Arıları Hâlâ Kurtarmamız Gerekiyor mu?

0
Evet ama galiba düşündüğünüz şekilde değil. Fotoğraf: Viesinsh/Deposit Photos

Yaklaşık 15 yıl önce araçların tamponlarına, plakalara ve el çantalarına bir slogan yazılmaya başlanmıştı: “Arıları kurtarın” sloganı. Nereye baksanız, tozlaştırıcıların ve bunların desteklediği besin sisteminin ciddi tehlike altında olduğu yazılıp çiziliyordu. Hatta 2014 yılında İngiltere’de yapılan bir internet anketinde, katılımcılar arı sayısının azalmasını iklim değişiminden daha ciddi bir çevre tehdidi olarak gördüklerini belirtmişti.

Peki arıları hâlâ kurtarmamız gerekiyor mu?

Cevap aslında biraz karışık. İnsanların arı endişesi, batıdaki bal arılarının gizemli bir sendrom yüzünden korkutucu miktarlarda öldüğü zamanlarda başlamıştı. Bu sendromun koloni çöküş bozukluğu olduğu ortaya çıkmıştı. Arı popülasyonları artık çok daha istikrarlı durumda. Fakat besin sistemimizde ve çevrede tamamen farklı bir rol oynayan yabani arıların başı halen dertte.

Koloni çöküşü

Bal arılarının sağlığından duyulan bu büyük endişe, arıcıların 2006 yılının sonbaharından sonra kovanların kış mevsiminde teker teker ölmeye başlamasını fark etmesiyle başlamıştı. ABD’de bal arılarının popülasyonlarını gözlemleyen ve kâr amacı gütmeyen Bilgi Temelli Arı Ortaklığı’nın bilim koordinatörü Nathalie Steinhauer, “Bunlar birkaç hafta öncesinde sağlıklı görünen, güçlü arılarla dolu kolonilerdi” diyor. “Tekrar geldiğimizde ise kovanların boş olduğunu görüyorduk.” Görünürde hiçbir sebebin olmaması, olayı daha da gizemli hale getirmiş. Etrafta açlık kaynaklı ölümü akla getirecek ölü arılar olmadığı gibi, akar (mayt) parazitlerine dair de hiçbir iz yokmuş. Arılar öylece ortadan kaybolmuş.

Kış boyunca başka arıcılar da kovanlarının teker teker yok olmasına şahit olmuş. Kayıplar, kovanların üçte biri ila yarıdan fazlasına kadar değişiklik gösteriyormuş. “Cidden bir salgın gibiydi” diyor Steinhauer. Durumdan etkilenen kovanlarda belirgin bir stres işareti olmadığı gibi, leşçiller de terk edilen ballardan tuhaf biçimde kaçınıyormuş. Bu belirti grubu, koloni çöküş bozukluğu veya CCD şeklinde bilinmeye başlanmış. Bozukluk, bal arılarının sağlığına yönelik bir araştırma dalgası başlatılmasına yol açacak denli endişe vericiymiş. Bu araştırmaların içerisinde, günümüzde Bilgi Temelli Arı Ortaklığı öncülüğünde gerçekleştirilen gözlem çalışması da var.

Ancak son onaylanan CCD vakası 2008 yılında meydana gelmiş. Böcekbilimciler, bu arı salgınına tam olarak neyin sebep olduğunu hâlâ bilmiyor. Fakat en muhtemel açıklama, arıları virüs gibi bir çeşit patojene karşı daha savunmasız hale getiren böcek ilaçlarına, mantar ilaçlarına ve parazitlere maruz kalınması olarak görülüyor. Bilgi Temelli Arı Ortaklığı başkanı ve Auburn Üniversitesinde arı hastalıkları uzmanı olan Geoff Williams, “Bozukluk görünüşe göre önceden vardı” diyor. “Fakat sebebi her neyse devam etmedi.”

Toplu ölümler ve istikrar

Peki neden arıların başının hâlâ dertte olduğuyla ilgili bir algı mevcut? Williams, bal arısı ölümlerinin halen yüksek olduğunu söylüyor. Fakat sebebi koloni çöküşü değil. Söz konusu terim, aradan geçen yıllarda yanlış kullanılmış. CCD, endüstri içinde arıların korunmasına dönük harekete geçirici bir kuvvet olmuş ve halk arasında hızla dikkat çekmiş. Fakat arıcılar ve medya, terimi alakasız ölümleri tanımlarken kullanmış.

Arı kovanları kış stresi esnasında doğal şekilde çökebiliyor. Böcekbilimciler, 2006’daki CCD salgınından önceki temel çöküş oranının ne durumda olduğunu bilmiyor çünkü milli sayımlar 2007 yılında başlamış. Fakat son 15 yıllık verilere bakıldığında belirgin eğilimler görülmüyor. “Kış kayıpları, ortalama yüzde 30 civarında geziyor” diyor Steinhauer.

