Ama zannettiğiniz şekilde olmayabilir…
David Attenborough gibi halk arasında tanınmış kişiler, önceden insan evriminin bittiğini iddia etmişti. Fakat insan evrimi üzerinde çalışan pek çok araştırmacı bu görüşe katı bir şekilde karşı çıkıyor. İnsanların çevreyi sayısız şekilde değiştirdiğini biliyoruz. Bel bağladığımız havayı, suyu ve toprağı değiştiren bizler, Dünya üzerindeki en başarılı “ekosistem mühendisleriyiz.” Tüm bu değişimin ortasında biyolojiyi fethettiğimizi ve evrim ile doğal seçilimin türümüz üzerindeki etkilerini bertaraf ettiğimizi düşünebilirsiniz. Fakat bilim böyle söylemiyor.
İngiltere’deki Anglia Ruskin Üniversitesinde çalışan antropolog ve evrimsel genetikçi Jason Hodgson, “İnsanlar elbette hâlâ evrimleşiyor” diyor. “Bir popülasyonda bulunan bütün yaşayan canlılar her zaman evrimleşiyor.”
Evrim bir sonuç değil, bir süreç ve her zaman doğrusal şekilde gerçekleşmiyor.
Madison – Wisconsin Üniversitesinde çalışan paleoantropolog John Hawks, “İnsanlar kesinlikle hâlâ evrimleşiyor” diyerek katılıyor.
Yale Üniversitesinde çalışan ekoloji ve evrimsel biyoloji profesörü Stephen Stearns, “İnsanlar hâlâ evrimleşiyor, neredeyse diğer tüm canlı popülasyonları gibi” diyor.
Fakat evrim, türümüze sizin hayal ettiğiniz gibi etki etmiyor olabilir. Biyolojik açıdan evrim, bir popülasyondaki bir gen varyantı (diğer adıyla “alel”) frekansında zamanla meydana gelen değişimdir. Bir canlı türünün yörüngesini belli bir hedefe doğru yönlendiren bir kuvvet değildir. Fakat biyologlar insan evrimini hâlâ faaliyet halindeyken gözlemleyebiliyor ve onun son örneklerini belirleyebiliyorlar.
Evrim nasıl gerçekleşiyor?
Araştırmalara gelmeden önce evrimin nasıl çalıştığını anlamakta fayda var. Canlılar birkaç şekilde evrimleşebiliyorlar. Her insan ortalama 70 kadar yeni genetik mutasyonla doğuyor ve bunlar ebeveynlerinden gelmiyor. Mutasyonlar bir kez ortaya çıktığında, sonraki nesillere aktarılabiliyor ve böylece alel sıklığı popülasyon seviyesinde değişiyor. Rastgeleliğin hangi gen varyantlarının hangi oranlarda aktarıldığını etkilediği ve sürüklenme adı verilen bir durum da gerçekleşiyor. Bu durum en hızlı ufak popülasyonlarda meydana geliyor. Bireylerin ve popülasyonların göç ettiği ve genetik maddelerini yeni yerlere götürdüğü gen akışı da var. Cinsel seçilim ise insanların rastgele olmayacak şekilde eşleşmesiyle gerçekleşiyor (insanlardaki eşleşmelerin çoğu böyle).
Ardından ise sık sık evrimle bir araya gelen doğal seçilim var. Doğal seçilimde hayatta kalma ve üremeyi etkileyen çevresel koşullar, hangi alellerin gelecek nesillerde devam etmesinin en yüksek ihtimal taşıdığını belirliyor. Hodgson, sürüklenmenin aksine doğal seçilimin daha büyük popülasyonlarda daha hızlı gerçekleştiğini söylüyor çünkü etrafta daha fazla insan olduğunda, faydalı alellerin ortaya çıkması daha muhtemel oluyor. “Şimdiye kadarki en geniş insan popülasyon boyutu bu” diyor Hodgson. “Dolayısıyla doğal seçilimin insanlarda faaliyet göstermesi için bir dereceye kadar en büyük değişim de muhtemelen bu.”
“İnsanlar hâlâ evrimleşiyor, neredeyse diğer tüm canlı popülasyonları gibi.”
