BEN GUARINO
Hepimiz mukusla doluyuz; üstelik bunun sebebi, sadece grip mevsiminin gelmiş olması değil. Vücutlarımız her gün bir litre sümüksü madde üreterek, geçit ve kanallarımızı bununla kaplıyor. Mukus belki iğrenç olabilir; fakat onun bu iticiliği, aslında ne kadar yararlı olduğunu gizliyor.
Pazartesi günü Nature Microbiology bülteninde yayınlanan bir çalışma, mukusun beklenmedik faydalarından birini gösteriyor: Mukus, muhtemel bakımdan zararlı olan mikropları kontrol altında tutan şekerler içeriyor.
Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde biyofizikçi olan Katarina Ribbeck, mukusun içerisinde meydana gelen biyokimyayı on yıldan fazla süredir araştırmış.
“Mukus benim ilgimi çekti çünkü vücudumuzda büyük bir yüzey alanı işgal etmesine rağmen, üzerinde çok az çalışma yapılmış bir madde” diyor Ribbeck. Bu jel; yemek borusunu yağlıyor, mideyi kaplıyor, spermin serviksten geçmesine yardımcı oluyor ve burun dokularını koruyor.
Ribbeck ve meslektaşları, mukusta bulunan ve müsin adı verilen bileşenler üzerinde çalışmışlar. Mükinler, içinde yoğun miktarda şekerin bulunduğu uzun polimerler veya molekül zincirleri. Ribbeck, bunların küçük şişe fırçaları gibi göründüğünü söylüyor; tabi, fırça kıllarının olduğu yerde şeker molekülleri var.
İsveç’teki Göteborg Üniversitesi’nde müsin bileşenleri üzerinde çalışan ve bu yeni çalışmanın arkasındaki takımda yer almayan Gunnar C. Hansson, “Mukus, halk arasında olduğu kadar tıpta da çok uzun süredir kötü bir şey gibi düşünülmüştü” diyor.
“Mukus ve müsinler, üzerinde çalışma yapması son derece karmaşık şeyler ve neredeyse tüm diğer biyomedikal araştırmaların gecikmesine neden oluyorlar.”
Mukusun, (mikropları hapseden ve ortadan kaldıran bir süzgeç şeklinde) ders kitabında yer alan modeli tam olarak doğru değil.
“Mukusa mikrop ekledik ve bunların hiç de hapsedilmediğini gördük” diyor Ribbeck.
Bakteriler, bir mukus topağının içerisinde serbest şekilde yüzüyor. Bilim insanları, bu hali “planktonik” şeklinde tanımlıyor. Bu durum, bağışıklık sistemlerimize yardım ediyor. Yalnız gezen bir mikrop, içlerine girmenin zor olduğu kümeler halinde bir araya gelen pek çok mikrobun aksine; bağışıklık hücreleri için daha kolay hedef oluyor.
Fakat tüm bakterilerin öldürülmesi gerekmiyor. Aslında zararlı olan mikroplar azınlıkta. “Vücudumuzun dışında ve içinde üreyen trilyonlarca mikrop var” diyor Ribbeck. Örneğin; sindirim sisteminin mukusunda yaşayan mikroorganizmalar, besinlerin işlenmesine yardımcı oluyor.
“Mikroplara kalacak bir yer sağlıyoruz ve bunun karşılığında, onlar da bize hizmet ediyor” diyor Ribbeck. Mukusun; mikropların evcilleştirilip, daha dost canlısı sakinlere dönüştürüldüğü sürecin bir parçası olabileceğini düşünüyor.
Çalışmanın ortak yazarı ve Ribbeck’in laboratuvarında doktora öğrencisi olan Kelsey Wheeler; önceki araştırmalarda, saflaştırılmış müsinlerin, muhtemelen zararlı olan mikropların kümelenmesini önlediğinin gösterildiğini söylüyor.
Kendisinin söylediğine göre bu yeni çalışma, “glikan bileşenini belirlemesi açısından” bir ilk. Müsinlere nakledilen bu şekerler, “düşman mikrobiyal davranışları baskılamaktan sorumlu.”
Bilim insanları, mukusun gücünü test etmek için birkaç deney yapmış ve mikropları, Ribbeck’in “üç boyutlu bir mukus matrisi” adını verdiği mukus topaklarına yerleştirmişler.
Bakteriler, insan epitel hücreleri ve mukus şekerleriyle birlikte laboratuvar ortamında üretilmiş. Ayrıca bu şekerler, domuzlardaki enfekte yanık yaralarını iyileştirmekte kullanılmış. (Araştırmacılar, üzerinde çalışma yapacak miktarda mukus biriktirmek için, insanların bağışladığı tükürükleri toplamış ve domuz bağırsaklarını kullanmış.)
Wheeler, Ribbeck ve meslektaşları; bu şekerlerin, Pseudomonas aeruginosa isimli bir bakteriyle nasıl etkileşime girdiğini test etmişler. Bu mikrop, kistik fibrozu olan veya bağışıklık sistemleri tehlike altında bulunan insanlara bulaşmadığı sürece hastalığa sebep olmuyor.
Bİlim insanları, şekerlerin kendi kendine çalışıp çalışmadığını öğrenmek istemiş ve bu sebeple, glikanları polimerden ayırmışlar. (Bir şişe fırçasının kıllarını kesmeyi hayal edin.) Pseudomonas, şekerlere, bulaşıcılığını azaltarak tepki vermiş.
Mukus bileşenleri, bakteride bulunan çeşitli genetik güzergâhları baskılamış. Bunlar arasında; diğer mikropları öldürmek, toksin salgısı, hücreden hücreye iletişim ve küme oluşturmayla ilişkili etmenler de yer alıyor.
Ribbeck, mukus şekerlerinin “peri tozuna” benzediğini söylüyor. “Aman tanrım, çok aktifler” diyor.
San Diego’daki California Üniversitesi’nde anne sütündeki şekerler üzerinde çalışan ve bu çalışmayla ilişkisi olmayan pediyatri profesörü Lars Bode, bu yetenekler karşısında etkilendiğini belirtiyor.
Anne sütü, benzer yapılara sahip pek çok ufak şeker molekülü içeriyor. Bode, bunların anneden bebeğe geçtiği zaman benzer etkilere sahip olabileceğini düşünüyor.
“Bu şeyler bize karşı döndüğünde antibiyotik kullanmak yerine, neden ilk başta onların bize dönmesini önlemiyoruz?” diyor Bode.
Henüz yayınlanmayan araştırmalar, şekerlerin diğer tip mikroorganizmaları da ehlileştirebildiğini öne sürüyor. Ribbeck’a göre bunların arasında maya ve Streptococcus mutans bakterisi de var. Kendisinin söylediğine göre bilim insanları, bu moleküllerin iyileştirme potansiyeli karşısında heyecan duymuş çünkü ilaçlara dirençli hale gelen bakterilerin sayısı artıyor.
“Onların enfeksiyon yapma kabiliyetlerini değiştirmek, ciddi anlamda etkili bir strateji olabilir” diyor Ribbeck.
The Washington Post