Haydi şununla yüzleşelim; Mars ile kıyaslandığında gezegenimiz, nem ve nispeten bol miktarda zehirli kimyasalla kaynayan biyolojik bir cennet gibi. Eğer yaşamın Kızıl Gezegen’de nasıl görüneceğini bilmek istiyorsak, uç noktadaki çevrelerde ava çıkmamız gerekiyor.
Etiyopya’nın Dallol jeotermal bölgesi, bu bakımdan şartları karşılıyor olabilir. Volkanda yer alan birçok sıcak, asitli ve tuzlu membadan birinde, ultra küçük bir mikrop takımı keşfedilmiş. Bilim insanlarına göre bu keşif, canlı kimyanın sınırlarının belirlenmesine yardımcı olabilir.
Uluslararası araştırmacılardan oluşan bir takım; Danakil Çöküntüsü‘ndeki hidrotermal bir havuzdan bazı örnekler toplamış ve bunları, yaşam işareti bulmak için çözümlemiş. Danakil Çöküntüsü, deniz seviyesinin 125 metre altında yer alan ve gezegen yüzeyindeki en sıcak yerlerden biri olarak kabul edilen ıssız bir tabiatmış.
Bu çöküntü büyüleyici bir yer. Bir zamanlar bir deniz ortamıymış fakat bazı tektonik plakaların ayrılmasıyla, yerkabuğu yamulmuş ve deniz bir tuzlaya dönüşmüş.
Tektonik hareketler ayrıca; burayı volkanlar, mineral yatakları ve asitli membalardan oluşan sıcak bir çorbaya dönüştürmüş. Böylesine olağanüstü bir çevre, yalnızca geçtiğimiz yüzyılın başlangıcında görülmüş.
Yüksek ısı, tuz ve çılgın derecede düşük pH, yaşam barındırmasını bekleyeceğiniz türden koşullar değil. Fakat geride bıraktığımız onlarca yılda öğrendiğimiz bir şey varsa; o da yaşamın zorluklarla başa çıkma kabiliyetini asla hafif almamamız gerektiğidir.
Ancak burada sorulması gereken soru, bu zorlukların tam olarak ne kadar büyük olduğu. Çılgın miktarda sıcak olan her türlü doğal ortamda yaşayan, asitlerin aşındırıcı; tuzların kurutucu etkisiyle baş eden canlılara yönelik bir sürü örnek var.
Bu ortamların herhangi biri, en zorlu hücrelerin bile marifetlerini sınıyor.
0.25 civarındaki yüksek oranda asitli bir pH’a, 90 dereceyi aşan sıcaklıklara sahip olan ve etrafı ağır metaller ile tuzlarla dolu Dallol yanardağının sıcak membalarında; canlıların hayatta kalabilmesi için gerçekten de kabiliyetli olması gerekiyor.
Henüz burada yaşamın barınmadığına yönelik bir karar verilmediğini göz önüne alan araştırmacılar, hidrotermal sıvılar ile sıcak membaların köpürdeyen sıvılarından geriye kalan parçalanmış tuz çökeltilerini toplayıp, bunlar içerisinde tanıdık DNA dizileri aramışlar.
Ayrıca bu maddeleri süzgeçten geçirerek, bir mikroskop yardımıyla canlı hücrelere ait görsel işaretler bulmaya çalışmışlar.
Sahiden de; yaşamın arke alemine ait olan, nano ölçekli ve tuza dayanıklı mikropların bulgularına ulaşmışlar. Daha resmî bir ifadeyle; bu canlılar Nanohaloarchaea sınıfına aitmiş.
İspanya’daki Astrobiyoloji Merkezi’nde çalışan mikrobiyolog Felipe Gomez, şöyle söylüyor: “Burası; hayatta kalmak için yüksek sıcaklıkları, yüksek tuz içeriğini ve çok düşük pH’ı sevmesi gereken canlılara sahip, yabancı ve birden fazla uç noktayı bir arada barındıran bir çevre.”
Genişlik olarak 50 ve 500 nanometre arasında bir yerde duran bu ufak, küre şeklindeki hücreler; kendi kendine çoğalabilen, mümkün olan en küçük boyutlu canlılara meydan okuyor ve bunları, yaşayan herhangi bir şeyden bekleyebileceğimiz mevcut boyut sınırına yerleştiriyor.
Dünya’daki yaşamın bu sınırları, başka gezegenlerde nasıl bir yaşam bekleyebileceğimize yönelik pek çok şey söyleyebilir.
Yaşam, Mars’ta daha önce var olmuş olabilir; hatta belki şimdi de var olabilir. Ancak, neredeyse bilinen bütün türleri bir çırpıda bitirebilecek perklorat isimli zehirli bileşenlerle dolu olan ve Dünya’daki her yerden çok daha kurak olan bu gezegende, var olmak kolay olmayacaktır.
Karşılaştırma yapmak gerekirse; Şili’deki Atakama Çölü gibi susuz ve Dallol membaları gibi dehşet miktarda zehirli göletler bile, Mars’ın yanında tatil yeri gibi kalır.
Ancak buraların küçük sakinleri, yaşamın en sert ortamlarda nasıl devam ettiği konusunda en azından birkaç sır taşıyor olabilirler. Bu canlıların marifetinin püf noktalarını ortaya çıkarmak ve biyokimyanın baskı altında nasıl işlediğini daha iyi anlamak için daha fazla araştırmanın yapılması gerekecek.
Bologna Üniversitesi’nde çalışan Barbara Cavalazzi şöyle söylüyor: “Bu inanılmaz bölgenin niteliklerini daha detaylı biçimde araştırmak, Dünya üzerindeki yaşamın sınırlarını daha iyi anlamamızı sağlayacak ve Mars ile Evren’in herhangi bir yerindeki yaşam arayışımızda bize yeni bilgiler sunacak.”
En yakın komşumuza özgü yaşamın, bizdekinin aynısı olup olmadığını bilmek bir yana; bunun oluşması için ne tür bir temel biyokimya gerektiğini bile bilmiyoruz.
Ancak Dünya üzerindeki en kötü yerlere bakarak, fazlaca misafirperver olan gezegenimizin büyük bir bölümüne göre epey farklılık gösteren ortamlarda yaşamın nasıl olabileceğine dair en azından bir ipucu alabiliriz.
Araştırma, Scientific Reports bülteninde yayınlandı.
ScienceAlert
Sadece Hava ile Yaşayan İlginç Bakteri, Uzaydaki Yaşamı Bulmanın Anahtarı Olabilir