Bu yazımızda, ülkemizin gündeminde yaklaşık 1 aydır büyük bir yer kaplayan müsilaj sorununu incelemek istedik. Yazımızı sizler ile buluşturmadan önce içeriği hakkında kısa bir özet sunmak isteriz. Müsilaj hakkında genel bilgilere yer verdiğimiz bu yazımızda temel oluşturmak adına, ilk birkaç soru başlığını müsilajın tanımlanmasına ayırdık. Tanıtımın ardından gelen başlıklarda, müsilajın böylesine fazla salgılanmasına sebebiyet veren unsurları incelemek istedik. Keyifli okumalar…
“En temel soru en başta sorulmalıdır” deyip, “Müsilaj nedir?” sorusunu yanıtlamak ile başlayalım
Yaklaşık bir aydır ülkemizin Marmara bölgesinde etkisini gösteren müsilaj, İstanbullu balıkçıların isimlendirmesi ile “deniz salyası”; her su kütlesi içerisinde rahatlıkla izlerine rastlayabileceğimiz mikroorganizmaların sitoplazmik salgısı ile meydana geliyor. Bu mikroorganizmalar gözle görünmeseler de göller, akarsular, denizler ve hatta okyanuslar gibi büyük su kütlelerindeki yaşamı devam ettirmekle sorumlu canlılar olarak karşımıza çıkıyor.
Ağırlıklı olarak fitoplankton adı verilen bu canlıların salgılamış olduğu müsilaj salgısı, canlının kendini hareket ettirmesinde ve konum değiştirmesinde kullanılmaktadır. Atık olarak ise müsilajın kendisi ortama bırakılmış olur. Benzer şekilde müsilajın bir diğer kullanım alanı da sucul bitkilerde gözlemleniyor. Bitkiler tohumlarını korumak adına etraflarını müsilaj tabakası ile kaplıyor ve çevreden gelebilecek olası tehditlere karşı tohumlarını korumayı başarıyorlar. Fark edeceğiniz üzere müsilaj yön değiştirme, hareket etme ve koruma gibi pek çok canlının yaşamsal işlevlerini gerçekleştirmekte onlara yardımcı olan bir salgı. Evrimsel süreç içerisinde farklı canlı grupları tarafından benzer işlevlerde kullanılan bu salgı, tamamen doğal bir sürecin ürünü olarak karşımıza çıkıyor.
Doğası gereği barındırmış olduğu yüksek protein temelli glikoprotein ve ekzoposikkaratlar gibi şekerlerin varlığı, ona sümüksü bir yapı kazandırıyor ve bulundukları ortamdaki farklı materyallere yapışıp uzun süre oradan ayrılmamasını sağlıyor. Müsilajın yapışkanlık özelliğinin farkına varan araştırmacılar, müsilajı tesislerde kontrollü bir şekilde üreterek zamk yapımında dahi kullanıyorlar. Yine benzer şekilde marşmelov olarak bilinen oldukça yapışkan şekerlemelerin üretimlerinde de kullanıldığı biliniyor. Bu haliyle müsilaj pek de korkutucu gelmemekle birlikte, günlük hayatımızda kullandığımız ürünlerin içerisinde kendisine yer buluyor.
Marmara Denizi’ndeki müsilaj patlaması ile anlattığımız müsilaj aynı şey mi?
Evet! Marmara bölgesinde karşımıza çıkan yoğun müsilaj tabakası, ağırlıklı olarak Marmara Denizi içerisinde yaşamlarını devam ettiren fitoplanktonlardan kaynaklıdır. Yazının bu kısmında fitoplankton tabirini biraz daha açmak gerekir ise; su içerisinde askıda yaşamlarını sürdürmekte olan ve genellikle gözle görülmeyen, fotosentez yapabilme özelliğine sahip tek hücreli ve çok hücreli canlılar için kullanılan genel bir tabir olduğunu söyleyebiliriz.
Araştırmacılar tarafından toplanan su örnekleri incelendiğinde ağırlıklı olarak bir diyatome türü olan Skeletonema costatum isimli fitoplanktonun müsilaj olayına sebep olduğu düşünülmektedir. Elbette ki tek sebep Skletonema costatum değildir. S. costatum’un salgıladığı müsilaj maddesi birçok mikroorganizmaya ev sahipliği yapmaktadır. Mikroorganizmaların gözünde besin ve korunaklı alan olarak görülen müsilaj tabakası, sayılarını arttırabilecekleri ve nihayetinde daha fazla müsilaj salgısı yapabilecekleri bir yer olarak karşılarına çıkıyor.
