DENISE NGO
Onlarca yıl öncesinden dört tekerlekli dalış arabası, dünyaca ünlü Batisfer, tarım batiskafı ve daha fazlası…
Önümüzdeki en büyük sınırın uzay olduğunu söylesek de, okyanusların uzaylıya benzeyen canlılara ev sahipliği yaptığını genelde unutuyoruz. Uzayın uzak kısımları gibi, denizin derinlikleri de kolay erişilebilen bir yer değil. Ancak Jules Verne ve dev mürekkepbalığı öyküleriyle büyüyen kâşifler, Dünya’nın en konuk sevmez ortamını keşfetme dürtüsüne karşı koyamıyorlar. Bu amaçla; modern otonom dalgıç giysisini icat eden Jacques Cousteau, İsviçreli fizikçi Auguste Piccard ve önde gelen havacılardan Edwin Link gibi mucitler, uzun ve tehlikeli işler için tasarlanan batiskaflar (serbest dalış aracı) icat ettiler. Piccard’ın bir keresinde söylediği üzere, “Keşif, bilim insanının sporudur.”
Tanım olarak batiskaflar, denizaltıların özerkliğine, gücüne ve boyutuna sahip değiller. Bu galeride sergilenen taşıtların çoğu, yüzeyde bulunan bir gemiye bağlanmadığı sürece işe yaramıyordu. Edwin Link, batiskaf kullanarak denizin altında haftalık “kamplar yapmanın” hayalini kurmuşsa da, bu taşıtlarda pek rahat yaşanmıyordu. Ancak keşif yapmak, boş zaman geçirmek ve hatta batiskaf çiftçiliği yapmak için mükemmeldiler (yani, teknolojinin o zamanlar izin verdiği kadarıyla mükemmel).
İlk batiskaflar, görünüş bakımından askerî denizaltılar yerine, kara taşıtlarıyla daha çok ortaya sahipti. İlk dalış arabalarının kareye benzer bir şekli, dört tekerleği vardı ve hiç penceresi yoktu. Hatta bir tanesinde, deniz süngerlerini toplamak için geniş bir vinç bile bulunuyordu. 1928 yılında Otis Barton’un, doğabilimci William Beebe’yi; okyanusun ezici basıncına direnecek en iyi şeyin küçük ve küresel bir kap olduğuna ikna etmesiyle birlikte tüm bunlar değişti. Altı yıl sonra Beebe ile Barton, Batisfer’leri 923 metre derine indiğinde yeni bir dalış rekoru kırdılar ve Beebe, denizin derinliklerindeki yaban hayatı üzerinde doğal ortam içerisinde çalışma yapan ilk deniz biyoloğu oldu.
Batisfer’in bu şöhreti, doğal olarak Beebe’nin meslektaşlarını da onun başarısını taklit etmeye yöneltti. Balon yolculuğu yaparken irtifa rekoru kırmış olan Auguste Piccard, balon teknolojisini deniz altı taşıtlara uyarlamaya merak saldı. Peki sonuç ne olmuştu? 38.000 litre havacılık benzini içeren ve suya batmış olan devasa bir cihaza bağlanmış, küre şeklindeki bir kabin… Piccard’ın çalışması, sadece yirmi yıl sonra inanılmaz bir karşılık vermiş ve Piccard’ın oğlu Jacques Piccard ile Teğmen Don Walsh; dünyadaki okyanusların bilinen en derin noktası olan Challenger Derinliği’ne ulaşan ilk (ve şimdiye kadar tek) insanlar olmuştu.
Dalış Arabası: Nisan 1920
Tekerlekli bir batiskafı pek görmeyiz fakat bu çelikten yapılmış dalış aracı, minyatür bir denizaltından ziyade daha çok bir su altı arabası olarak tanıtılmıştı. Bu icat, dalgıçları denizin dibine taşımakla kalmamış; ayrıca onlara portatif karyolalar, banklar, araç gereçler, oksijenle dolu tanklar, basınçlı asetilen ve çalışmalarına rehberlik edecek bir projektör de sağlamıştı. Araç, (bir mavna ve ağır bir vinç yardımıyla) alçalmayı bitirdikten sonra; dalgıçlar dahili bir motoru kullanarak onu sürebiliyordu. Görüntünün sağ kısmında görebileceğiniz üzere, çamurlu okyanus zemininde sürüş yapma işini kolaylaştırmak için arka tekerlerde tırtıklar kullanılmıştı.
