Hastalıktan kaçınmaya dair bilmek istediğiniz tüm cevaplar.
Herkes, hiçbir zaman hasta olmayan o kişinin yerinde olmak ister. İş yerinde bölümden bölüme seyahat eden o felaketten bir şekilde sıvışan; ya da bütün ailesi hastalığın pençesine düşse de kendisi nezle dahi olmayan o kişiler. Bunu nasıl beceriyorlar?
Belirli faaliyetler yaparak ve belli bir şey yiyerek bağışıklık sisteminizi güçlendirip, hastalıklarla savaşan bir ninja haline gelmek kulağa inanılmaz ölçüde cazip geliyor. Fakat maalesef, bağışıklık sistemi tam olarak böyle çalışmıyor.
Vücutlarımızın bağışıklık sistemleri, doğuştan ve uyumsal olmak üzere iki farklı bölümden oluşuyor. Doğuştan olan sistem; herhangi bir yaralanma veya hastalıkta faaliyete geçen (bacakta bir sıyrık olsa bile) ve özel olmayan proteinler ile hücrelerden meydana geliyor. Fakat uyumsal bağışıklık sistemi, çok daha özel bir şey. Nezle veya grip olduğunuzda, uyumsal bağışıklık sisteminizdeki hücreler, bu hastalığın tam olarak hangisi olduğunu belirlemek üzere birden ortaya çıkıyor. Belirledikleri zaman ise, o enfeksiyonu bulup öldürecek bağışıklık hücrelerini tasarlıyorlar. Bu hücreler, o virüs veya bakteriyle ya da enfeksiyon yapan diğer etmenle tekrar karşılaşırsanız diye vücutta kalıyor; bağışıklık sisteminiz, ne yapacağını çok iyi biliyor. İşte bu yüzden; (tamamen) aynı enfeksiyonu iki defa kapmak, imkansız olmasa bile inanılmaz derecede zor.
Bu hafıza mekanizması, çok güzel ve kullanışlı. Aşılar da bu yüzden işe yarıyor. Aşı, ufak bir virüs ya da bakteri parçasından oluşuyor (bunlar genellikle ölü oluyorlar). Vücuda enjekte edildiği zaman, bağışıklık sisteminiz bu davetsiz misafiri öldürecek hücreler oluşturuyor. Bağışıklık sisteminiz, daha sonra bu enfeksiyonu hatırlıyor; ki onunla tekrar temasa geçerseniz, vücudunuz onu nasıl öldüreceğini çok iyi biliyor. Fakat buradaki anahtar bileşen, olayların sırasında yatıyor: Virüsle karşılaşıyor ve sonra ona bağışıklık geliştiriyorsunuz. Maalesef, bunun tersi olmuyor. Bu yüzden, bağışıklık sisteminizi destekleyerek kapabileceğiniz herhangi bir enfeksiyonu defetme fikri mantıksız. Ortada sayısız nezle virüsü (rinovirüs olarak biliniyorlar) ve çeşitli grip biçimleri var (grip aşısının her zaman doktorların umduğu kadar etkili olmamasının bir büyük sebebi de bu). Vücudu, bunların hepsiyle savaşmak üzere eğitmenin hiçbir yolu yok.
Fakat umut yok değil. Doğuştan ve uyumsal bağışıklık sistemleriniz, uygun şekilde çalışmak için doğru miktarlarda ve doğru tiplerde hücrelere ihtiyaç duyuyor. Eğer kendinize bir dövüş şansı tanımak istiyorsanız, doğru miktarda bağışıklık hücresini sağlamanın en iyi yolunu bulmak kilit önem taşıyor. Bunu nasıl yapabilirsiniz?
Kamuya bilim destekli beslenme araştırmaları sunmaya odaklanmış, kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan Uluslararası Gıda Bilgisi Konseyi’nde bilim iletişimi müdürü olan Megan Meyer, “İşte bu, milyon dolarlık soru” diyor.
Bağışıklık sistemimizin, “Bir bütün olarak sıkı şekilde düzenlenmiş” olduğunu söylüyor Meyer. Bir bölümü diğerine karşı güçlendirmeye yarayan araçlarımız yok. Ayrıca; eğer bu kabiliyetimiz olsaydı bile, bize fayda sağlamayabilirdi. Belli bir tip bağışıklık hücresinin miktarını artırmak, eğer ortada ani bir enfeksiyon yoksa iyi bir fikir değil. Hatta bunu yapmak, vücutta genel bir yangıya ve hatta otoimmün bir hastalığa yol açabilir; buna gerek yok. Sürekli faaliyet halinde olan bir bağışıklık sistemi istemezsiniz. Bir enfeksiyon gelip çattığında, hızlı ve etkili şekilde davranabilen bir sistem istersiniz.
Bununla birlikte, diyor Meyer; yediğimiz şeyler ve davranış kalıplarımız, bir bağışıklık sisteminin genel sağlığını etkileyebilir. Ayrıca bu durum, belirli vakalarda kusursuz çalışmalarla da belgelenmiş.
