Burası elbette kalabalıklaşıyor.
Şu an gezegenimiz üzerinde yaklaşık 7.47 milyar insan yaşıyor. Bu rakam, 1940 yılında sadece 2.3 milyar olduğunu düşündüğünüzde hepten çılgın hale geliyor. Fakat bu rakam sürekli artmaya devam ettikçe, medeniyet olarak bu durum bizim için ne anlama gelecek?
Aşırı nüfus, pek çok insanın, bildiğimiz şekliyle medeniyetin sonuna yol açabileceğini düşündüğü konulardan bir tanesidir. Ayrıca kağıt üzerinde bu durum mantıklıdır: eğer çok fazla insan varsa, kaynaklarımız tükenecek, bu durum kıtlığa, savaşa ve diğer pek çok yıkıcı sonuca yok açacaktır. David Attenborough da kesinlikle böyle düşünüyor.
Ancak buradaki sorun, aşırı nüfusun o kadar da basit olmaması. Bizler için iyi haber, Kurzgesagt‘ın bu aldatmacanın arkasındaki gerçeği açıklamak için (aşağıdaki) bir başka video ile geri dönmesi.
Videonun açıkladığı üzere, aşırı nüfus ile ilgili kaygılar, 1690’lı yıllarda 2. Dünya Savaşı’nın sonunun teşvik ettiği bir nüfus patlamasının, Dünya eğer tepeden tırnağa insanlık ile kaplanırsa ne olacağı konusunda bir takım kıyamet hipotezlerine neden olduğu zaman başladı. Şehirler sonunda dolup taşar ve hepimizin kaynakları tükenirdi, değil mi?
Kurzgesagt, bunun bir yanlış anlama olduğunu öne sürüyor, çünkü nüfus büyümesi bir kontrolden çıkış sorunu değildir. Bu, karışık olarak ekonomiye bağlı olan dört aşamalı bir süreç tarafından kontrol edilir ve dünyanın büyük bölümü, adımların çoğunu zaten geçmiştir.
Nüfus değişimi olarak bilinen bu dört adımlı süreç, sanayileşmiş toplumlarda nüfusların zamanla nasıl değiştiğinin bir modeli durumundadır. Özet olarak, geçiş, ekonomiler daha iyi hayat beklentisini teşvik ederek, bir patlamaya, sonra bir yavaşlamaya ve sonunda nüfus büyümesinin son aşamasına yol açtığı zaman gerçekleşir.
Video, bu durumu örnekle açıklamak için, dünyanın bugün olduğu gibi sanayileşmemiş olduğu 18nci yüzyıla geri gidiyor. O zamanlar kadınlar, ortalamada dört ve altı arasında çocuk sahibiydi ancak bunların sadece iki tanesinin yetişkinliğe ulaşması muhtemeldi, yani bu süre boyunca birçok insan doğmuştu fakat çoğu ölmüştü. Bu birinci aşama.
Fakat bu yüksek ölüm oranı, sanayi devrimi gerçekleştiği zaman değişmişti, çünkü bu durum, ailelerin daha önce hiç olmadığı kadar sağlıklı olmasına ve gelişmesine olanak sağlamıştı. Şimdi, beş çocuktan sadece ikisinin yetişkinliğe erişmesi yerine, beş tanesinin hepsi de erişkinliğe ulaşıyor ve ikinci aşamayı simgeleyen nüfus patlamasını oluşturuyor.
Ebeveynler, çocukların çocukluğu atlatabildiklerini fark ettikten sonra, çok fazla çocuk sahibi olmayı bıraktılar ve nüfus büyümesi yavaşladı (üçüncü aşama meydana geldi), çünkü ebeveynler daha önce beş veya altı yerine sadece iki veya üç çocuk sahibi oluyordu.
Sonunda, dördüncü aşamada, toplum, her yıl daha az insanın öldüğü ve daha az bebeğin doğduğu noktaya kadar ilerledi ve sanayileşmiş olan pek çok ulusun bugüne kadar sürdürdüğü dengeli bir yapı oluşturdu.
Fakat eğer bu denge mevcutsa, neden hâlâ sürekli ‘aşırı nüfus’ terimini duyuyoruz? Kurzgesagt’ın yukarıdaki videoda açıklamasına izin vereceğiz, fakat hiçbir şeyin, aşırı nüfusun bile, düşündüğümüz gibi siyah ve beyaz olmadığını göreceksiniz.
ScienceAlert