Yukarıdaki bütün bu işleyişlerden geçen insanlar, son ortak atadan yaşayan en yakın iki akrabamızla; şempanzeler ve bonobolarla beraber evrimleşmişler. Biz bu büyük maymunlardan evrimleşmemiş; onun yerine artık nesli tükenmiş olan ve şempanzeler ile bonoboların selefinden ortak bir noktada ayrılmış olan bir primat soyundan evrimleşmişiz. Homo sapiens‘in yaşam ağacında bir dal olmasından çok öncesinde, önceki ayrışmalar primatlara, memelilere ve omurgalılara yol açmış. Evrim, son ortak atadan beri geçen milyarlarca yılda yavaş yavaş bütün canlıları çeşitlendirmiş. Vücutlarımız halen türümüzün evrimsel geçmişinin kanıtlarını taşıyor. Örneğin artık kullanışsız (veya “işlevini kaybetmiş”) kuyruk kemikleri veya apandisler gibi.
Üstelik yukarıdaki tüm mekanizmalar insanlarda bugün hâlâ devrede. Fakat sosyal organizasyonumuz ve çok büyük sayılar, hangi popülasyonlarda hangilerinin hangi şekillerde faaliyet gösterdiğini değiştirmiş olabilir. Kuyrukların kaybolması gibi bariz özellikleri etkileyen büyük evrimsel değişimler çok yavaş gerçekleşse de bu kadar belirgin olmayan değişimler sürekli gerçekleşiyor.
Hodgson, modern tıbbın doğal seçilimi ortadan kaldırdığına yönelik hep sözü edilen bir inanışın “ciddi bir görüş olmadığını”, çünkü doğru olmayan pek çok varsayıma dayandığını söylüyor. Örneğin bütün sağlık sorunlarını bilimle çözdüğümüzü veya insanların sağlık hizmetlerine ve gebelik kontrolüne eşit şekilde erişilebildiğini düşünelim. Gerçekte, “Eşit olmaya yakın bile değil” diyor Hodgson. Dolayısıyla eşit olmayan üreme ve hayatta kalma da var ve her yerdeki insanlar her türlü seçici mekanizmalara maruz kalmaya devam ediyor.
Aynı zamanda, insan evrimine yön veren ve bizim türümüze özgü olabilecek (en azından yoğunlukları bakımından) başka şeyler de var. Hodgson ve Hawks, pek çok örnekte kültürlerimizin insanların kiminle, nasıl üreyeceğini ve üreyip üremeyeceğini etkilediğini belirtiyor. Bunlar gen varyantlarının sıklığını da zamanla etkiliyor.
New York Üniversitesinde yardımcı genetik ve genomik profesörü olarak çalışan Hakamaneş Mostafavi, “Belki evrimin gidişatını bir şekilde değiştiriyoruzdur fakat bu durum hiçbir şekilde evrimi durdurduğumuz anlamına gelmiyor” diyor.
Evrimin hâlâ gerçekleştiğini nasıl biliyoruz?
İnsanların genetik geçmişi üzerinde yürütülen pek çok çalışma, faaliyet halindeki evrimin tanımlayıcı örneklerini sunuyor. Hodgson’un 2014 yılında yayımlanan çalışmasında tarif edildiği gibi Madagaskar’da sıtmaya karşı artan bir direnç var ve bu direnç, popülasyondaki belli bir gen varyantının yaygınlaşmasıyla bağlantılı. Hodgson, bu evrim örneğinin son 2.000 yılda gerçekleştiğini söylüyor; yani evrimsel zamana göre çok kısa bir sürede.
Çobanlığın yayılmasını takiben Orta Doğu, Avrupa ve Afrika’daki bazı popülasyonlarda yetişkinlerin laktoz sindirimine olanak sağlayan alellerin ortaya çıkışı ve yayılışı da var. “Bir alel olarak laktaz direnci, son 1.000 yılda bile artış gösteriyor” diyor Hawks.
Hatta bundan daha da yeni bir şey var ki (son yüzyılda), Stearns ve araştırmacı meslektaşları ABD’nin Massachusetts eyaletinin Framingham şehrindeki insanlar üzerinde 2010 yılında yürütülen klasik bir çalışmada boy kısalmasını ve popülasyon seviyesindeki diğer değişimleri doğal seçilime atfediyor. Çalışma, 1948 yılında başlayan bir veri toplama girişimine dayanıyor.
Büyük genomik veri setleri üzerinde yürütülen çalışmalar, normalde özellik seviyesinde gözlemlenemeyecek değişimleri de ortaya çıkarıyor. 2022 yılında yayımlanan bir çalışmada, insan genomunda iki küçük değişim gerçekleştiği belirlenmiş. Fonksiyonel proteinlerin oluşturulmasından sorumlu olan bu değişimler, türümüz diğer primat soylarından ayrıldıktan sonra ortaya çıkmış.
