda bile değiller, çünkü bakteriler öldüklerinde, içerisinde yer alan bütün her şeyi ortama bırakırlarken, öbür bakterilerin alabilmesi için de küçük bir DNA parçası bırakırlar.
Bakterinin tam anlamıyla uzanıp DNA’yı ortamdan alması ve pilisini kullanarak kendi içine doğru çekmesi gibi hareketleri, yakın bir zamanda kamera ile ilk defa kaydedilmiştir.
Olayları daha da vahim duruma getiren şey ise, hem ölü hem de yaşayan bakteriler havada uçuşabilirler ve bu sayede yeni yerlere taşınıp genlerini daha da uzak yerlere yayabilirler.
(Adenosine/Wikimedia/CC BY 3.0)
Pekin’deki Pekin Üniversitesinden araştırmacılar tarafından yürütülen uluslararası bir işbirliğinde, bu havada uçuşan genlerin ne kadar yaygın ve değişken oldukları araştırılmak istendi.
Kötü haber ise, onlar her yerdeler.
Araştırma takımı, 2016 ve 2017 yılları arasında, San Francisco, Paris ve Melbourne dâhil dünya üzerindeki 19 şehirde havada uçuşan bu antibiyotik direnci genlerin 30 farklı türünü araştırdılar.
Takımın bulgularına göre Çin’deki Pekin ve Avustralya’daki Brisben şehri, havada uçuşan antibiyotik direnci genlerinin en farklı türlerini barındıran yerler. Fakat San Francisco, toplamda en yüksek seviyeye sahip.
Havadaki antibiyotik dirençli gen çeşitliliğini gösteren şehirler (Environmental Science and Technology)
Araştırmacılar havada uçuşan bu antibiyotik dirençli genlerin solunmasının, direncin akciğerlerimizde yayılmasına sebep olacağına ve sonuç olarak bağışıklık sistemimizi etkilemesiyle son bulacağına inanıyorlar.
Araştırma ekibi, “hava yolu ile taşınma yüzünden, uzak bölgeler, antibiyotik kullanmamalarına rağmen ikinci elden antibiyotik dirençli genlere maruz kalabilirler, bu genler ilk olarak başka bölgelerde gelişip başka yere taşınan genlerdir” açıklamasında bulunuyor.
Daha endişelendirici olan ise, Vankomisin’e (Vancomycin), MRSA (methicillin-resistant Staphylococcus aureus) tedavisinde son çare olarak kullanılan antibiyotiğe karşı dirençli olan genler, 6 tane şehrin havasında düşük seviyede bulundu.
Peki, hava kirliliğinin göreceli olarak daha düşük olduğu yerler, havada daha fazla bakteri genleri mi barındırıyor? Araştırmacılara göre bu tezatlık, atık suya maruz kalmış bitkiler, hastaneler veya hayvan besleme işlemleriyle alakalı.
Atık su, özellikle antibiyotiklere maruz kalırsa, hayatta kalanların antibiyotik dirençli genlerini aktarmasına sebep olabilir. Atık su, aerosol hale gelebilme özelliğine sahiptir ve eğer çevredeki alanlara yayılırsa, problem yaratabilir.
Araştırma takımının vurgu yaptığı nokta ise popülasyondaki antibiyotik dirençli genlerin araştırılmasında atık su konusunun tek veya en önemli etken olmadığı. Fakat genellikle göz ardı edilen bu durumun, araştırma sonucuna göre değişmesi gerekebilir.
Bir araştırmacı şöyle bir eklemede bulunuyor: “Kentsel bölgede tespit edilen hücreler arasında, havada yaşayabilen ve farklı tür antibiyotik dirençli genleri taşıyan bakteriler, kesin olarak genlerin kendisinden ve ölü hücreleri taşıyan genlerden çok daha fazla zararlı”
“Bununla birlikte, hem atmosferin hem de insan solunum sistemin havada asılı kalan bu antibiyotiğe dirençli genlere maruz kalmasından doğacak uzun vadeli mikro ekolojik sonuçların, daha ileri bir seviyede araştırılması gerekiyor.”
ScienceAlert