Benzeri görülmemiş bir şeydi. 2017 yılında gökbilimciler, Güneş Sistemi’mizde bilinen ilk yıldızlararası nesneyi keşfetmişlerdi. Bu nesne Oumuamua şeklinde adlandırılan, sigara biçiminde gizemli bir bilmeceydi ve uzaklardan gelen ilk ziyaretçi şeklinde tanımlanmıştı.
Fakat Oumuamua’nın tespit edilen ilk yıldızlararası nesne olması, daha önce hiç böyle bir tespitin yapılmadığı anlamına gelmiyor. Aslında daha 5 yıl önce, Güneş Sistemi’mize çok uzaklardan gelmiş olabilecek bir şey Dünya’nın atmosferine girmişti; üstelik bunu hiç fark etmemiştik bile.
Harvard’da çalışan bir çift araştırmacı, yeni makalelerinde, 2014 yılının Ocak ayında Dünya’nın atmosferiyle çarpışan bir göktaşının, aslında uzak ve gizemli kökenlere sahip olan, yıldızlararası başka bir yolcu olduğunu öne sürüyor.
Fakat çok hızlı bir şekilde savrulan ve Güneş Sistemi’mizden çıkması 20.000 yıl sürecek bir yörüngede olan Oumuamua’dan farklı şekilde; bu göktaşının uzun yolculuğu, aslında tek biletli bir yolculukmuş ve göktaşının beş yıl önce Papua Yeni Gine’deki gökyüzünde yanmasıyla, parlayan bir final ile son bulmuş.
Oumuamua büyük bir nesne olsa da ve Dünya’dan çok uzaktayken tespit edilse de; bu göktaşı hipotezinin ardındaki takım, çok daha küçük boyutlu olan yıldızlararası göçmenlerin çok daha olağan olabileceklerini ve bize çok daha yakında bulunabileceklerini söylüyor.
Birinci yazar Amir Siraj, Newsweek dergisine şöyle söylüyor: “Uzayda uzaklara bakmak yerine; ve Oumumamua’dan daha küçük olan yıldızlararası nesnelerin bol miktarda olabileceği göz önüne alındığında, düşündük ki, ‘Neden yerel şekilde bakmayalım ve bu yıldızlararası küçük nesneler Dünya’nın atmosferiyle çarpıştığı zaman onları bulmayalım?'”
Harvard’da astrofizikçi olan Avi Loeb ile birlikte çalışan Siraj, NASA’nın NEO Çalışmaları Merkezi (CNEOS) tarafından kaydedilen ve göktaşı çarpışmalarından meydana gelen bir kataloğu incelemiş.
CNEOS’daki verilerde, önemli bir uçdeğerin saklı olduğu bulunmuş: 2014 yılında, Güneş’i geçip saniyede yaklaşık 60 kilometre hızla Dünya’ya gelen bir alev topu varmış.
Bu nesnenin çok küçük olması sevindirici (toplamda bir metreden daha ufak) çünkü eğer kayda değer biçimde büyük olsaydı; atmosfere girip zararsız bir şekilde kaybolmak yerine, Dünya’nın yüzeyine korkunç bir şekilde çarpabilirdi.
Fakat göktaşının bu büyük hızından çıkaracağımız temel ders, mutlulukla sonuçlanan bu düş kırıklığı değil.
Siraj ve Loeb, göktaşının hızına dayalı olarak onun yörünge eğrisini hesapladıklarında; elde ettikleri rakamlar, bu nesnenin yörünge bakımından Güneş’e bağlı olmadığını akla getirmiş: Yanarak son bulmadan önce o kadar hızlı seyahat ediyormuş ki, Güneş’in kütleçekimine kapılmadan geçip gitmiş.
Araştırmacıların ileri sürdüğüne göre, bunun mümkün olması için, göktaşının başka bir yerden; Güneş Sistemi’mizin çok ötesinden çıkmış olması gerekiyormuş.
Yapılan hesaplamalara göre göktaşının hızı, kendisinin, “bir gezegen sisteminin iç derinliklerinden veya Samanyolu galaksisinin kalın diski içerisindeki bir yıldızdan çıkmış olabileceğini akla getiriyor”.
Bu ilginç bir fikir, ancak elde edilen bulgular şimdilik sadece hipotez olarak kalsa da, Siraj ve Loeb’in makalesi (ki henüz hakem denetiminden geçmiş değil); gökbilim camiasındaki bazıları tarafından destek görmüş.
Çalışmaya katılmayan ve Arizona Üniversitesi’nde çalışan kuramsal astrofizikçi Kat Volk, National Geographic‘e şöyle söylüyor: “Bence çok yüksek hızdaki bu nesnenin, yıldızlararası nesnelerden oluşan bir topluluktan gelmiş olduğuna karar vermek mantıklı”
“Hem kuramsal düşüncelerden, hem de Oumuamua’dan çıkarılan sonuçlardan; yıldızlararası nesnelerin yeterince yaygın olmasını bekliyorum ve bu yüzden, bu göktaşının en basit açıklaması da yıldızlararası bir köken.”
Ancak Oumuamua’nın keşfedilmesi, yıldızlararası göçlerin daha önce kuramsal olan destekleyici unsurlarını gerçeğe dönüştürmeye yardımcı olup, manzarayı kesin olarak değiştirmiş olsa da; 2014’deki bu göktaşının, böylesine şahane bir pasaportunun olduğuna henüz herkes ikna olmuş değil.
NASA’nın Jet İtiş Laboratuvarı’nda çalışan gökbilimci Eric Mamajek, Science News sitesine şöyle söylüyor: “Sonuç ilginç fakat bir kere meydana gelen bir olayın ölçümlerine dayanıyor”
“Bu olay istatistiksel bir rastlantı mıydı? Yoksa gerçekten yıldızlararası bir göktaşı mıydı?”
Bu konu henüz açıklığa kavuşturulmuş değil, fakat bilimin bu alanındaki hipotezsel olasılıklar; yıldızların ötesine yapılan bir yolculuğun davetiyesi kadar aldatıcı.
Siraj ve Loeb’in hesaplamalarına göre bu yıldızlararası göktaşı olayları, Dünya tarihinde zaten çok defa meydana gelmiş olmalı. Ayrıca; gelecekteki ziyaretlere dikkat ederek, bu uzak yolcuların arkaplanları hakkında epey bir şey öğrenebiliriz.
Araştırmacılar şöyle yazıyor: “Gelecekte yapılacak göktaşı ölçümleriyle, söz konusu olayı takip eden çarpışma öncesi gözlemler için, güneş merkezli aşırı hızlara sahip nesneler belirlenebilir”
“Bu nesneler Dünya’nın atmosferinde yandığı zaman çıkan gazlı yıkıntılarda yapılacak tayf ölçümleri, bunların bileşimini ortaya çıkarabilir… Potansiyel olarak yıldızlararası göktaşları, başka bir gezegen sisteminden yaşam getirebilir ve panspermiye aracılık edebilir.”
Nereden bakarsanız bakın, ilginç şeyler bizi bekliyor.
Astrophysical Journal Letters bültenine gönderilen bulgular, ön baskı internet sitesi olan arXiv‘de mevcut.
ScienceAlert