İnsan yavruları temel iç güdüleri olmadan ve savunmasız bir şekilde dünyaya gelirler. Yalnızca 2015’te 303.000 civarında kadın doğum yaparken öldü. İnsan dışında başka hiçbir primatın bu kadar tehlikeli bir doğuma maruz kalmamasıyla birlikte, başka hiçbir bebeklik süreci de bu kadar uzun ve yardıma muhtaç olmuyor. Kimi bilim insanları böylesine riskli bir doğum sürecini biyomekanik uyuşmayla sonuçlanan 6 milyon yıllık evrimsel zorunluğa dayandırıyor.
İnsanlığın anavatanı Afrika ormanlık ve savanın karışımı bir bölge haline geldiğinde atalarımız yiyecek bulmak için göç ettiler. Binlerce neslin ardından yeni gelişen doğum kabiliyetimize uyum sağlayabilmesi için pelvis daha etkili bir hale geldi. Kalça kemiğinin üst kenarları ve kasık kemiği omurgaya doğru ilerleyerek doğum kanalının şeklini değiştirdi. Bebeğin doğum esnasındaki ilk zorluğu olan pelvis girişi yanlara doğru genişledi ve doğum için daha rahat bir kanal oluştu.
İki ayaklılık, evrim sürecinde katlanmak zorunda olduğumuz tek yapısal değişim değildi. Pelvisin ince ve uzun olması ısınan iklim için gerekliydi. Esnek uzuvlar ve zayıf kalça vücudun yüzey alanıyla kütle arasında terlemeyi daha etkili hale getirecek bir oran yaratırken; esnek bir kalça için gerekli olan bu baskı doğumun çıkışını etkiledi. Modern insanlarda ise bebeklere biraz daha hareket alanı verebilen, içten dışa doğru daralan bir kanal var.
Diğer yapısal değişim ise bebeklerin kafatası yapısındaki parçalanmış kemik yapısı. Vücutlar hali hazırda uzun göçlere ve sıcağa dayanabilecek şekilde geliştiler lakin bebeklerin kafatası kemikleri için aynı şey geçerli değil. Bebekler ise çok fazla sıkışarak doğmak zorunda oldukları için kafatası yapıları parça parçadır ve ilk iki yıl içerisinde kaynaşmaları tamamlanır.
Tabi son derece deneyimsiz ve savunmasız olarak doğmanın da birtakım artıları var: hayatın yükümlüğü altında ezilmeden önce daha fazla ebeveynlerimize sığınma lüksü…