HIV hastalığının tarihinde, virüsün en yaygın soyu olan HIV-1’in remisyona (duraksamaya, gerilemeye) sokulabileceği, sadece bir hastada başarıyla gösterilmişti. Tabi şimdiye kadar.
On yıllık bir dönemden (ve bu yüzyıldaki HIV/AIDS araştırmalarına harcanan yarım trilyon dolardan fazla paradan) sonra, nihayet bu inanılmaz sonucun tekrarlanabildiğini biliyoruz.
Bilim insanlarının, Nature bülteninde yayınlanan yeni bir makalede söylediklerine göre; şimdiye kadar sadece ikinci defa gerçekleşen bir vakada, bir adet hasta, kök hücre nakliyle tedavi edildikten sonra HIV-1 enfeksiyonunda sürekli bir gerileme dönemi yaşadı.
Meşhur ‘Berlin hastası‘nın, anti retrovirüs (ARV) ilaçları almadan HIV-1 gerileme dönemine giren ilk insan olmasıyla tarih yazmasının üzerinden 12 yıl geçti. Fakat ismi açıklanmayan ve İngiltere’de yaşayan erkek bir hastanın yeni bildirilen bu vakası, o ilk sonucun eşsiz bir durum olmadığını gösteriyor.
University College London’da çalışan virüsbilimci Ravindra Gupta, şöyle söylüyor: “Benzer bir yaklaşım kullanarak ikinci bir hastada gerileme dönemine ulaşmayı başarmamızla, Berlin hastasının anormal bir vaka olmadığını ve bu iki insanda HIV’i yok eden şeyin, gerçekten de bu tedavi yaklaşımları olduğunu gösterdik.”
Aslında Berlin hastası, Almanya’da yaşarken HIV teşhisi konulan bir Amerikalıydı (gerçek ismi Timothy Ray Brown idi). 2007 yılında, sahip olduğu kan kanserinin tedavi edilmesi amacıyla, kan kök hücrelerini kapsayan ve nadir görülen bir kemik iliği nakli olmuştu.
Beklenmedik bir durum oldu ve bu kök hücresi tedavisi, Brown’ın HIV’ini duraksama dönemine soktu ve hastalık o günden beri aynı kaldı. (Kök hücrelerin alınmış olduğu bağışçı, HIV-1 enfeksiyonunda bir eş almaç olan CCR5 geninin mutasyon geçirmiş bir çeşidine sahipti.)
Bu sebeple kendisi, HIV’i ‘tedavi edilen’ ilk hasta şeklinde tanımlanıyordu; ancak teknik olarak bu doğru değil, çünkü duraksama ve tedavi aynı şey değil (eğer virüs yükü yeniden canlanırsa, duraksamalar bazen tam olmayabiliyor).
Şimdi ‘Londra hastası’ adı verilen bu yeni vakada, ismi açıklanmayan bu erkek de aynı CCR5 gen mutasyonuna sahip bir bağışçıdan alınan kök hücrelerle tedavi gördü; fakat bu sefer Hodgkin lenfoması tedavisi uygulanıyordu.
Londra hastası, bu işlemden on altı ay sonra (ki Berlin hastasından farklı olarak, radyoterapi yoktu), ARV ilaçlarını bıraktı (diğer ismiyle ART terapisini) ve şu an, 18 aydan uzun bir süredir HIV duraksaması döneminde.
Bilim insanları, kendisinin tamamen tedavi olduğunu söylemek için henüz çok erken olduğunu söylüyor ancak yine de bu durum bize, Berlin ve Londra hastalarının HIV’i nasıl uzak tuttuğu konusunda daha fazla şey öğreten, devasa ölçüde umut vadeden bir adım niteliği taşıyor.
Çalışmada yer almayan ve Melbourne Üniversitesi’nde bulaşıcı hastalık uzmanı olan Sharon Lewin, şöyle açıklıyor: “ART olmadan gerçekleşen bu duraksama, uzun bir dönemi kapsıyor. Bu sebeple heyecan verici”
“Berlin hastasının o başarılı raporundan 10 yıl sonra gelen bu yeni vaka, CCR5-negatif bir bağışçıdan yapılan kemik iliği naklinin, kalıntı virüsleri ortadan kaldırabildiğini ve virüsten kalan izlerin geri gelmesini önleyebileceğini doğruluyor.”
Doktorlar, hastanın durumunun bu noktadan itibaren nasıl gelişeceğini görmek için, Londra hastasını gözlemlemeye devam etmeleri gerekeceğini söylüyor ve bu tedavinin, bütün hastalarda işe yaramayabileceğini belirtiyorlar; bu vakada kullanılan bağışlanmış kök hücrelerinin çok nadir olduğunu ve işin içinde özel CCR5 mutasyonunun bulunduğunu belirtmekte fayda var.
Yine de, gelecekte bu HIV almacının nasıl işlev gösterdiğine yönelik yapılacak çalışmalar, HIV konusunda olası bir tedaviye çok daha fazla yaklaşmamızı sağlayabilir. HIV, şu an dünya genelinde yaklaşık 37 milyon insanı etkiliyor.
Çalışmada yer almayan ve Avustralya’daki UNSW’de enfeksiyon ve bağışıklık araştırmacısı olan Anthony Kelleher, şöyle söylüyor: “Belgelenen bu ikinci vaka, HIV tedavilerinin mümkün olduğu mesajını güçlendiriyor”
“Bu durum bize; bu yaklaşımın uygulanabilirliğinin ve daha da önemlisi geçerliliğinin, hızla ivme kazanan gen düzenleme dalıyla ve bununla ilişkili gen terapileriyle mümkün kılınabileceğini söylüyor. Ancak, bu alanda hâlâ önemli engeller de bulunuyor.”
Bulgular, Nature bülteninde sunuldu.
ScienceAlert