İnsan vücudunu oluşturan organ sayısı maksimuma ulaştı. Araştırmacılar sindirim sisteminde bulunan bir membran olan mezenterin bir organ olarak sayılmasını teklif ettiler. Böylece vücudumuzdaki organ sayısı 79’a ulaştı.
Bir yapının organ olarak sayılması için çok önemli bir fonksiyonu yerine getirmesi ve kendi kendine bir yeterliliğinin olması gerekir. Uzun yıllar süren tartışmalar sonucunda, bağırsakları yerine tutturan ve karın bölgesine bağlanmasını sağlayan mezenterin birçok parçadan (Leonardo Da Vinci’nin daha önce mezenteri tek bir parça olarak çizmesine rağmen) oluştuğu düşünülüyordu.
Ancak 2012’de İrlanda’daki Limerick Üniversitesi cerrahları şunu keşfettiler: Mezenter tek bir doku parçasının üst üste katlanmasından oluşuyordu. Bu durum mezenteri organ statüsüne soktu. Bu ekip daha fazla kanıt topladı ve mezenterin organ olduğu konusunu Kasım 2016 sayılı Lanset Gastroenteroloji & Hepatoloji Dergisi’nde yayımlandı.
Araştırmacılar şimdi mezenter hakkında daha büyük bir resme bakıyorlar ve mezenterin ne olduğu hakkında daha fazla şey öğrenebilir ve hastalıkların oluşumuna nasıl katkıda bulunduğunu görebilirler. Bu da karın ameliyatlarında daha az girişimsel yaklaşımlara bizi götürebilir ama karnımız gizemli organların tek kaynağı değil. Beynimizden cinsel organımıza kadar vücudumuzda tarih boyunca ya gizli kalmış yada az anlaşılmış organları bulunmaktadır yapılar bulunmaktadır Bu yazıda fonksiyonlarının tam olarak daha yeni anladığımız 5 bölümümüz:
1. Anterolateral ligament (Diz)
Yüz yıla yakındır tıp bilimi tarafından göz ardı edilmiş ve spor yaralanmalarının bir numaralı şüphelisi olan dizimizin bir parçası.1879’da Fransız cerrah Paul Segond dizimizde “parlak, dayanıklı ve fibroz (liflerden oluşmuş yara dokusu) bir bant” fark etti. Bu ligament (kemikleri birbirine bağlayan bir tür sert doku) 1970’lere kadar hemen hemen tamamen unutuldu. Çok seyrek olarak yapısı ve amacının belirsiz olması hakkında konuşuldu. “Bu enigmatik yapıyı saran gizemi” temizlemeye karar veren Belçikalı cerrahlar sonunda araştırdı ve bu kafa karıştırıcı ligamenti 2013’te düzgünce tanımladı.
Araştırmacılar dizimizin ön tarafında bulunan bu bandın – şimdilerde anterolateral ligament veya ALL denilen – uyluk kemiği ve kaval kemiğini birbirine bağladığını, ayrıca diğer dört önemli ligament dışında diz ekleminin sağlamlaştırılmasına yardım ettiği bulundu. ALL, biz etrafımızda dönerken veya yönümüzü değiştirirken dizimizi korumaya yardımcı oluyor olabilir. Bazı insanlar ön çapraz bağlarının yırtılması nedeniyle iyileşme sürecinde büyük problemler yaşar. Cerrahların yaptığı araştırmaya göre iyileşme sürecinde problem yaşayan grupta ön çapraz bağ yırtığına ilave olarak, daha önce fonksiyonu tam olarak anlaşılamayan ALL yırtığının etkisinin de olduğu düşünülüyor.
2.Dikey oksipital fasikül (Beyin)
Birkaç sene önce tekrar su yüzüne çıkan ama geçmişte unutulmuş olan başka bir yapı daha var. 2012’de araştırmacılar okuma fonksiyonunu üzerinde etkili olduğu düşünülen bir sinir yolağı üzerinde araştırma yaptılar fakat modern tıp literatüründe bununla ilgili herhangi bir tanıma ulaşamadılar.
Kütüphaneyi biraz aşındırdıktan sonra kaşife ulaştılar : Alman nörolog Carl Wernicke ki kendisi Wernicke alanını (dili anlamamıza yardımcı olur) tanımlaması ile ünlüdür. Ama Wernicke’nin 1881’deki çizimlerinin dışında ekip sadece şimdilerde dikey oksipital fasikül (DOF) denilen bir beyin alanı hakkında birkaç bahse ulaştı.
DOF’un ortadan kayboluşu ise Wernicke ve onun hocası nöroanatomist Theodor Meynert arasındaki bir anlaşmazlık yüzünden olmuş olabilir. Meynert nöral yolakların önden arkaya doğru ilerlediğine inanmıştı, ama DOF yukarıdan aşağı doğru ilerliyordu. İster sinir liflerinin ilerleyiş şeklinin kafasına yatmayışı olsun ister ilgi azlığı olsun, Meynert yeni keşfi reddetti. DOF ayrıca kötü iletişimin kurbanı da olmuş olabilir. Birkaç bilim insanı DOF hakkında bahsetti fakat onu başka şekilde tanımladı -ki bu durumda bilim insanlarının dikey oksipital fasikül hakkında yeterince bilgi sahibi olmasını engelledi.
