İroniye bak.
Daha geçen gün (29 Eylül) Dünya büyük ve çok korkutucu bir eşiği geçti ve bilim insanları atmosferdeki CO2 karbon seviyelerinin resmî olarak 400 ppm’yi (milyon başına 400 birim) geçtiğini açıkladı. Üstelik bunları güvenli seviyelere geri döndürmek için fazla umut bulunmuyor.
Ve şimdi, işler daha da kötü görünüyor, çünkü yapılan yeni bir çalışma, hiç aklımıza bile gelmeyen tamamen yeni bir seragazı salım kaynağını belirledi ve Kanada ülkesinin tamamından daha fazla atmosferik CO2 ile metandan sorumlu durumda.
Karşılaştırmak gerekirse, tüm bu zaman boyunca bir yılda kabaca 1 gigaton (1 milyar ton) karbon dioksit üreten ve insanlar tarafından üretilen bütün seragazlarının yüzde 1.3’ünü atmosferimize gönderen bir şey hakkında konuşuyoruz ve bunun hakkında hiçbir fikrimiz yoktu.
Bu yüzden eğer daha önce durumun kötü olduğunu düşündüyseniz, şimdi durum daha kötü hale geldi.
İşte bu yeni keşfedilen seragazı kaynağı: ‘temiz’ hidroelektrik gücü üretmek ve dünya çapındaki yaklaşık 1 milyon tesiste bulunan ekinleri sulamak için kullanılan barajlar ile su depoları.
Özellikle endişe verici olan şey ise, bu su depoları tarafından üretilen gazın kocaman bir yüzde 79’luk kısmının, karbon dioksidin küresel ısınma potansiyelinin 36 kata kadar fazlasına sahip olan metan gazı olması; bu ölçüm, bir gazın enerji emme yeteğini ve atmosferde ne kadar uzun süre kaldığını hesaba katıyor.
Karbon dioksit ve azot oksidin, kalan su deposu salımlarının sırasıyla yüzde 17 ile yüzde 4’ünü oluşturduğu keşfedildi.
Keşif, günümüze kadarki su deposu sera gazı salımları üzerinde yapılmış olan en geniş çalışmayı tamamlayan uluslararası bir bilim insanları takımı tarafından gerçekleştirildi.
Neredeyse 77.700 km karelik bir yüzey alanını birleştiren, dünya çapındaki 267 baraj ile su deposundan çıkan muhtemel salımlar üzerinde önceden yapılmış 200’den fazla çalışma çözümlendi.
Bilgilerin hepsi karşılaştırıldığında, bu tesislerin çevre için herhangi birinin tahmin ettiğinden çok daha kötü olduğu bulundu.
Washington State Üniversitesi’nden takım üyesi Bridget Deemer, The Washington Post’tan Chris Mooney’a şöyle söyledi: “Su depolarından kaynaklanan salımları tahmin etme girişimleri konusunda bir nevi araştırma patlaması vardı. Bu yüzden hidrogüç ile sel denetimi ve sulama gibi diğer işlevler bakımından, su depolarından küresel çapta elde edilen, bilinen tüm tahminleri sentezledik.
“Ve su deposu alanı başına düşen metan salımları tahminlerinin, daha önce düşünülenden yaklaşık yüzde 25 daha yüksek olduğunu bulduk. Şu an devam etmekte olan baraj inşaatlarındaki küresel artış göz önüne alındığında, bunun önemli olduğunu düşünüyoruz.”
Deemer’ın belirttiği gibi, bu devasa, hesaba takılmamış seragazı miktarlarına katkıda bulunanlar sadece hidroelektrik tesisleri değil; bunlar, yapay barajların ve su depolarının tamamı.
Bu yüzden temel olarak, elektrik üretmek, ekinlerimizi sulamak veya sel denetimi uygulamak amacıyla kasıtlı olarak karasal alanları su altında bırakıyorsak, gezegenin ısınmasının hızlanmasına katkıda bulunuyoruz demektir.
Takımın açıkladığı üzere insan yapımı su depolarının, çayır ve çalı çırpı gibi geniş miktarlarda organik yaşam içeren çok büyük alanları bir seferde su altında bırakma eğilimi var.
Karbon bakımından zengin olan bu maddeler suda boğuldukça, sahip olduğu oksijen hızlı bir şekilde tükeniyor ve bu durum, CO2 soluyan ve yan ürün olarak metan üreten mikroorganizma nüfuslarını artırıyor.
Bu barajların pek çoğu ayrıca tatlısu nehirleri ile besleniyor ve nehirler bunlara pek çok yeni organik madde taşıyor, yani döngü, asıl şeyler çürüyüp gittikten çok sonra devam edebiliyor.
Diğer taraftan, göller, göletler, nehirler ve sulak alanlar gibi doğal su hacimleri çok daha aşamalı olarak gelişiyor ve sahip oldukları oksijenin barajlar ile su depolarında gerçekleşene benzer şekilde tükenmesi çok daha az muhtemel oluyor.
Washington State’den takım üyesi olan John Harrison, The Post’a şöyle konuşuyor: “Eğer etrafta oksijen varsa, metan CO2’ye geri çevriliyor. Eğer oksijen yoksa, atmosfere metan olarak geri emilebiliyor.”
Peki bunlar, hidroelektrik gücün artık geçerli bir seçenek olmadığı anlamına mı geliyor?
Araştırmacılar, bunun öyle olması gerekmediğini söylüyorlar fakat (esasen çok büyük miktarlardaki araziyi çok hızlı şekilde değiştirebilen) barajlar ile su depoları gibi devasa tesislerin muhtemel zararlı yan etkileri hakkında çok daha fazla bilgilenmemiz ve küresel ekonomiyi ‘karbonsuzlaştırmak’ için ne kadar uzağa gitmemiz gerektiğini hesaplarken bunu da hesaba katmamız gerektiğine vurgu yapıyorlar.
Harrison şöyle konuşuyor: “Kanun yapıcılara ve halka, bir nehre baraj kurmanın sonuçları konusunda daha bütün bir resim sunmaya çalışıyoruz.”
Araştırma, BioScience dergisinin gelecek haftaki sayısında yayınlanmak üzere kabul edildi.