“Bazı yıllar daha kötü olurken, bazıları biraz daha iyi oluyor. Genel olarak, arıcılara göre kabul edilebilir seviyeden daha yüksek.”

Williams, her kış meydana gelen bal arısı kayıplarının temel veriler toplanmadan önceki son 20 ila 30 yılda artmış olabileceğini söylüyor.

1980’lerin sonlarında ABD’de, Varroa yıkıcısı adı verilen parazit bir akar görülmüş. Varroa yayıldıkça kovanlara ek bir yük bindirmiş. Williams kesin rakamlara ulaşmanın zor olduğunu söylüyor fakat eski arıcılar, kayıpların yaklaşık üç kat daha düşük olduğu (yüzde 10 ila 15 civarı) zamanları hatırladıklarını söylüyor. Akarların getirdiği hasara, tek ürünlü tarımın devam eden yayılışı da eşlik etmiş. Soya eken çiftçiler, genelde bal arılarının yazı geçirdiği kuzey bozkır bölgelerinde hakimiyet kurmuş. Bu durum arıların beslenme düzenindeki çeşitliliği azaltarak, onları hastalıklara karşı daha savunmasız hale getirmiş olabilir. Arılar için özellikle zehirli olan neonikotinoid böcek ilaçlarının çoğalması, daha da fazla stres meydana getirmiş.

Kış kayıplarına rağmen, ABD’deki genel bal arısı popülasyonları son 15 yıldır durağan seyrediyor. Hatta küresel ölçekte artış bile göstermiş durumda.

Popülasyonların kayıplar yaşarken nasıl istikrarlı olabileceğini anlamanın anahtarı, bal arılarının evcil bir tür olduğunu hatırlamaktan geçiyor. Bal arıları, kelebeklerden çok büyükbaş hayvanlara benziyorlar. Amerikalı çiftçiler, her yıl milyonlarca dolar harcayıp bal arısı kovanları kiralayarak bademlerin, yabanmersinlerinin, kirazların ve daha fazlasının tozlaşmasını sağlıyor. Kovanlar buralara gelene kadar, yeşerme mevsimini takiben kamyonetlerin arkasında ülke boyunca yolculuk ediyor.

Kovanların kaybolması bir arıcıyı mahvedebilir. Williams, “Her yıl ineklerin veya tavukların yüzde 30 ila 40’ının öldüğünü düşünün” diyor. Fakat kovanlar yeniden oluşturulabilir.

Bal arısı kovanları, bir hücrenin bölünmesine çok benzer şekilde bölünerek çoğalıyor. İlkbaharda sağlıklı bir kraliçe arı, işçi arıların yarısıyla yeni bir kovan oluşturmak üzere uçup gidiyor ve geride esas koloninin başına geçecek kraliçe yumurtaları bırakıyor. Bir arıcı bu süreci kendi kendine de başlatabiliyor fakat bunu yapmak zaman alıyor.

Dolayısıyla bal arıları üzerindeki baskılar, arıcıların geçim kaynaklarında ve belki de daha geniş seviyede; besin sistemi üzerinde ciddi etkiler taşıyor. Teoride kötü geçen bir yıl, ülke çapındaki meyve hasatlarını mahvedecek kadar bal arısının ölmesine yol açabilir. Fakat bal arılarının ölme ve bütün bir ekosistemi tozlaşmadan mahrum bırakma tehlikesi yok.

Yabani arılar

Batıdaki bal arıları, Kuzey Amerika’daki yüzlerce arı türünden sadece biri. Evcil bal arılarının karşılaştığı tehditler yabani arıları da etkiliyor. Fakat bu arılara bakıp sağlıklarını geri kazandıracak çiftçiler yok.

İşte “arıları kurtar” sloganı burada kafa karıştırıyor. Bal arısı popülasyonları şu an istikrar sergilese de, yabani arılar ve sinekler ile güvelerin de aralarında bulunduğu diğer tozlaştırıcıların başı ciddi dertte. Bu tozlaştırıcıların kaybolması, hem tarım hem de ekosistemler bağlamında çetrefilli sonuçlar doğurabilir.

ABD Biyolojik Çeşitlilik Merkezinde tozlaştırıcı koruması ve bilimi alanında çalışma yürüten Jess Tyler, Kuzey Amerika’daki 46 bal arısı türünün çeyreğinden fazlasının azalma gösterdiğini veya tehdit altında olduğunu söylüyor. “Bal arıları geniş çapta arıları temsil ediyorsa, yüzlercesinin azalıyor olabilme potansiyeli var” diyor. Yabani arılarla ilgili veriler, bal arılarıyla karşılaştırıldığında oldukça seyrek. Fakat paslı yamalı bal arısı gibi bir zamanlar yaygın olan pek çok tür, artık ufak boyutlu popülasyonlara gerilemiş durumda.