DOF’un tekrardan keşfedilmesinden sonra Washington Üniversitesi’nden Jason Yeatman ve onun arkadaşları manyetik rezonans taramaları ile bu bölgenin yerini tespit etti. Washington Post’daki açıklamasına göre “DOF, beynin nesneleri algılamamız konusunda etkin olan beyin bölgeleri ile gözlerinizi hareket ettirmeye yardımcı olan veya boşlukta gözünüzü bir yer odaklanmanızı sağlayan bölgeleri -bir arkadaşın yüzünü tanımak veya bir kelimeyi okumak gibi- birbirine bağlıyor. Bu ilişki oldukça önemli çünkü 1970’lerdeki vaka örneklerine göre bu alanlarında hasar meydana gelmiş kişiler, kelimeleri tanıyabilme ve okuyabilme yeteneklerini kaybedebiliyorlar.
3.Dua Tabakası
Vücudumuz tamamıyla bir gizli organlar hazinesi değildir. Zaman zaman bilim insanları daha önceden bilinmeyen yapılara rastlayabiliyorlar. Bunlardan biri parlak ve kubbe biçimli bir yapı olan ve gözlerimizi koruyan ve ışığı odaklamaya yarayan korneada 2013’te bulundu. Yeni tanımlanan ”Dua tabakası” dayanıklı ancak sadece 15 mikron kalınlığında ve korneanın daha önceden bilinen beş tabakasına katılıyor. Notthingham Üniversitesi’nden Harminder Dua ve arkadaşları korneal greftler (nakledilen doku) ve bağışlanmış gözlerin üzerinde yaptığı çalışmalar sırasında bu tabakayı buldular. Ekip hava kabarcıklarını korneaya enjekte ederek bütün katmanlarını ayırdı ve elektron mikroskobu altında inceledi.
Dua tabakası korneanın arka tarafını etkileyen hastalıklarda etkin olabilir ve bu küçük tabakanın anlaşılması ameliyatları daha basit ve güvenli hale getirebilir. Dua tabakası, korneanın diğer tabakalarından daha güçlü olduğu için hava kabarcıklarını bu tabakanın yakınlarına enjekte etmek ameliyatların daha az hasarlı geçmesini sağlayabilir.
4.Beyin Lenfatik Damarları
Vücudumuz enfeksiyonlarla savaşmak için immün hücreleri taşıyan ve ölü hücrelerin kaldırılmasını sağlayan lenfatik damarlar denilen minik damarlarla doludur. Yüzyıllardır bilim insanları beynin bağışıklık sistemi ile doğrudan bağlantısı olmayan tek yer olduğunu düşünüyorlardı. Ama sonra beynin aslında o kadar da özel bir yer olmadığı ortaya çıktı. 2015’te iki farklı laboratuvar sonunda beynin meninksleri (koruyucu katmanları) arasında lenfatik damarları keşfetti. Damarlar en yakın lenf noduna dökülmesine yardımcı olurlar. Ve bu şekilde bağışıklık hücrelerinin merkezi sinir sistemine nasıl girip çıktığını anlayabiliriz.
Virginia Üniversitesi’nden bir grup fare meninkslerini incelerken mikroskobik damarlar fark ettiler ve daha sonra aynı yapılara insan beyin örneklerinde de rastlandı. Çok kısa süre sonra Avrupa’daki bilim insanları da bu damarları inceledi. Bu önemli damarlar çok büyük damarların arasında gizli kaldıkları ve çok küçük oldukları için bu kadar uzun süre gizli kalmışlardı ancak sonunda mikroskopideki gelişmeler sayesinde sonunda açığa çıktılar.
Beynin lenfatik damarlarının haritasını çıkarmak Alzheimer hastalığı ve multipl skleroz (MS Hastalığı) gibi hem beyin hem de bağışıklık sistemini etkileyen hastalıkların anlamada bize yardımcı olabilir.
5.Klitoris
Kadınların cinsel doyum alanı, organların içinde en yanlış anlaşılanlardan biridir. Şimdi biliyoruz ki klitoris hakkında gözümüzden kaçan şeyler çok fazlaymış. Hassas kısım olan uç bölgesi “zengin sinir uçları” bulundurur ve bu kısım sadece dış bölgedir; fakat klitorisin büyük çoğunluğu 5 inç kadar içeriye doğru uzanarak vajinayı sarmaktadır.
Ama klitoris (ve glans denilen uç kısmı örten klitoral başlık ) uzunca bir süre bir karmaşa olarak kaldı. Huffington Post’a göre 1486’da klitoris cadılarda bulunan “şeytan emziği” olarak kötülenmiş, Sigmund Freud ise klitorisi (Freud, klitorisin doyum görevini ergenlik döneminden sonra vajinaya bıraktığını düşünüyordu.) olgunlaşmamış orgazmların merkezi olarak adlandırmış.
Zamanla , klitorisin görevi ve tüm yapısı keşfedildi, unutuldu ve sonunda tekrar bulundu. Ürolog Helen O’Connell ve arkadaşlarının 2005’te yazdığına göre “Klitorisi neyin oluşturduğunu, klitorise ne denildiği, klitorisin normal anatomisi ve hatta klitorise sahip olmanın normal olup olmadığı konusu bile tartışmalı konulardı.”
Klitoris nihayetinde yakın tarihte bilimden ilgi görmeye başladı. Biyolog Alfred Kinsey ve cinsellik araştırmacıları William Masters ve Virginia Johnson 20.yüzyılın son yarısında klitorisin rolünü araştırmaya başladılar. Anatomiciler tarafından asırlar önce çizimleri yapılmış olsa da klitorisin büyüklüğü O’Connell ve ekibinin 1998’de yaptıkları tetkiklere kadar ortaya konulmamıştı. 2009’da ilk 3 boyutlu ultrasonu çekildi.
Çeviren: Semih Yegen