Uykuyu yeterli miktarda almak gibi (yetişkinler için 8 saat) aşikar etmenler bulunuyor. Uyku, bağışıklık sistemini birkaç şekilde etkiliyor. Bazı çalışmalarda gösterildiği üzere; hasta olduğunuz zaman, uykunun, belirli bağışıklık hücrelerinin lenf bezlerine dağıtılmasına yardımcı olabildiği bulunmuş (hücreler buradan enfeksiyonlarla savaşmaya gidiyorlar). Uyku ayrıca, hastalığı defetmek için gereken doğru bağışıklık hücrelerini oluşturmada da önemli bir rol oynuyor. Yapılan bir çalışmada, araştırmacılar deneklere hepatit A aşısı uygulamış. O gece, çalışmaya katılanların yarısını bir gece uyumaları için yatağa göndermişler; katılımcıların diğer yarısı ise bütün gece çalışmış. Ardından, katılımcılarda enfeksiyona karşılık üretilen antikorların miktarını çözümleyerek, bu aşının ne kadar etkili olduğuna bakmışlar (antikorlar, uyumsal bağışıklık hücrelerinin ürettiği ve belli enfeksiyonlara özel olan proteinlere deniyor). Dört hafta sonra, o gece düzenli şekilde uyumuş olan hastalarda; uykusunu almamış hastalara kıyasla ortalama iki kat daha fazla enfeksiyon antikoru olduğu bulunmuş.
Beslenme bakımından, dengeli beslenmek de bağışıklık sisteminizi dengeli halde tutmaya yardımcı olur. Makrobesin tarafında, yapılan araştırmalar; proteinin, güçlü bir bağışıklık sistemi için özellikle önemli olabileceğini gösteriyor. Protein yalnızca bağışıklık hücrelerinin değil; vücuttaki her hücrenin oluşmasında anahtar öneme sahip. Fakat bağışıklık hücreleri açısından; protein, L-arginin adı verilen bir amino asit içeriyor. Grip olan ve şiddetli yanık yaraları bulunan insanlar üzerinde yapılmış çalışmalar; L-argininin, yardımcı T hücrelerinin üretilmesine yardımcı olduğu gösterilmiş. Bu hücreler, bağışıklık sisteminin geri kalanına virüsün neye benzediğini gösteren hücreler. Bağışıklık sistemi de bu sayede, virüsle savaşmak için özel hücreler üretiyor. “Bu yüzden L-arginin içeren protein tüketmek, kişilerde doğru miktarda T hücresinin üretilmesini temin etmenin yollarından birisi” diyor Meyer. Protein tüketmek, bulaşıcı bir virüsle karşılaştığınız zaman doğru miktarda T hücresi üretildiğinden emin olmanın yollarından birisi.
Mikrobesin ölçeğinde de göze çarpan bazı şeyler var. Belki de bunların üzerinde en çok çalışma yapılanı, çinko. Yapılan birkaç çift körlü, plasebo kontrollü ve çok iyi nitelikli deneyde; nezle (rinovirüs olarak bilinir) başlangıcında çinko pastilleri kullanılmış ve enfeksiyonun süresi ile şiddeti önemli oranda azalmış. Yaklaşık 20 deney ve 1.700’den fazla katılımcının kapsamlı şekilde incelenmesiyle; çinkonun, nezlenin belirti süresini de azalttığı gösterilmiş. Ayrıca araştırmacıların, çinkonun işleme mekanizmasına dair bir fikirleri var. Rinovürüsün olduğu kadar çinkonun da benzersiz bir şekle sahip olmasıyla birlikte çinko, virüse tam anlamıyla bağlanabiliyor ve virüsün, kişiye daha fazla bulaşmasını önlüyor. Bu sebeple, çinkolu besinleri düzenli şekilde tüketmek (bunların içerisinde kırmızı et, deniz ürünleri ve tam tahılların yanısıra kahvaltılık gevrekler gibi bazı güçlendirilmiş yiyecekler de bulunuyor) ve çinko destekleri almak, enfeksiyonu önleyebilir ve şiddetini düşürebilir, diyor Meyer.
Çinko, üzerinde açık ara en umut vadeden çalışmaların yapıldığı besin olsa da; diğer mikrobesinlerin de bağışıklık sistemine etki ettiği gösterilmiş. Örneğin; Japonya’da inflüenza (grip) gibi enfeksiyonlara sürekli şekilde maruz kalan sağlık çalışanları üzerinde yapılmış bir çalışmada; bir tür flavonoid antioksidanı olan yeşil çay kateşinleri almanın, daha düşük grip oranlarına karşılık geldiği bulunmuş (ancak bu düşük oran, kayda değer değilmiş). Araştırmacılar, D vitamini takviyelerinin bağışıklık sistemi üzerindeki etkilerine yönelik de çalışma yapmışlar. British Medical Journal bülteninden çıkan bir çalışmada; D vitamini takviyesinin, akut solunum yolu enfeksiyonu tehlikesini azalttığı bulunmuş. Japonya’da okul yaşındaki çocuklar üzerinde yapılmış başka bir çalışmada ise, D vitamini takviyesinin inflüenza A tehlikesini azalttığı bulunmuş. Fakat tabii ki, daha fazla kesin kanı veya önerilere ulaşmak için daha fazla çalışmanın yapılması gerekiyor.
Tüm bunlar, geniş çeşitlilikte meyve ve sebze tüketmenin, vücudunuzun sağlıklı ve dengeli bir bağışıklık sistemini sürdürmesine muhtemelen yardımcı olacağı anlamına geliyor; ihtiyacınız olur olmaz faaliyete geçebilen bir bağışıklık sistemini… Ayrıca tabii ki, grip aşısı olun. Mazeret yok.
Yazar: Claire Maldarelli/Çeviri: Ozan Zaloğlu