Bu canlılar Marmara Denizi içerisinde uzun yıllar boyunca yaşamlarını devam ettirmekteydiler fakat günümüzde bu canlıların salgılarının artmasının çeşitli birçok nedeni bulunmaktadır. Bu etkenlere yazımızın ilerleyen kısımlarında detaylı bir şekilde yer vereceğiz fakat öncesinde müsilajın kısa bir tarihine değinelim ve akabinde müsilajın diğer canlılar üzerindeki etkisinin olup olmadığı hakkında konuşalım.
Dünyadaki ve ülkemizdeki geçmiş müsilaj olayları
Müsilaj, bahsini geçirdiğimiz üzere fitoplanktonların, bakterilerin ve birçok mikroorganizmanın doğal süreçlerinin parçasıdır. Bu yüzden dünyanın neredeyse her yerinde müsilajın izine rastlamak mümkündür. Bu durum Marmara Denizi’ndeki gibi müsilaj patlamalarıyla belli dönemlerde karşı karşıya kalabileceğimizi gözler önüne serer.
İlk müsilaj felaketinin 18.yy’da Adriyatik Denizi’nde gerçekleştiği bilinmektedir. Günümüze kadar olan zaman aralığında ise yine Akdeniz içerisinde belli bölgelerde kayıt edilse de, felaket olarak adlandırılabilecek ciddi boyutlara ulaşmamıştı; ta ki 1996’da yeniden Adriyatik Denizi’nde gözlemlenene kadar. Ülkemizde böylesine bir senaryonun daha önce yaşandığına dair tutarlı bir bilgi bulunamamıştır fakat 2007 senesinden itibaren Marmara Denizi içerisindeki müsilaj üretiminde bir artış olduğuna dair gözlemler yer almaktadır. Bu gözlemler 2012 senesinde uydu verileriyle teyit edilmiş ve müsilaj ile ülkemiz ciddi anlamda tanışmıştır.
Marmara Denizi’nde müsilajın oluşumundan sorumlu canlıların geçmişte meydana gelmiş müsilaj felaketlerinden de sorumlu olduğu düşünülmektedir. Bu durum bizlere müsilajın üretiminden sorumlu canlıların her zaman deniz içerisinde olduğunu ancak çok yüksek miktarda müsilaj salgılamalarını teşvik edecek tetikleyici unsurların belli dönemlerde yaşam alanlarına aktarıldığını gözler önüne sermektedir.
Marmara’daki müsilaj sorununun biyoçeşitlilik üzerine etkisi
Marmara denizindeki müsilaj sorunu her ne kadar yüzeysel bir sorun gibi gözükse de, yüzeyin altı da müsilaj sorunundan etkilenmektedir. Bu etki müsilajın deniz yüzeyini kaplamasından kaynaklı olarak güneş ışınlarının deniz tabanına ulaşamamasıyla tetiklenmektedir. Deniz tabanına ulaşamayan güneş ışınları su altı bitkilerini öldürmekte ve buna bağlı olarak su altı ekosistemini tehlikeye sokmaktadır. Ancak tek sorun bu da değildir.
Deniz yüzeyindeki fitoplanktonlar, bahsini geçirdiğimiz üzere fotosentez yapan ve buna bağlı olarak dışarıya atık olarak oksijen molekülü salan bir yapıdadır. Denizin içerisindeki durum, dışarısından çok ama çok farklıdır. Su yüzeyini kaplayan müsilaj, rüzgârların oluşturduğu dalga hareketleri sayesinde denizin oksijenlenmesine engel olmaktadır. Bu durum oksijenin derinlerine inmesine engel olup, tek oksijen üretici olan fitoplanktonların sadece yüzeyde olmasından dolayı yüzeyde üretilip havaya karışmasına sebep olmaktadır. Bunun en belirgin örneği de müsilajın görüldüğü bölgelerde denizden alınan sucul örnek içerisinde litrede 0,8 miligram çözünmüş oksijen bulunmasıyla anlaşılmaktadır. Deniz içindeki canlıların yaşamlarını devam ettirebilmesi adına gerekli olan çözünmüş oksijen değeri ise litrede 2,0 miligram çözünmüş oksijen miktarı olarak karşımıza çıkmaktadır.
Düşük oksijen değeri, başta balıklar gibi yüksek yapılı canlıları öldürmekle beraber deniz diplerinde yaşamlarını devam ettirmekte olan kabuklu birçok canlının ve bitkinin ölmesine sebep olmaktadır. Ölen tüm bu canlılar yepyeni fakat ön görülebilen bir sorunun kapısını aralamaktadırlar. Ölen canlıların vücutları deniz tabanında yaşayan ayrıştırıcı bakteriler ve diğer canlı grupları tarafından besin öğesi olarak kullanılarak azot döngüsü içerisine dahil edilirler. Ayrıştırma sırasında açığa çıkan azot, fosfor ve karbondioksitin mevcut ortama eklenmesiyle, halihazırda oksijen seviyesinin yetersizliğine bağlı olarak kötü bir halde olan Marmara Denizi’nin dip yapısı, bir de bu bileşiklerin dahil olmasıyla neredeyse tüm canlı grupları için yaşanmaz bir hale getirmektedir.