Hem yabani arılar hem de evcil bal arıları, besin temininde büyük önem taşıyor. Yapılan bir çalışmada, yabani arıların evcil bal arılarıyla hemen hemen aynı mahsul değeri sağladığı tahmin edilmiş. Bal arıları, özellikle domates ve ayçiçeği gibi Kuzey Amerika mahsullerinde çok verimli tozlaştırıcılar değil. Kolay taşınabilmeleri, kolay yetiştirilebilmeleri ve belli takvim dönemlerinde tozlaştırmaya ihtiyaç duyan çiftçiler için elverişli olmaları sebebiyle kullanılıyorlar. (Arıcılık yapanlar, son 50 yıldır doğu bal arısı ve mavi bağ mason arısı gibi yeni türleri evcilleştirerek her ikisinin de en iyi özelliklerinden faydalanmayı denemiş.) Yabani arıların faydaları tarımın ötesine uzanıyor: Yerli bitkileri de tozlaştırıp, çeşitlilik barındıran tarım dışı tabiatın bel kemiğini oluşturuyorlar.

Yabani ve evcil bal arıları, farklı türden desteğe ihtiyaç duyuyor. Hatta yabani arıların evcil bal arılarından korunması gerekebilir. Örneğin bal arısı kovanları, bir mahsulü tozlaştırmayı bitirdikten sonra diğer arı türlerini çiçeklerden uzaklaştırabilirler. Rekabet etmedikleri zaman bile diğerlerine hastalık geçirebilirler. “Bal arıları çok pasaklı” diyor Tyler. “Çiçeklere dışkı yapıyorlar ve başka bir arı aynı çiçeği ziyaret ederse virüs kapabiliyor.”

2018 yılında Science bülteninde yayımlanan bir yorum makalesinde, mahsullerden uzaktaki yabani arazilere kovan kuran bal arısı popülasyonlarını desteklemek için yapılan bazı şeylerin, aslında diğer arı tiplerine zarar verebileceği belirtilmiş.

Bu yılın başlarında Journal of Insect Science bülteninde yayımlanan bir başka çarpıcı yorum yazısına göre ise bal arıları, yoğunlaşan tarımın hem kurbanı hem de sebebi. Makalenin yazarı, azalan bal arısı popülasyonlarında akarlara, kötü beslenmeye veya CCD’ye tekil sebepler biçiminde odaklanmanın büyük resmi ıskalamaya sebep olduğuna kanaat getiriyor. Bal arıları aslında sanayileşmeden muzdarip. Bu tarım modelinde, geniş monokültürlere (tek türlü tarım) ve böcek ilaçları, gübreler, tohumlar gibi tarla dışı girdiler ile evcil tozlaştırıcılara bel bağlanıyor.

“Bal arıları çiftlik hayvanıdır” diyor Tyler. “Onlara insanlar bakar. Sağlıkları da insanların onlarla yaptıklarının sonucudur.” Endüstriyel çiftlikler yüksek yoğunluklarda bal arısı getirdiğinde, arıların hastalanması kaçınılmaz olabilir.

Steinhauer söz konusu çerçevenin sorunu anlamada faydalı olduğunu düşünse de, bunun çalışan arıcıların mücadelelerini reddetmekte kullanılmaması gerektiğini belirtiyor. “Birçok böcekbilim bölümünde endüstriyel tarımı iyileştirmek için çalışıyoruz” diyor. Steinhauer, Bilgi Temelli Arı Ortaklığı’yla beraber endüstriyel tarım koşullarındaki arıların da sağlığını iyileştirmek için böcek ilaçlarının kullanımını azaltmaya veya tarla çeşitliliğini iyileştirmeye dönük çalışmalar yürütüyor. “Arıcılar için bir sonraki yıl faydalı olacaktır” diyen Steinhauer, banliyö inşaatları ve çimenlerde kullanılan kimyasallar gibi tarım dışı güçlerin hem yabani hem de evcil türlerde baskı oluşturduğunu aktarıyor.

Journal of Insect Science bülteninde yapılan değerlendirme doğruysa, daha fazla çeşit barındıran ve daha az kimyasal kullanılan çiftlikler bal arılarının daha sağlıklı olmasını sağlar. Çiftliklerin bu kadar fazlasına da ihtiyacı olmayabilir çünkü yabani tozlaştırıcıları da olur.

 

 

 

 

Yazar: Philip Kiefer/Popular Science. Çeviren: Ozan Zaloğlu.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz