Yazar Richard Schweid, gerçekten yaşanmış korktucu bir deneyim ile bilim ve bilim kurguyu birleştirerek hayatta kalma başarısı konusunda birinci, çöp yiyicilerini, yani hamamböceklerini kitabında anlatıyor. Schweid, Nexus Medya ile birlikte, ısınan bir gezegende böceklerin nasıl bir yol izleyebileceğini inceliyor. “Hamamböceği Makaleleri: Bilinenleri ve Tarihi ile İlgili Bir İnceleme” isimli kitabının ilk bölümünden yapılan aşağıdaki alıntıda, Schweid bildiklerini paylaşıyor.
Hisleri Olan Her Canlıyı Kurtarmak
1967 yazında, 21 yaşındaydım ve New York’ta yaşıyordum. Uzun bir çocukluk ve ergenlik dönemini geçirdiğim Nashville’den kaçmıştım. Sheridan Meydanı’nın batısında, tuğla bir binanın ikinci katında, küçük üç odalı bir dairenin oturma odasına yaşıyordum. Dairenin oldukça dar olan banyosu yatak odasının köşesinde, tuvalet ise oturma odasındaki bir dolapta yer alıyordu. Ailesinden aldığı harçlıkla kirayı ödeyen bir kız, arkadaşımla sevgili olmuştu. Arkadaşım da biri ben olmak üzere iki kişiyi yanında daireye getirmişti. Neyse ki kız oldukça cömert ve iyi bir insan olduğundan bu durumu sorun etmemişti.
Yaşadığım küçük oturma odasında bir kanepe vardı ve iki kişi uyumak için o kanepeyi kullanıyorduk. Ben minderleri yere koyarak yatak yaparken arkadaşım Jeff kanepenin yayları arasında rahat bir yer arayarak uyumaya çalışıyordu. Paramız bittiğinde sıklıkla Hudson Nehri’nin kıyısına, gemilerin getirdikleri ürünleri boşalttığı rıhtıma iniyorduk. Büyük bir grup, orada bir ustabaşı tarafından üzere seçilip işe alınmayı bekliyordu. İş, sebze ve meyve dolu kasaları ülkenin bir köşesine taşımak üzere kamyonlara, traktör kasalarına yüklemekti. Ücret saat başına beş dolardı ve gece sonunda peşin ödeniyordu.
Çalışmak önceliğimiz değildi. Vaktimizi konuşarak, ucuz şarap ya da ot içerek, müzik dinleyerek, hikayeler yazarak ve hayatımıza, dünyaya bir anlam yüklemeye çalışarak geçiriyorduk. Sadece kendi kıçımızı değil, arkadaşlarımızı, komşularımızı ve tüm canlıları, sürekli devam eden zorbalıktan, az paraya çalışmaktan, savaştan ve ölümden kurtarmaya kararlıydık. Herkes yataklarına, Jeff ve ben de kanepemize çekildiğinde, yattığım yastıkların darlığına ve aralarındaki boşluğun verdiği rahatsızlığa rağmen bütün bu düşüncelerden dolayı hemen uykuya dalacak kadar yorgun oluyordum.
Tişört ve iç çamaşırlarıyla uyuyordum; pantolon ve diğer giysilerim ise sandalyede asılı oluyordu. Bir temmuz günü, tüm rüyalarımı geride bırakıp uyandığımda gözlerimi dahi açmadan üzerimde garip bir şey hissettim: Bütün vücudumu hafif bir gıdıklanma hissi sarmıştı. Sanki biri çok hafif bir şekilde vücuduma doğru nefes alıp veriyordu. Gözlerimi yavaşça açtım. Bir önceki gece, biz meyve kasalarını yüklerken, ilaçlama şirketi gelip bütün evi duman içinde bırakmıştı ve şimdi tüm vücudum duvarların arasından mobilyaların altından ve diğer bütün gizli yerlerinden çıkmış ölmek üzere olan bir sürü hamamböceğinin yerleştiği bir mezarlık olmuştu. Zehirin etkisiyle sersemlemiş halde olan böceklerin titreyen vücutları beni uyandırmıştı. Dairenin bütün zeminini binlerce hamamböceği kaplamıştı ve o anda tüm vücudumun üzerinde ölüyorlardı. Yastıklarım kor ateşten yapılmışçasına avazım çıktığı kadar bağırarak yerimden sıçradım.
Zamanımın çoğunu yerde yatarak, Greenwich civarında yürüyüşlere çıkarak, Hudson Nehri kıyısında gezinerek geçirmiştim. Saatlerce binanın merdivenlerinde oturup etrafımdaki garip dünyayı izliyordum. Şu anda o döneme ilişkin çok az şey hafızamda yer alıyor. Ancak tek bir olayı çok net, sanki dün olmuşçasına hatırlayabiliyorum: hamamböceklerinin vücudumun üzerine ölüşünü.
Bir süre sonra, meyve kasası yükleme işi sevimsiz bir hale geldi. Bazı geceler hiçbir iş olmuyordu ve sonbahara doğru hava soğudukça orada beklemek çok zorlaşıyordu. Ben de kendime daha sabit bir iş araştırmaya başladım. Garsonluk güzel bir fikir gibi gelmişti. İlk garsonluk işimi Altıncı Cadde ve Dördüncü Sokak’ın kesişiminde küçük bir kahvecide bulmuştum. İlk çalışma gecemde, aşçı bana bodrumdaki kilere inmemi ve patates getirmemi söylemişti. Çok güçlü kolları, domuz budu büyüklüğünde bisepsleri, kocaman kel bir kafası olan fazla kilolu siyahi bir adamdı. Ben bodrum kapısına yönelirken “Işıklar merdivenin başında” diye bağırdı.