Azot ve fosforun yanında açığa çıkan karbondioksit molekülünün birikmesi, sucul ortamları asitleştirmektedir. Asitleşen dip yapısı mevcut denizel fauna ve florayı tehdit etmekle beraber ortamda yeni yeni oluşacak ve/veya gelebilecek canlıları kısıtlayan bir çevresel strese sebep olacaktır. Bu da müsilaj sorunu kalkmadığı sürece canlılığın kendi kendini toparlanmasının oldukça uzun süreceğinin bir işaretidir.
Müsilajın böylesine devasa boyutlarda salgılanmasına sebep olan şey neydi?
Böylesine bir durumun tek bir etkene indirilmesi oldukça zor olmakla beraber, tek başına yetersiz bir açıklama olarak kalmasına sebebiyet verecektir. Bu yüzden müsilaj sorununa neden olan çevresel stresleri kendi aralarında başlıklara bölmek anlatıma yardımcı olacaktır.
Müsilajın kendi kendini beslemesi
Bahsini geçirdiğimiz üzere deniz tabanının yaşanmaz bir hale gelmesi ile ölen birçok canlı grubunun ölü bedenlerinin ayrıştırılması sırasında açığa çıkan azot ve fosfor bakımından zengin moleküller, fitoplanktonların büyümesi ve üremesi için gereklidir. Yaklaşık iki üç haftalık yaşam ömrü olan fitoplanktonların bu süre zarfı içerisinde kendilerini tıpkı bir bakteri gibi çoğaltma eğiliminde olduklarını söylemek çok da yanlış olmayacaktır.
Ortamda yer alan azot ve fosforca zengin organik maddenin, fitoplanktonların kendini eşlemesi sonucunda oluşan yeni kuşaklara da yetebiliyor olması, sayılarının çok hızlı bir şekilde binlerden milyonlara varmasına sebep olacaktır. Bu da mevcut müsilaj üretimini daha da arttırmak ile birlikte, müsilajın müdahale edilmemesi halinde uzun bir süre daha su yüzeyinde ve dipte kalmasına sebebiyet verecektir.
Küresel ısınma nedeniyle Marmara Denizi’nin de ısınması
Pek çok kişi, kurum ve kuruluş kendi çıkarları ile ters düştüğü için küresel ısınma gerçeğini ve etkilerini görmezden gelmektedir. Fakat gözlemlenen her yeni gelişme ile küresel ısınmanın gerçek olduğunu ve halihazırda içinde bulunduğumuz büyük çaplı bir iklimsel olay olduğunu görmekteyiz. Marmara Denizi de diğer pek çok büyük su kütlesi gibi bu ısınmadan nasibini almaktadır.
Yıllara göre Marmara Denizi’nde kaydedilen su sıcaklık verileri incelendiğinde, 1970 senesi (14,4 derece) ila 2020 (17,4 derece) senesi arasındaki ölçülerde gözle görülür bir şekilde 2 ila 3 derecelik bir ısınma söz konusudur. Deniz suyundaki 2 ila 3 derecelik bir ısınma ne yapabilir ki? Su sıcaklığındaki küçücük sapmalar bile oldukça hassas olan canlılar üzerinde muazzam bir öneme sahiptir. Sadece 2 derecelik bir artış ile sıcaklık değişimine oldukça duyarlı olan koskoca bir mercan resifini yok edebilir ve buna bağlı olarak mercan resifini bir koruma duvarı olarak kullanan balıkların nesillerinin tehlike altına girmesine sebep olabilirsiniz.
Sıcaklık ve müsilaj ilişkisine geldiğimizde ise müsilajı sentezleyen bakterilerin ve fitoplanktonların ağırlıklı olarak sıcaklık tercihlerine göre mezofilik mikroorganizmalar olduğunu söyleyebiliriz. Mezofilik mikroorganizmalar 20-45 derece sıcaklık aralıklarında yaşamayı tercih eden canlılar olarak karşımıza çıkar. Su sıcaklıklarının gün geçtikçe yükselerek müsilajı üreten fitoplanktonlar ve bakteriler için en uygun dediğimiz aralığa gelmesi, sayılarını neden hızlı bir şekilde arttırdıklarına dair getirebileceğimiz bir diğer açıklamadır.
Bunun yanında organik maddelerin sıcak sularda daha hızlı bir şekilde ayrışması ve açığa çıkan moleküllerin müsilaj üretiminden sorumlu canlıların besinini oluşturmasından dolayı, sıcaklık artışı Marmara Denizi’ndeki müsilaj patlamasında büyük rol oynar.
Marmara Denizinin koca bir göl oluşu
Marmara Denizi olarak adlandırdığımız su kütlesi, tarih boyunca hem deniz hem de göl olarak anılmıştır. Günümüzden 20 milyon yıl önce (Miyosen dönem) Marmara Denizi, Karadeniz ve Hazar Denizi ile birlikte Macaristan’a kadar ulaşan devasa bir denizin parçası konumundaydı. Günümüzden 12 bin yıl önce; yani son buzul dönemde ise göl olarak karşımıza çıkmaktadır. Günümüzde Marmara Denizi’nin halen göle benzer özellikler taşıması, müsilaja neden olan bir diğer önemli nedenlerden biridir.
Marmara Denizi, Ege Denizi’nden yüksekte ve Karadeniz’den alçakta olmasıyla boğazların da hem yüzey, hem de dip akıntısına sahiptir. Akıntı yönünden diğer birçok denizin aksine, dairesel akıntı tipi yerine doğu-batı akıntı tipine sahiptir. Bu özelliği bakımından diğer denizlerden ayrılsa da, akıntı hızının boğazlarda etkin olup denizin açık alanlarında büyük çapta yavaşlaması, deniz yüzeyindeki maddelerin akıntılar ile taşınmadan çökmesine sebebiyet vermektedir. Bu durum, müsilajın çok daha yavaş bir şekilde bozulmasına sebebiyet verecektir.
Akıntıların etkisi altında kalan alanlarda oluşan müsilajların ise Ege Denizi’ne ve Karadeniz’e kaçabilme ihtimali bulunmaktadır. Bu durum son dönemlerde yapılan gözlemlerle de teyit edilmiş vaziyettedir.
Marmara Denizi’ni saran çevre illerden gelen kirletici faktörler
Marmara Denizi’ne kıyısı olan yedi ilimiz bulunmaktadır. Bakıldığında, yedi ilimizin içerisinde Türkiye nüfus sıralamasında ilk sırada İstanbul’un yer aldığı görülmektedir. İstanbul, sahip olduğu yoğun nüfus bakımından birçok insanın bir arada yaşadığı mega kentlerden biridir. Bununla birlikte, şehrin çevre il ve ilçelerinde iş gücü oluşturmak adına birçok sanayi bölgesi yer almaktadır. Bu sanayi bölgesi içerisinde aktif bir şekilde çalışmakta olan fabrikalar, çeşitli kurum ve kuruluşlar tarafından denetlenseler dahi denetimlerinin yetersiz bir şekilde yapılması ve yine benzer şekilde denetimden geçemeyen fabrikalara uygulanan cezai işlemin caydırıcı olmamasından dolayı sularımız için ciddi bir tehdit haline dönüşmüşlerdir.
Müsilaj olayında karşımıza çıkan fosfor ve azotlu bileşiklerin bir diğer kaynağı da fabrika ve çeşitli sanayi kuruluşları tarafından atık olarak sulara karışan organik bileşiklerdir. Bu bileşiklerin sulara karışmadan önce biyolojik arıtma tesislerinde yakalanıp sudan uzaklaştırılması gerekmektedir. Aksi taktirde Marmara Denizi’ndekine benzer olayların ilerleyen dönemlerde yeniden meydana gelmesi kaçınılmazdır. Organik bileşiklerin sulara karışması ve sularda parçalanması halinde açığa çıkan azotça zengin moleküller, müsilajdan sorumlu canlıların büyüyüp gelişmesinde birincil rol oynar.
Benzer şekilde fosforca zengin kimyasalların sulara getirmiş olduğu kirlilik düşünüldüğünde de, mikroorganizmaların su kütlesi üzerindeki baskınlıklarının artması ön görülebilir bir senaryo olarak karşımıza çıkmakla beraber tüm bunlara dirençli olmayan/olamayan ve halkın geçim kaynaklarından biri olan canlıların da ölmesine zemin hazırlanmaktadır.
Bahsini geçirdiğimiz üzere Marmara Denizi’nde karşımıza çıkan müsilaj sorununu tek bir neden ile açıklamak yetersiz kalacağından dolayı, bu yazımızda sizlere olası nedenler hakkında genel bilgiler vermek istedik. Nedeninin karmaşıklığının yanında müsilajın üretimi ve dinamikleri de bir o kadar karmaşık bir hal almış durumdadır. Müsilajın üstesinden gelmek için yapılması planlanan çalışmalar hakkında ilerleyen günlerde yeniden karşınızda olacağız.
Yazar: Akın Karahasan.
Çok açıklayıcı bir yazı olmuş teşekkürler.