Bu Molekülün Eksikliği, Milyonlarca İnsan İçin Depresyon Sebebi Olabilir

0

Kanıtlar on yıllardır birikiyor.

Yeni bir sağlık araştırması, depresyona sahip insanların kanlarındaki özeli bir molekülün düşük seviyede bulunduğunu gösteriyor. Asetil L-Karnitin (acetyl-L-carnitine) olarak adlandırılan bu molekülün özellikle ciddi, tedaviye dirençli veya çocukluk çağında ortaya çıkan depresyonda en düşük seviyede olduğu bulundu.

Vücut tarafından doğal olarak üretilen Asetil L-Karnitin, yağların katalize edilmesinde ve enerji üretiminde önemli bir role sahip. Aynı zamanda yaygın bir gıda takviyesi olarak da kullanılıyor; bu durum garip ve olağandışı bir şey değil.

Şimdi ise birçok enstitüdeki araştırmacılar, depresyon ve düşük seviye Asetil L-Karnitin arasında belirgin bir bağlantı buldular.

Son yıllarda, bu bağlantıyı destekleyecek kanıtlar git gide artıyor. Tıp araştırmacıları, en az 1991 yılından beri Asetil L-Karnitin’in, plasebo etkisinden daha yararlı olan bir madde ile birlikte kullanıldığında depresyonu tedavi etme bakımından sahip olduğu potansiyelin farkındalar; özellikle jeriyatrik (yaşlı tıbbi) ve komorbid (eştanı) hastalarında.

Daha yakın bir zamanda, Rockefeller Üniversitesi’nden Carla Nasca’nın önderlik ettiği ve sıçanlar üzerinde gerçekleştirilen çalışmada, Asetil L-Karnitin’in sıçanlar üzerinde hızlı etki gösteren bir antidepresan etkisine sahip olduğu gözlemlendi ve SSRI gibi ilaçların haftalar içerisinde ortaya çıkardığı etkiyi, Asetil L-Karnitin’in sadece birkaç gün içerisinde gösterdiği bulundu.

Şimdi ise Nasca ve çalışma arkadaşları, benzer bir deneyin insanlarda da temeli olup olmadığını test etmek için hasta insanlar üzerinde bir çalışma başlattılar.

Stanford Üniversitesi Tıp Fakültesinden Psikiyatrist Natalie Rasgon, “Klinik psikiyatrist olarak, stajımda bu hastalığa sahip birçok insanı tedavi ettim” diyor.

“Depresyon, işe gitmeme sebepleri arasında birincidir ve aynı zamanda intihara sebep olan nedenler arasında yer almaktadır. Daha kötüsü ise, güncel ilaç tedavileri, hastalığa sahip olduğu tespit edilen insanlardan yaklaşık olarak sadece yarısında işe yarıyor. Ayrıca bu ilaçlar birçok yan etkiye sahip olduğu gibi, genellikle uzun vadeli uyumluluğu da düşürüyorlar.”

Araştırma takımı, depresyon tanısı konmuş 71 hastayı toplamış.  Erkek ve kadınlardan oluşan bu grup, 20 ve 70 yaşları arasındaymış. Takım aynı zamanda, demografik açıdan uyumlu 45 kişiden oluşan sağlıklı bir kontrol grubu da oluşturmuş.

Hastaların yapması gerekenler ise detaylı bir anket doldurmak, tıbbi değerlendirmeden geçmek, hastalık geçmişinden bahsetmek ve kan örneği vermekmiş. Çalışma esnasında, depresyonu olan hastalar arasından 28 tanesi orta dereceli depresyona ve 43 tanesi de ağır depresyona sahipmiş.

Depresyonlu hastalar yaş ve cinsiyet açısından denk olan kontrol grupları ile karşılaştırıldığında, Asetil L-Karnitin seviyesinin ciddi derecede düşük olduğu bulunmuş.

Ağır depresyonu olan hastalar en düşük seviyeye sahipmiş. Bu durum, antidepresan ilaçlara karşı dirençli depresyonu olan hastalar, erken başlangıcı olan depresyona sahip olan hastalar ve çocuklukta istismar, ihmal, yoksulluk ve şiddet görmüş hastalar için de geçerliymiş.

Araştırmacılar bu hastaların, depresyondan muzdarip insanların %25-30’unu oluşturduğunu ve yardıma en çok ihtiyacı olan hastalar olduğunu söylüyor.

Asetil L-Karnitin takviyelerinin tedavi olarak onaylanması için birkaç adım daha atılması gerekiyor. Özellikle depresyonu olan hastalar üzerindeki klinik denemeler, bu adımlardan biri. Çünkü bildiğimiz gibi kemirgen hayvanlardan elde edilen sonuçların aynısı her zaman insanlarda da gözlemlenmeyebilir.

Araştırmacılar ayrıca, bu ilişkinin sebebini veya bu molekülün sahip olduğu etkiyi bilmiyorlar. Sıçanlar üzerinde yapılan araştırmalar, Asetil L-Karnitin’in, beyindeki uyarıcı nöronların gerekenden fazla faaliyet göstermesini önlediği için, beyinde önemli bir işleve sahip olduğunu akla getiriyor fakat bu durumun daha çok araştırılmaya ihtiyacı var  gibi görünüyor.

“Majör depresyon hastalığına dair önemli bir biyobelirteç bulduk” diyor Rasgon.

“Bu molekülün takviyesinin, hastaların semptomlarını gerçekten iyileştirip iyileştirmediğini test etmedik. Uygun doz, sıklık ve devam süresi ne olmalı? Henüz tavsiyeler üzerine konuşmadan önce, cevaplamamız gereken birçok soru var. Bilgilerimizi daha çok geliştirmemiz için attığımız bu ilk adım, aynı zamanda geniş kapsamlı ve dikkatli bir şekilde kontrol edilmesi gereken klinik denemelere ihtiyaç duyuyor.”

Bizler de bu denemelerin sonuçlarını büyük bir hevesle bekliyor olacağız.

 

 

 

 

ScienceAlert

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz