Neden (Muhtemelen) Hiçbir Zaman Işınlanamayacağız?

1

Işınlanma, pek çoğumuz için seyahat etmenin en iyi yöntemi olurdu (tabi geriye kalan zamanda mesai yapmazsak). Bir ışınlayıcıya adım attığınızı ve binlerce kilometreyi neredeyse anında gidebildiğinizi hayal edin. ‘Uzay Yolculuğu’ ve diğer bilim kurgu filmlerinin olmazsa olmazıdır bu teknoloji. Hatta bir çeşidi, ‘Harry Potter’da da görülüyor. Fakat maalesef, gerçek dünyada insanların ışınlanması hiçbir zaman mümkün olmayabilir. Bu durumun sebepleri, temel fizik kurallarından geliyor.

Bir şeyi Dünya’dan uzaya götürmenin en büyük masrafını kütle oluşturuyor. Nesnelerin kütlesi var ve insanlar, hayatta kalmak için bir sürü şeye ihtiyaç duyuyorlar: Hava, su, yiyecek ve bedensel ihtiyaçları işlemek için gereken tüm teçhizatlar gibi. Bir astronotu doğrudan Uluslararası Uzay İstasyonu’na ışınlamak, tüm bu şeyleri taşıyan bir roketi fırlatma ihtiyacını ortadan kaldırırdı (ki roketin da epey kütlesi var). Peki şipşak, ağrısız ışınlanmanın önünde ne engel var? (Bir diğer bilim kurgu öğesi olan solucan delikleri, başka bir yazının konusu.)

İlk önce, “anlık” kısmı aradan çıkaralım: Görecelik kuramı, maddeden oluşan hiçbir şeyin ışık hızından hızlı gidemeyeceğini söylüyor. Kendinizi ışınlayabilseydiniz bile, yolculuk vakit alırdı. Işığın Ay’a ulaşması yaklaşık bir saniye sürse de; maddeyi uzayda hareket ettirmek, ışınlayıcıyla bile daha uzun sürerdi. Fakat Dünya’nın farklı noktalarına ışınlanmak, bu konuda sorun olmazdı. Yıldız Yolculuğu filminde bile, ışınlayıcıyı çoğunlukla yörüngeye veya gemiler arasında gidip gelmek için kullanıyorlar.

Fakat asıl soru; neyin, nasıl ışınlanacağı. Standart bilim kurgu ışınlayıcısı, yolcuları katı engellerden ışınlayabiliyor. Gerçekte ise, madde parçacıklarını çoğu malzemeden geçiremiyoruz çünkü içindeki atomlarla çok güçlü biçimde etkileşime giriyorlar. Bu durum bizi, bütün ışınlayıcılarda bulunan ana soruna götürüyor: Vücutlarımızı meydana getiren maddenin uyduğu kurallar, açık alanda hızlanmaya veya engellerin içinden geçmeye uygun değil.

Ayrıca, ortada bir enerji meselesi de var. Diyelim ki, duvardan kaçınmak için açık alanda bir taraftan diğer tarafa ışınlanmak istiyorsunuz. Bu iki nokta arasında hareket etmek; ister yürürken kaslarınızın yaktığı kimyasal enerji olsun, ister başka bir şey; kullandığınız yöntemden bağımsız olarak enerji gerektirir. Işınlanmanın cazibelerinden biri de, bu enerjiyi yolculuğun ortasında değil; başında ve sonunda harcamanızdır. Fakat yine de, herhangi bir şeyi hareket ettirmek için gereken asgari bir enerji miktarı bulunuyor.

Star Trek benzeri ışınlayıcılar, vücutları temel bileşenlerine ayırıyor ve bunları diğer tarafta yeniden birleştiriyor. Bunu yapmak için, olağanüstü miktarda bir enerji gerekirdi; birisini ayırmanın ve sonra onu öldürmeden tekrar bir araya getirmenin teknik yönden zor olmasını hesaba katmadan önce bile (Buna birazdan geleceğiz!). Diğer bir ifadeyle; ışınlanmayı uygulanabilir hale getirmek için, enerji sorunununa çare bulmamız gerekiyor. Yoksa, geleneksel roketleri kullanmaktan daha pahalı olur. Maalesef böyle bir şey, sadece bilim kurgu yazarlarının zihinlerinde mevcut.

Fakat bilim insanları, insan yerine bilgi ışınladıkları bir tür ışınlayıcı yapmayı başardılar. Kuantum ışınlanması; bir parçacığın (genelde bir fotonun, ışık parçacığının) “durumunu”, bir yerden başka bir yere iletmeyi kapsıyor ve gelecekte güvenli şekilde bilgi nakletmeyi vadediyor. Kuantum mekaniği dilinden konuşacak olursak; bu teknolojinin püf noktası, aynı tipteki tüm parçacıkların özdeş olması. Örneğin her elektron; kütle, elektrik yükü vs. bakımından diğerleriyle tıpatıp aynı. Bu yüzden; bir elektronun düzenini diğerine kopyalarsanız, onu ışınlamış gibi oluyorsunuz.

Elektronlar, bütün bir vücutla karşılaştırıldığında basit kalıyor. Ortalama bir insan, yaklaşık 10 üzeri 28 atom barındırıyor: yani 1’den sonra 28 sıfır var. Bir insan vücudunun toplam kuantum düzeni içerisinde, bu atomların sıralanma şekli de yer alıyor. Bu durum, DNA’nın yapısından kemiklere ve cilde kadar her şeyi kapsıyor. Bu bilgi, ışınlamaya çalışmak için çok fazla. Bu yüzden hiç kimse, kuantum ışınlamasının insanları taşımasını beklemiyor.

Üstelik bu durum sadece, bu atomların her birinin düzenini kopyalamayı kapsıyor. Bundan ayrı olarak, tüm bu bilgiyle; işlemin diğer tarafında bütün bir insanı yeniden birleştirmeniz gerekiyor. Bazı araştırmacılar, sadece beyinlerimizdeki şeyi kodlamak için 1042 bit gerekeceğini ve bunun 4.85 katrilyon yıl süreceğini tahmin ediyor. Bunun yanında bazı araştırmacılar, atom altı parçacıkların konumunun bilinmesi gerektiğini ve bunun hesaplanamayacağını söylüyorlar. Ayrıca, ahlakî ve felsefî sorunlar da var; çünkü tüm bu kuantum bilgilerin kopyalanma süreci, ışınlamaya çalıştığınız insanı öldürebilir. Bu durum, ışınlanan kişinin aynı kişi mi olduğu; yoksa yeni bir kişi mi olacağı sorusuna yol açıyor.

Tüm bunları düşündüğümüzde, üzücü bir gerçek ortaya çıkıyor: Evren hakkında bildiğimiz şeylere ters düşen yeni bir keşif olmadıkça, ışınlanamayız. Evren’i araştırmak için diğer yöntemlere odaklanmak zorundayız.

 

 

 

 

Yazar: Matthew R. Francis/Curiosity. Çeviri: O. Zaloğlu

1 Yorum

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz