1569 yılında, günümüz Mozambik’inde görev yapan Portekizli misyoner kilisede ilginç bir hareketlilik fark etti: Ufacık kuşlar kiliseye uçarak girip çıkıyor ve adak mumlarını gagalayıp duruyorlardı. Bu durum onun kafasını oldukça karıştırmış olmasına rağmen yerel halk için oldukça sıradandı. Bu ufak kuşlar, bal mumuna olan düşkünlükleri ve bu uğurda insanlarla geliştirdikleri iş birliği ile tanınan bal kuşlarıydı.
İnsanlarla hayvanların iş birliğine sık sık rastlıyoruz, özellikle de söz konusu yiyecek toplamak ise. Köpekler avcılıkta, domuzlar zehirli mantarları koklayarak ayırt etmede, karabataklar balık tutmada insanlara yardımcı olmak için eğitilebiliyor.
Genellikle bu türler evcil ya da eğitilebilir hayvanlar. İnsanların vahşi doğadaki hayvanlarla iş birliği geliştirmesi ise daha nadir rastlanan bir olay. Örneğin Brezilyalı kefal avlayan balıkçılar ile yunusların da karşılıklı çıkarlar uğruna iş birliği geliştirdikleri biliniyor. Ancak bal kuşları ile insanlar arasındaki iletişim bunun daha ötesinde bir durum.
Muhtemelen yüz binlerce yıldır Sahra altı Afrikalı bal avcıları, arı kovanlarının yerlerini tespit etmekte bal kuşlarından faydalanıyorlar. Karşılığında da kovandaki bal mumlarını kuşlara bir ödül olarak sunuyorlar.
İşin ilginç tarafı ise bu avı başlatmak için insanlar ve kuşların birbirlerine seslenerek çağrıda bulunmaları; yani bir nevi “konuşmaları”. Evrim biyoloğu Claire Spottiswoode’nin yeni çalışmalarına göre bu çağrılar her iki taraf için de kovanı bulup büyük ödüle konma şansını ciddi oranda artırıyor.
Cambridge ve Cape Town Üniversitesi’nde evrim biyoloğu olan Spottiswoode’un Popular Science’a anlattığına göre bu iletişim 1,9 milyon yıl öncesine, homo erectus zamanlarına dayanıyor olabilir. “Bizi kuşlar için özel kılan şey ateşi ve dumanı kontrol edebilme yeteneğimiz” diyor. Çünkü bal kuşları bal mumunu çok sevseler de kovanın derinliklerinde olan bu maddeye kendilerinin erişimi pek mümkün değil, özellikle de arı sokmalarının onlar için ölümcül olabileceğini düşününce. İnsanlar ise dumanı kullanarak arıların alarm feromonlarını engelliyor ve onları daha az saldırgan hale getirebiliyorlar. Ancak asıl mesele ilk etapta kovanın yerini tespit etmek.
Spottiswoode ve arkadaşları Niassa Milli Parkı’nda Yao etnik grubunun çok sayıda bal avına şahitlik edip inceleme ve araştırma fırsatı buldular.
Sistem şöyle işliyor: Önce insanlar bal kuşlarını özel bir ses çıkararak çağırıyorlar, bal kuşları da bu çağrıya yine özel bir ses ile cevap veriyor. Birbirleri ile bağlantıyı kurduktan sonra ise bal kuşları ağaçtan ağaca uçarak arı kovanına doğru ilerlerken insanlar da aşağıdan onları takip ediyor ve sonunda hedefe ulaşılıyor. Bundan sonraki kısımda ise bal kuşları bir kenardan ortaklarını izliyor ve ödüllerini bekliyorlar.
İnsanlar öncelikle duman ile arıları sakinleştirip arı sokmalarını en aza indirgemeye çalışıyorlar (Gözlemci olarak ortamda bulunan Spottiswoode bile birçok arı sokması yaşadığını iletti).
Sonrasında ise el yapımı baltalar ile kovanı açıp içindeki balı alıyor, bal mumunu da ortakları olan bal kuşlarına sunuyorlar.
Spottiswoode iletişimde kullanılan bu ses tonu üzerinde detaylı çalışmalarda da bulundu. İnsanların çıkardığı “brrr-hm” gibi kulağa gelen, önce tiz bir titreme sonrasında ise kısa bir hırıltı içeren bu sesi birden fazla insan çıkardığında, kuşların geleneksel olarak bu işi yapan insanlardan gelen sese daha duyarlı olduğu gözlemlendi. Bunun sonucunda ise geleneksel bu ses eşliğinde bal kovanının bulunma şansı 3 katına çıkıyordu.
Niassa Milli Parkı’nın el değmemiş doğası sayesinde insanlar ve kuşlar arasındaki iş birliği bozulmadan devam edebiliyor ve bu gelenek nesilden nesle yaşatılmaya devam edebiliyor.
Derya Yenilmez