TOM MATTHEWS
Ben Tom Matthews; iklim tehlikelerini araştıran bir bilim insanıyım. Bu hafta, kürenin güneyinde meydana gelebilecek felaketvari bir hortum-sıcaklık dalgası ikilisi üzerinde araştırma yayınladım.
Fakat geçtiğimiz birkaç günde çeşitli medya organları bana ulaştı ve bu tehlike hakkında değil de; İngiltere’de ortaya çıkan sıcaklık dalgası ve iklim değişikliği hakkında konuşmak istediler.
Olağanüstü hava olayları konusunda kamu yararı için cevap vermek her zaman tatmin edici bir şeydir, fakat bir tehlike var ki; küresel yönden olağanüstü sıcaklıklara yönelik önemli mesajlar yeterince yayınlanmayabiliyor.
Artık çok iyi belirlendiği üzere; içinde yaşadığımız bu değişmiş iklimde, olağanüstü sıcaklıklar daha muhtemel hale gelmiş durumda. Ancak insanlar ne zaman terlese, bu hikayenin yeniden söylenmesine yönelik bastırılmaz bir susuzluk var gibi görünüyor.
Bu gibi akut ve yerel olayların etrafında dönen anlatılar, olağanüstü sıcaklıklardan kaynaklanan küresel sorunlara dair önemli mesajlara gölge düşürüyor.
Şüphesiz; 35°C veya daha fazla olan azami sıcaklıklar, İngiltere standartlarına göre sıcak sayılıyor. Fakat böylesi koşullar, dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 80’i için alışılmış şeyler.
Geçenlerde Fransa’da görülen ve manşetleri süsleyen 46°C, aslında olağandışı bir şey fakat yine de; bu yazın başlarında Hindistan’da kaydedilen 50°C’ye göre eksik kalıyor ve sıcaklık bakımından hem 2017 yılında Pakistan’da, hem de 2016 yılında Kuveyt’te doğrulanan 54°C ile bir nebze kıyas götürüyor. Daha sıcak olan bu iklimlerdeki insanlar, yüksek sıcaklıklarla daha iyi baş ediyorlar fakat böylesi sıcaklıklar hâlâ can alıyor.
Avrupalılar, tabii ki ölümcül sıcaklıklara yabancı değil. 2003 yılındaki meşhur olay, 70.000 kadar fazla cana mal olmuştu ve 2010 yılında da, Rusya’nın batısında 50.000‘den fazla can kaybı meydana gelmişti. Neyse ki gerekli dersler çıkarıldı ve artık, ısıl sağlık uyarıları yayınlandığı zaman yetkililer çok daha hazırlıklı.
Fakat, düzenli olarak olağandışı sıcaklıklar gören ve bu kadar şanslı olmayan insan topluluklarını bir düşünün. Güney Asya ve İran Körfezi gibi yerlerde, insan vücudu; sahip olduğu tüm kayda değer ısıl yeteneklere rağmen, genelde sınırlarına yakın şekilde çalışıyor.
Ayrıca evet, ortada bir sınır var.
Hava sıcaklığı 35°C’yi aştığında, vücut; iç sıcaklığını güvenli bir seviyede tutmak için, (esas olarak terleme yoluyla) suyun buharlaşmasına bel bağlıyor. Bu sistem, “ıslak termometre” sıcaklığı 35°C’ye ulaşana kadar çalışıyor. Islak termometre sıcaklığı, termometreden buharlaşan suyun soğutma etkisini de içeriyor; bu nedenle, normalde hava durumu tahminlerinde bildirilen (kuru termometre) sıcaklığından çok daha düşük oluyor.
Bu ıslak termometre sıcaklığı aşıldığı zaman, havada çok miktarda su buharı olduğu için, ter artık buharlaşmıyor. Isıyı dağıtacak hiçbir araç olmayınca, iç vücut sıcaklığımız; ne kadar su içtiğimize, ne kadar gölgede kalmaya çalıştığımıza veya ne kadar dinlendiğimize bakmaksızın yükseliyor. Bu durumu da, erteleme olmaksızın ölüm takip ediyor; çok genç olan, yaşlı olan veya önceden mevcut sağlık sorunları olan insanlar en erken ölüyor.