Işığı açtığımda, merdivenlerin her yerinde hamamböcekleri ve farelerin oluşturduğu yoğun trafik aydınlandı. Kediler, kertenkeleler, maymunlar başta olmak üzere birçok hayvan hamamböcekleri üzerinden beslenir. Ancak özellikle farelerle birlikte hamamböcekleri yiyecek depolarında oldukça zarar vericidir. Merdivenlerden birkaç adım aşağıya indikten sonra zihnim gözlerimin gördüğü, kulaklarımın duyduğunu sonunda algıladı, hızla geriye doğru koşup bağırdım: “Aşağıda bir sürü fare ve hamamböceği var!” Restorantın bir süre kapatılıp, bir ilaç şirketinin çağırılıp, bu ağır halk sağlığı tehdidinin bir an önce ortadan kaldırılacağına inanıyordum.
Aşçı önce uzun süre güldü. Sonra restorantın diğer çalışanlarını çağırdı ve onlara benim merdivenlerden yukarı nasıl koştuğumu ve aşağıdaki fare ve hamamböceklerini nasıl haber verdiğimi anlattı. Gülmesi bitince göz yaşlarını önlüğüne sildi. “Sen neredensin çocuk?” diye sordu ve sonra beni patatesleri almaya geri gönderdi.
Gözünün kenarıyla Şemsiye Adam’ın onun gibi miskin biri için fazla hızlı bir şekilde içinde hamamböceği olan bir kaşığı ağzına götürdüğünü ve dişlerinin arasında ezdiğini gördü. Frankie’nin eli bardağında kalakaldı. Karşısında böceğin kanı dişlerinden ve çenesinden damlayan, böceğin kendisi hala ağzında görülebilen Şemsiye Adam duruyordu. Sonra sımsıkı kapalı ağzı ve bozguna uğramış yüzüyle Frankie’ye bağırdı: Su! Bana su verin!
Frankie kafasını diğer tarafa çevirip bardaki birayı Şemsiye’ye doğru uzattı ve bardaktaki son damlayı da içene kadar kafasını geri çevirip tekrar bakamadı.
“Daha önce hiç böyle bir şey yapmamıştı.” Dedi şikayet eder bir şekilde dul Wieczorek’e. “Ona neler oldu?”
“Artık sürekli yapıyor” diye açıkladı dul belli belirsiz bir gururla. Sanki bunu yapmasını ona kendisi öğretmiş gibi.-Nelson Algren’in Altın Kollu Adam kitabından
Algren neredeyse mükemmel bir yazardır. Sadece çağdaşı Ernest Hemingway’in söylediği gibi ABD’nin en vurucu yazarlarından biri olmasıyla değil, mizahı ve korkuyu harmanlamakta usta olmasıyla da böyledir. Gecekondu mahallelerinde, meyhanelerde doğan mezarlık mizahıyla tutunabilmek için sürekli mücadele verdi ve yaşlanan diğer dövüşçülerin aksine onun yumrukları hiç yavaşlamadı. Sondan bir önceki kurgu kitabı, The Last Carousel, 1973’te Algren formunun zirvesindeyken çıktı ve kısa hikayelerden oluşuyordu,
Yukarıdaki metnin alıntılandığı, 1949’ta yayımlanan ve ilk düzenlenen Ulusal Kitap Ödülleri (National Book Award)’nin galibi olan romanında, hiç tarzı olmadığı halde bir detayı yanlış belirtmiştir. Hamamböceği kanı pigmentsizdir, vücutlarında berrak bir sıvı halinde dolaşır. Sert dış kabukları (dış iskelet) delindiğinde ya da ezildiğinde çıkan bej rengi sıvı iltihabi bir sıvı değildir. Algren’in kitabında ima ettiği gibi birayla temizlenen siyah bir sıvı değildir. Kitaptaki bu kısım doğal olarak Frank Sinatra’nın oynadığı film uyarlamasında tamamıyla atlanmıştır.
Dışarı çıkan beyaz sıvı aslında yağdır ve hamamböceklerinin organlarını, dolaşım ve sinir sistemlerini kaplar. Sert dış tabaka ile daha hassas iç kısımları arasında kalın bir tabak halinde yer alır. Bu yağ dokusu, hamamböceğinin metabolizmasıyla ilgili kısımdır ve değerli azot ve diğer besleyici maddeleri yiyecek kıtlığında kullanılmak üzere burada saklanır. Hatta Alman hamamböceği denilen ve ABD’de evlerde en sık görülen tür olan Blattela Germanica’nın suya erişimi olduğunda yemek tüketmeden 45 gün yaşayabildiği bilinmektedir. Yemek ve su olmadan ise iki haftadan fazla yaşayabilirler. İkinci en yaygın hamamböceği Periplaneta americana iseçok daha fazla yaşayabilir. Ortamda su olduğunda yemeksiz 90 gün; su ve yemek olmadan ise laboratuvar ortamında 40 gün yaşayabilmektedirler. Bütün türlerde dişiler açlık ve susuzluğa erkeklerden daha fazla dayanır.
Hamamböcekleri, hayatta kalmak için özelleşmişlerdir. Bu bütün böcekler için geçerlidir ancak hamamböcekleri hâlâ dünyada olan en eski böcektir ve bu bağlamda evrimsel olarak müthiş bir başarı göstermektedir. Diğer bütün böcekler gibi 6 bacağı ve kitinden oluşan sert bir kabuğu bulubnur. Kafaları tamamıyla sırt kabuklarının altındadır ve bir çift anten buradan çıkar. Dış iskeletleri ve şekilleri aşırı derecede küçük boşluklara girebilmelerine izin verir ve beslenmek için kullandıkları kaynakların yelpazesi oldukça geniştir.
Çeviren: Sertaç Üstün