“Belki evrimin gidişatını bir şekilde değiştiriyoruzdur fakat bu durum hiçbir şekilde evrimi durdurduğumuz anlamına gelmiyor.”
2017 yılında yayımlanan ve Mostafavi’nin öncülük ettiği bir çalışmada araştırmacılar, yaklaşık yarım milyon İngiliz’in genetik ve sağlık verisinin yer aldığı UK Biobank veri tabanında yaş grupları arasındaki gen farklılıklarını incelemiş. Yaşlı insanlarda daha nadir görülen, ömür uzunluğu ve hayatta kalmayla ilişkili olabilecek yaygın alelleri bulmaya çalışmışlar. Bütün veri setinde bu gibi sadece iki gen varyantı bulmuşlar; bunlardan biri erkeklerde ağır sigara içiciliğiyle, diğeri de Alzheimer tehlikesiyle ilişkiliymiş. Sağlıktaki pek çok farklılığın genetik olmasına rağmen, çalışmadaki popülasyonda dolaşan tanımlanabilir, zararlı tekil gen varyantları nispeten az miktardaymış. Bu durum, evrimin muhtemelen bu genleri elediği anlamına geliyor.
“Bu yokluk durumu (veya daha zararlı aleller) seçilimi akla getiren güçlü bir işaret” diyor Mostafavi. Çalışmada belirlenen bu iki genin, ilave zamanla birlikte elenme eğilimi de taşıdığını söylüyor bilim insanı. Bugün yaygın olmaları, sadece kısa süre önce zararlı hale geldikleri anlamını taşıyor olabilir.
Mostafavi’nin araştırmasında gösterilen evrim tipi, saflaştırıcı seçilim: Yani bir popülasyondaki zararlı mutasyonların zamanla ortadan kalktığı seçilim. Fadyalı özellikler bakımından seçilim kadar göz alıcı değil ama çok daha yaygın.
O kadar göz alıcı olmayan bir diğer yaygın seçilim şekli de uç noktadaki değerlerin nadir kaldığı dengeleyici seçilim. Bu seçilimde iki uç arasındaki noktaya doğru bir gidişat gerçekleşiyor. Doğum ağırlığı ve insan boyu, dengeleyici seçilimin faaliyet gösterdiği standart örneklerden.
“Belki her zaman dengeleyici (ve) saflaştırıcı seçilim görmüyoruz, belki bunlar aşikar değildir… Fakat insanların pek çok özelliğinin bir şekilde bazı en uygun değerlerde kaldığını biliyoruz” diyen Mostafavi, her iki doğal seçilim şeklinin de devam ettiğini vurguluyor.
Peki neye doğru evrimleşiyoruz?
“Çoğu insan, ‘bir tür olarak başka bir şeye doğru mu değişim geçiriyoruz?’ sorusunu soruyor. Yani, Bunun sonunda bir varış noktası var mı?” diyor Hawks. Cevap, en azından bilim insanlarının üzerinde çalışabildiği zaman ölçeğinde durumun belirsiz olması.
Evrim bir sonuç değil, bir süreç ve her zaman doğrusal şekilde gerçekleşmiyor. Hawks şöyle ekliyor: “Günümüzde çevre çeşitli şekillerde ve çok hızlı değişiyor. Hangi değişimlerin zamanla devam edeceğini kesin olarak bilmiyoruz, dolayısıyla hangi değişimlerin birikip neye dönüşeceğini bilmiyoruz. Pek çok değişim son bir iki nesilde evrimleştiği kadar hızlı şekilde geriye dönebilir veya ters yöne gidebilir”
“Kişisel olarak ben genetiğimizin değişmeye devam edeceğini ve bunun muhtemelen hızlanan bir oranda gerçekleşeceğini düşünüyorum” diyor. “Fakat nasıl olacağını tahmin etme noktasında iyi bir zeminim yok.”
Yazar: Lauren Leffer/Popular Science. Çeviren: Ozan Zaloğlu.
https://youtube.com/shorts/su-FDbbuPZs?si=XG9Pv1k6-eAm78bU
Tekâmül başka, evrim teorisi başka
https://x.com/mustafa55074582/status/1825132590245781773?t=bSOG9c15NazyC37eKBYlhQ&s=19
Aksi mümkün olabilir miydi ki? Zavallı bir manşet olmuş.