Lorraine Lewandrowski’nin New York eyaletinde bulunan Herkimer kasabasındaki evinin yakınlarındaki arazi satıldığında, araziyi alanlar parsellediler.
New York’un merkezinde avukat ve süt üreticisi olan Lewandrowski, “bizden parselleri alanlar gayet hoş insanlardı, bana sadece kırsalda yaşamak istediklerini söylemişlerdi” diyor. “Ancak ne yaptıklarının farkında değillerdi. Kuş yavrularının barındığı çayırları sürüp 40 dönümlük çimenlik yaptılar.”
Önceden çiftlik olarak kullanılan arazide yapılan değişikliğin ekolojik bir gelişme olduğunu ileri sürmek oldukça zor.
Geçen ay pek çok Popular Science çalışanı ekolojik nedenlerle et yemekten kaçındılar. Global iklim değişikliğine neden olan emisyonların %12’si besi hayvanlarından kaynaklanıyor. Kırmızı et üretiminin, tavuk ya da domuz eti üretimine göre 28 kat daha fazla arazi ve 11 kat daha fazla su kullandığı ve 5 kat daha fazla gaz salınımına neden olduğu düşünüldüğünde et tüketimini azaltmak makul görünüyor. Hele Amerikalıların kişi başına yılda ortalama 27 kilogram et tükettiğini düşünürseniz, bu yaklaşım daha da makul gelebilir.
Peki bir an için daha radikal düşünelim ve hepimizin bir anda et yemekten vaz geçtiğimizi kabul edelim. Bu karar gerçekten ekolojik dengeye, tarım etrafında gelişen kırsal topluluklara nasıl etki edecektir? Gerçekleşecek değişiklikler gerçekten faydalı olacak mıdır?
Nicolette Hahn Niman insanların bir ay boyunca et yememesini pek dert etmediğini belirtiyor, çiftliğin ekonomik dengesinde bu durum pek te önemli bir etki yapmayacaktır. Ayrıca insanın herhangi bir şeyi bir süre bırakması ne tükettiğimiz konusunda bizi daha da bilinçlendirecektir.
Hahn Niman “benim için sıkıntı besi hayvanlarının çevre açısından zararlı olduğunun ve bu konuda yapabileceğimiz en doğru şeyin et yemekten vazgeçmek olduğunun bıktırıcı şekilde tekrarlanması” diyor. Hahn Niman çevreci bir avukat, uzun yıllar kar gütmeyen bir bir çevre örgütü olan Waterkeeper Alliance ile birlikte çalışmış. Bu çalışmadaki konumu gereği besi hayvanlarının ve kırmızı etin su kaynakları üzerindeki etkilerini takip etmiş. İki yıl boyunca bilimsel araştırmaları incelemiş, ülke genelindeki pek çok çiftliği ziyaret etmiş, çiftlik işletmesi konusunda çalışmalar yapmış. Çalışmalarını “Bifteği Savunmak” adlı kitapta derlemiş. Hahn Niman aslında bir vejeteryen, Niman çiftliğinin kurucusu olan Bill Niman ile evlendikten sonra kendisi de çiftçiliğe başlamış.
“Bu konuyla uğraştıkça gördüm ki asıl mesele besi hayvanı yetiştirip yetiştirmemek değil, önemli olan nasıl besicilik yaptığınız” diyor. İnsanlara et yemekten vazgeçin demenin konuyu çok hafife almak olduğunu belirtiyor.
Örneğin sığır yetiştirmenin tavuk ya da domuz yetiştirmeye göre 11 kat daha fazla su tükettiğini iddia eden istatistiği ele alalım. Bu sayı ne tür su kullanıldığını dikkate almıyor. Oysa kullanılan suyun sulama kanallarından mı, yeraltı kaynaklarından mı yoksa yağmur sularından mı geldiği muazzam bir fark yaratıyor. New York eyaleti göreceli olarak daha sulak ve pek çok doğal otlak alanı ile hayvan otlatmaya ve saman üretmeye çok uygun. Bu yüzden 2012 yılında Tarım Bakanlığı ile Cornell Kooperatifi eyalette besi hayvancılığının arttırılmasını isteyen bir rapor yayınladılar.
Tıpkı tüm su kaynaklarını aynı şekilde düşünemeyeceğimiz gibi, arazi özellikleri de değişiklikler gösteriyor. Amerikadaki arazinin önemli bir bölümü doğal otlak ve tarıma elverişli değil. Ot insanların yemesi açısından hiç uygun değilse de, sığır ve koyun gibi gevişgetirenler için çok önemli bir besin kaynağı.