Tarım Batiskafı: Mart 1933
Meşhur Amerikalı denizaltı imalatçısı Simon Lake, yıllarca Avusturya-Macaristan Donanması, Rus İmparatorluk Donanması ve ABD Donanması ile beraber çalışmıştı. Yaptığı askerî katkılara ek olarak; su altı tarım ve keşif için tasarlanan, 7 metre uzunluğundaki “bebek denizaltı” Explorer üzerinde de çalışmıştı. Explorer yüzeyin üstündeyken, “sal üzerinde duran bir çift süt güğümünü” andırıyordu; fakat suya battığı zaman, akre başına 3.000 ila 4.000 dolar değerinde deniz süngeri, istiridye ve inci istiridyesi toplayabiliyordu. Ana gemisinden bağımsız çalışamayan dört tekerli bir keyif aracı için hiç de fena değil. Özelliklerine gelirsek; Explorer, 150 metrelik bir kabloya bağlandığı zaman 90 metre alçalabiliyor, iki kişilik bir mürettebat ile iki yolcuya ev sahipliği yapabiliyor ve ana gemiye bağlı bir hortumdan hava alabiliyordu. Kullanıcılar, yüzey ile telefonla iletişim kuruyorlardı. Okyanusta, 75 cm’lik demir tekerlekler kullanarak geziyordu. Explorer, daha geleneksel olan emsallerinden farklı biçimde; deniz süngerlerini toplamak ve bunları, okyanusa batırılmış büyük bir sepete koymak için kullanılan büyük bir vince sahipti. Ön tekerleklerin yanında duran pervaneler, istiridyelerin altındaki çamuru nazikçe ayırıp, bu sayede kabuklarına zarar gelmesini önleyerek onları bir araya getiriyordu.
William Beebe’nin Batisferi: Aralık 1934
Bu makale daha yazılmadan aylar önce, meşhur Amerikalı doğabilimci William Beebe, Batisfer’iyle birlikte 923 metreye kadar alçalmayı başarmış ve insanlı bir teknede yapılan en derin dalış rekorunu kırmıştı. Ancak bunu; The New York Times gazetesinin, Beebe’nin bir dalış aracı fikri olduğunu haber yapmasının ardından, 1928 yılında batiskafı tasarlayan mühendis Otis Barton’ın yardımı olmadan yapamazdı. Beebe, her ne kadar başlangıçta silindir bir kap istediyse de; Barton onu, küre şeklindeki bir tasarımın yüksek basınca daha iyi dayanayacağına ikna etmişti. Birkaç değişiklikten sonra tamamlanan Batisfer’in tasarımı, içerisine konulan yüksek basınçlı silindirlerden sağlanan oksijenle birlikte, 2.5 cm kalınlığında dökme demir bir küreden meydana geliyordu. Bu projeye, yüksek profilli bir çift şirket dahi katılmıştı. General Electric gözlem lambasını verirken, Bell Laboratuvarları ise batiskaf ile yüzey arasındaki telefon iletişimini gerçekleştirmişti. Batisfer’in ilk dalışından sonra Beebe ile Barton, denizin derinliklerinde yaban hayatı üzerinde çalışmalar yürütmek amacıyla onu sık sık kullanmışlardı; ta ki denizaltılar, on yıl sonra 90 ila 120 metreye alçaldıktan sonra. Ayrıca çoğu selefinden farklı olarak, Batisfer’de pencereler de vardı. Bu durum elbette, Beebe’nin türleri kendi doğal yaşam alanlarında gözlemlemesine olanak sağlamıştı. Bir batiskaf içerisinde yolculuk etmeden bunu yapamazdı. Bilim insanları, Beebe’nin keşfettiği türlere başlangıçta şüpheyle yaklaşsa da; kendisinin yaptığı gözlemlerin pek çoğu, su altı teknolojisi daha gelişmiş hale geldiği zaman bir kez daha onaylanmıştı.