35°C’lik ıslak termometre sıcaklıkları henüz geniş ölçüde bildirilmiş değil, fakat bunların Güneybatı Asya’da görülmeye başlandığına dair bazı kanıtlar var. Zira iklim değişikliği; İran Körfezi, Güney Asya ve son zamanlarda Kuzey Çin Ovası başta olmak üzere, Dünya üzerindeki en yoğun nüfuslu bazı bölgelerin, yüzyılın sonu itibariyle bu eşiği aşabileceği beklentisini sunuyor. Bu bölgeler, hep birlikte milyarlarca insana ev sahipliği yapıyor.
İngiltere gibi yerlerde iklim ısındıkça, insanlar sıcaklığa karşı makul önlemler alabiliyorlar; yavaşlıyorlar, daha çok su içiyorlar ve sığanacak serin yerler arıyorlar. Klimalar, son savunma hatlarından birini oluşturuyor fakat çok yüksek enerji talebi gibi kendi sorunlarıyla beraber geliyorlar. 2050 yılı itibariyle, soğutma sistemlerinin elektrik talebini artırması ve artan bu miktarın ise ABD, AB ve Japonya’nın mevcut toplam kapasitesine eşit olması bekleniyor.
Elektrik tedariğinin sürdürülebileceği düşünüldüğünde, gelecekte kronik olarak sıcaklık baskısı altında bulunan iklimlerde yaşamak uygun olabilir. Fakat; yaşam desteği sunan bu sisteme böylesine bağlı olunursa, uzatmalı bir elektrik kesintisinin sonuçları felaketvari olabilir.
Ölümcül bileşim
Peki devasa elektrik kesintileriyle olağanüstü sıcaklığı birleştirirsek ne olur? İki meslektaşım ve ben, geçenlerde Nature Climate Change bülteninde yayınlanan ve küresel kasırgalar ile sıcaklığı kapsayan bir çalışmada; bu gibi bir “gri kuğu” olayının (tahmin edilebilir fakat henüz tamamen yaşanmamış bir olay) olasılığını araştırdık.
Halihazırda Dünya üzerindeki en büyük elektrik kesintilerine sebep olmuş olan tropik hortumlara baktık (en ciddileri arasında, Porto Riko’da Maria Kasırgası’nın ardından aylar süren elektrik kesintisi vardı).
İklim ısındıkça, bu güçlü hortumların ardından tehlikeli sıcaklıkların gelmesinin çok daha muhtemel olduğunu ve küresel ısınma 4°C’yi aşarsa, bu gibi bileşik tehlikelerin her yıl beklenebileceğini bulduk.
Tropik bir hortuma yapılan acil durum müdahalesi sırasında insanları serin tutmak, temiz içme suyu sağlamak kadar öncelikli hale gelecek.
İngiltere, uç noktadaki sıcaklığı yönetmek için yeni bölgelere taşınacak. Ancak halihazırda ısıl stres altında olan yerler, fiziksel sınırlara ulaşmadan önceki en küçük güvenlik payı ile birlikte; nem-sıcaklık bakımından en yüksek mutlak artışları yaşayacak. Ayrıca bu yerler, bu tehlikeye uyum sağlamak yönünden en az donanımlı olanlar.
Bu yüzden, uç sıcaklıkların göçü teşvik etmesi pek şaşırtıcı değil. Böylesi kitlesel göçler, uç sıcaklıkları, dünya çapında bir mesele haline getiriyor.
Önümüzde sert zorluklar var. Uyum sağlamanın sınırları var. Bu yüzden, sıcaklığa yönelik küresel bakış açımızı devam ettirmeli ve sera gazı yayımlarına engel olup Paris ısınma sınırlarına uyarak, küresel bir tepkinin peşinden gitmeliyiz. Bu şekilde, ölümcül sıcaklığı önleme konusundaki en büyük şansı elde etmiş oluruz; hem kendi ülkemizde, hem de diğer ülkelerde.
The Conversation