Lewandrowski “Diyelim ki amerikadaki tüm hayvan üreticileri bu işten vazgeçtiler, ülke genelindeki 2,5 milyon dönüm otlağı ne yapacaksınız? Tamamına Disneyland mı kuracaksınız?” diye soruyor.
Lewandrowski ayrıca kırsal topluluklara ne olacağını da sorguluyor. Büyük çiftliklerin bünyesinde pek çok küçük topluluk konsolide olmuş durumda. Büyük çiftçiler ya da hayvan besicileri ekonomik sıkıntıya düştüklerinde birlikte oldukları topluluklarla olan bağları da zayıflıyor. Hindistanda yaşanan kuraklığın 2010 yılında yaşanan süt krizine uzanan etkilerine olağanüstü denilemez, çiftçilerin artan borçlar karşısında geçimlerini sürdürebilmekten umut kesmeleri, intihara sürüklenmeleri gibi üzücü olaylar yaşandı. Çiftlikleri kaybedersek kırsal toplulukları yaşatan ekonomik gücü kaybederiz.
Lewandrowski “Size Amerikadaki tüm öğretmenlerden ya da herhangi başka bir meslek uzmanından vazgeçelim desem kıyamet kopar, ama besicilerden vazgeçelim deniyor ve bunun iyi olacağını düşünen insanlar var maalesef” diyor.
Lewandrowski yiyeceklerle ilgili kararları veren insanlarla yiyeceğimizi üreten insanlar arasındaki farklılığa işaret ediyor. Bu iki taraf genellikle birbirleriyle konuşmuyorlar. Lewandrowski çiftçilerin yiyeceğin geleceği ve iklim değişikliği üzerindeki etkisini ele alan konferanslara çiftçilerin genellikle çağrılmadığını belirtiyor.
Elbette tüm bunlar tarımdaki mevcut durumun iyi olduğu anlamına gelmiyor.
Hahn Niman “yiyecek sistemi ve bunun çevreye etkisiyle ilgili büyük bir problem var” diyor. “Amerika Birleşik Devletlerinde su kirliliğinin bir numaralı sebebinin tarımdan kaynaklandığını biliyoruz. Yiyecek sektörü çeşitli şekillerde iklim değişikliğine katkıda bulunuyor.”
Problem sistemi bütün olarak ele alıp sorunları çözmek yerine, çözümün bireysel tüketici davranışlarına indirgenmesinden kaynaklanıyor. Bu üreticilerle satın almacılar arasındaki ilişkileri iyileştirmek, beslenme işleyişini düzenlemek yani elimizi taşın altına koymak demek.
Hahn Niman “Her geçen gün sürdürebilir bir yiyecek sistemi için en temel unsurun toprak sağlığı ve biyolojisi olduğuna daha fazla inanıyorum” diyor.
Sebep basit, sağlıklı toprak hem sürdürülebilir üretim hem de sağlıklı yiyecek sistemi için önem taşıyor. Örneğin sağlıklı toprak için daha az suni gübre gerekiyor. Meksika körfezindeki ölü bölgeye en fazla katkı yapan maddenin suni gübre olduğu biliniyor. Sağlıklı toprak için besicilikte sürüyü bir bölgeden diğerine götürmek gibi farklı uygulamalar da gerekir. Yapılan çalışmalar, bu tür uygulamaların arazinin daha sağlıklı olmasına yardımcı olduğunu gösteriyor. Bu tartışmayı alevlendiren Birleşmiş Milletler Tarım Örgütünün yayımladığı rapor da hayvan otlatmanın biyolojik çeşitliliği ve sistemdeki su miktarını artırdığını onaylıyor.
Elbette tüm bunlar et yeyip yemeyeceğiniz sorusunu cevaplamıyor. Ancak belki de soru yanlıştır, doğru soru yiyeceğinizin kaynağını biliyor musunuz olmalıdır.
Kendra Pierre-Louis
Etçil olmamız ilk insan atalarımızdan gelen genetik durum belkide kolay kolay vazgeçemiyoruz.vazgeçemiyoruz
17 yaşımda vicdanen et yememeyi tercih ettim. Kesinlikle vazgeçilmicek bişey değil. Bence denemeniz gerek,