Dalış Küresi: Ekim 1938
William Beebe’nin dünyaca ünlü dalışından ilham alan İsviçreli fizikçi ve rekor sahibi balon pilotu Auguste Piccard; yüksek irtifalı balon teknolojisini, denizin derinliklerine göndermek istediği kendi batiskafı için uyarlamaya başladı. Bu fikir başlangıçta Kanarya Adaları’na yapılacak bir sefer için tasarlanmıştı ve Beebe’nin Batisferi’nin ulaştığı derinliğin altı katından fazlasına erişilecekti. Küre şeklindeki dökme bir çelikten oluşan Batisfer’den farklı olan Piccard’ın batiskafı, elektromanyetik bobinlerle bağlanan çelik topların meydana getirdiği bir balast (denge ağırlığı) ile alüminyum alaşımlı bir küre gerektiriyordu. Tekneyi yönlendirmek için, mürettebatın bir kontrol paneli kullanarak, balastın bazı bölümlerini bırakması veya çekmesi gerekiyordu. Batiskaf ayrıca, elektrik şokları üretebilen bir teknolojiyle donanmıştı (kaşifler, saldırgan deniz türleriyle karşılaşırsa diye). Piccard, bu seferi 1939 yılı için planladıysa da; 2. Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte, bunu neredeyse on yıl kadar ertelemeye mecbur kaldı.
Auguste Piccard’ın Batiskafı: Aralık 1947
Savaşın sona ermesinin ardından Piccard, yüzeye göre 3 kilometreden fazla alçalabilen, kendinden itişli bir “batifkas” tasarladı. Batifkas, selefinden farklı olarak; büyük bir balonu andıran ve suya batmayan bir cihaza asılıydı (sonuçta Piccard, üretken bir balon pilotuydu). Alet, su altındaki çelik kürenin ağırlığını dengeleyecek kadar hafif olan havacılık benziniyle dolu, yedi adet alüminyum silindir içeriyordu. Batiskaftaki mürettebat üyeleri, balast olarak çelik topları kullanmak yerine; su üstünde duran aletten, elektromıknatıslar yardımıyla bırakılan demir iskeletli beton blokları kullanıyordu. Balastı bırakmak ve geri almak, bir uzaktan kumandaya basmak kadar kolaydı. Bu sırada yüzeyde duran bir gemi, batiskafın yerini gözlemleyecek ve batiskaftan yayınlanan sonarı kullanarak, onu tekrar yukarı yönlendirecekti.
Deep Star 4000: Ekim 1962
Deep Star 4000, su altı keşfi için Cousteau tarafından tasarlanan ve Westinghouse tarafından inşa edilen, kendinden itişli bir araçtı. Deep Star’ın, bu aşamada 3.650 metrelik bir derinliğe ulaşması ve üç kişilik bir mürettebata ev sahipliği yapması bekleniyordu. Daha sonra Deepstar ismini alan bu teknenin; hidrodinamik biçim verilen bir dış katman ve 1.8 metre çapında küresel bir kabinden oluşan iki bileşeni bulunuyordu. Deepstar, 24 saat dayanan bir pil ile çalışıyor ve 3 knotluk bir hızla 38 kilometre geziyordu. İlave bileşenler arasında bir televizyon kamerası, uzaktan kontrol edilen bir kol, iki yönlü bir radyo ve bir kaset kaydedicisi yer alıyordu. Deep Star 4000, 1967 yılının Ekim ve Kasım ayları arasında 13 dalış gerçekleştirdi fakat yapılan dalışlardan birinde; teknenin yükselme sistemi 3 kilometre derinlikte arıza verince, mürettebat ölümden döndü.
Deniz Dalgıcı: Temmuz 1963
Uçuş simülatörünün mucidi Edwin A. Link, 1960’lı yıllarda bir dizi deneysel dalış planlamıştı. Bu dalışlarda kendisinin ekibi, tek seferde bir hafta boyunca su altında yaşayacaktı. Link’in Deniz Dalgıcı’nı kullanan adamlar, yaptıkları alçalmayı; yüzeyden 60 metre, 120 metre, 180 metre ve belki de 450 metreye kadar artıracaklardı. Mürettebatınız, sadece 30 metre uzunluğundaki bir batiskafa sıkışmış üç adamdan meydana gelince; bu hiç de kolay bir iş olmuyor. Alan ve muhtemel tehlikeler yetmezmiş gibi, bir de helyum alımı yüzünden adamların anlaşılır şekilde iletişim kurması zorlaşacaktı. Niye insanları bir haftalığına oraya gönderiyorsun ki zaten? Su altında nefes almak için ilk defa bir helyum ve oksijen karışımı kullanmasıyla takdir kazanan Link, dergimize konuşarak; insanların telefon kablosu tamir etme, denizaltı tespit istasyonları kurma ve petrol, manganez ile fosfat yataklarını keşfe çıkma gibi işleri başarmasına olanak sağlayacak teknolojiyi geliştirmekle ilgilendiğini söylemişti. Jacques Costeau gibi emsallerinden farklı olarak Link, bir su altı köyü kurmaktan ziyade bir “su altı görev gücü” yetiştirmekle daha çok ilgileniyordu. Kendisinin Deniz Dalgıcı konforlu olmamış olabilir, fakat denizin derinliklerinde yapılacak bağımsız bir yüzme için tek kişilik, alüminyum bir dalma odası içeriyordu.
Tek Kişilik Batiskaf: Ocak 1964
Eğer denizin altında bir hafta sürecek kamplar ilginizi çekmiyorsa, Alman S-24’le neden bir gezintiye çıkmıyorsunuz? Bu küçük batiskaf tam 30 metre alçalabilirken, fiyatı ise sadece 3.450 dolar; gündelik hidronotlar veya deniz fotoğrafçıları için hiç de fena değil. S-24’ü kullanmak da çok kolaydı. Dört adet temel kontrol; dalış yapmanıza, yukarı çıkmanıza, hızı ayarlamanıza, yüzgeçleri açmanıza ve yüzer tankın su/hava oranını ayarlamanıza olanak sağlıyordu. Su altına girdiğiniz zaman, 100 metrelik bir derinliğe eşdeğer basınca dayanabilen berrak bir cam elyaf kubbeden etrafı seyredebilirdiniz.
Cam Baloncuklu Batiskaf: Temmuz 1966
Bazı batiskaflar araştırma amacıyla tasarlanmıştı. ABD Donanması Derin Batırma Programı’nca desteklenen bu 10.000 dolarlık model gibi diğerleri ise, yeni ve sakin bir meşgaleye imkan sağlamak için oluşturulmuştu: Islanmadan, deniz yaşamını gözlemlemeye. Proje, Donanma’nın plastik kaplı cam gövdesi olan denizaltıları test etmeye başladığı zaman başlatılmıştı. Hava füzesi Sidewinder’ı da akıl eden donanma fizikçisi William B. McLean, bu cam küreyi; fotoelektrik bir kontrol kutusuyla, fazla karbon dioksidi çıkarmaya yarayan bir temizleme ünitesiyle, küçük bir oksijen tankıyla, radyoyla, kameralarla ve rahat kova sandalyelerle donatmıştı. Batiskafın tasarımı ayrıca; küreyi yerinde tutmak için 5 metrelik iki tane cam elyafın yanısıra, aracı üç knotluk bir hızda hareket ettirecek iki adet ters çevrilebilir eksenel akış pompası da gerektiriyordu.
Derin Dalgıç: Temmuz 1967
Edwin Link, 1967 yılında çığır açan bir başka batiskaf inşa etmekle kalmadı; aynı zamanda onun hakkında bir makale de kaleme aldı. Kendisinin su altında çalışanlar için bir taksi şeklinde tanımladığı bu 7 metrelik “Derin Dalgıç”, bir kaçış bölmesine sahip olan ilk batiskaf idi. Makinedeki soluma gazının basıncı, dışarıdaki deniz basıncına denk olduğunda; dalgıçlar, araca su kaçırmadan kapıdan tüyebiliyorlardı. Link dört yıl sonra Derin Dalgıç’ın tasırımını, selefinden daha hafif olan alüminyum alaşımlı bir batiskaf olan Johnson-Sea-Link’e uyarladı. Trajik bir şekilde; Link’in 31 yaşındaki oğlu ve bir diğer mürettebat üyesi, Sea-Link’in 1973 yılında su altındaki bir enkazın altında kalmasıyla birlikte hayatını kaybetti. Kazadan sonra Link, zamanının büyük bir bölümünü, sıkışmış batiskafları çıkarabilecek bir kurtarma aleti geliştirmekle geçirdi.